Kadınların “ev işleriyle meşgul olduğu” gerekçesiyle Türkiye’de işgücüne dâhil olamayan kadın sayısı, 2025’in ilk çeyreğinde 6 milyonu aştı. Bu rakam, işgücüne dâhil olamayan erkeklerin 2,2 katı. Çalışanlar da esnek ve kısa süreli işlerde iş bulabiliyorlar. Şimdi gündeme getirilen yarı zamanlı çalışmayla zaten yerlerde sürünen kadın istihdamı daha diplere doğru yol alacak; evdeki bakım yükü hafiflemek şurada dursun, aksine işteki süre azaldıkça ev içi sorumluluklar daha da artacak. Kadın kamu emekçileri hem işte daha düşük ücretle çalışacak hem de evde daha ağır bir iş yükü altına girmek zorunda kalacak
Sadece çağımızda değil, 20. yüzyıldan başlayarak propagandanın kitleler üzerindeki gücü ve etki derecesi tartışılmaz bir olgudur. Göz boyayıcı vaatler yanında, bıktırıcı yinelemeler eşliğinde yürütülen beyin yıkama faaliyeti, kimi konuları kafalara çıkmamacasına çakma amacından kaynaklanır. Almanya’da 1930’lu yıllardan başlayarak, Nazizm döneminde özellikle Goebbels aracılığıyla kitlelerin ruhlarına kadar zerk edilen “güç ve yenilmezlik” psikolojisi, uzunca bir süre yıkıcı bir işlev görebilmiştir. Yalnızca —basitçe— sözcüklerle yürütülmez propaganda; günümüzde görsellik de sunumunda sergilenen vücut dili de devreye girer. Fakat sanırım en belirgin özelliği, hiçbir kuşkuya yer bırakmayan yinelenme sıklığıdır.
20 yılı aşkındır süren AKP iktidarının bu konudaki sicili de “başarılar”la doludur. Zor ve rıza yöntemlerini —birlikte ya da dönüşümlü— kullanarak kitlelerin hizaya getirilmesinde belirlenen, bastırma ve teslim alma amaçlı politikaların uygulanmasında her dönem açısından başa yazdıkları bir konu mutlaka vardır. Bazen temel politika ve hedef değişmeden kalmakla birlikte, bazen bunu “yeni müjdeler” ve sözüm ona iyileştirmelerle süsledikleri bilinir. Gerçekte, kitleleri soluksuz bırakan, çaresizliğe ve çıkışsızlığa sürükleyen politikalar, onların dilinde “her şeyin en güzeli, en mükemmeli” olarak sunulur.
Konu Kadınlar Olunca…
Konu kadınlar olunca bu çark döner de döner. Toplumu hizaya sokacak politikaların hayata geçirilmesinde ilk uğrak daima kadınlardır. Kadınların muhalefetini ve isyanını engelleyerek seslerini kesme amacı, her sözlerinde çıplak biçimde sırıtır. Onların yaşam alanlarının daraltılması, hayallerinin ve umutlarının düzen sınırlarında boğulması, cesaretlerinin kırılıp mücadele isteğinin törpülenmesi, faşist iktidar blokunun başta gelen amacıdır. Bu doğrultuda yıllardır sergilenen saldırganlık, aile kurumundan başlayarak toplumun en ince gözeneklerine sızdırılmak istenmektedir. Toplumsal ilişkiler sisteminin temel taşı olarak nitelenen burjuva ailenin —dolayısıyla devletin— bekası uğruna sayısız yasa, yönetmelik çıkarıldı; gündelik işleyiş ve uygulamaların adeta yazısız yasalar olarak yerleştirilmesine çalışıldı.
Oysa kadın cinayetleri ve çocuklara yönelik cinsel istismar, diz boyu ensest vakalarıyla iktidarın parlatmaya çalıştığı aile, molozlar altındadır. El kadar çocuklar için “9 yaşında evlendirilebilir” fetvası, kadın ve çocukların haz nesnesi olarak kullanılmaya çalışıldığının göstergesinden başka bir şey değildir.
“Aile Yılı”nın İçi Dolduruluyor
Faşist iktidar bloku, egemenliğinin toplumsal çatısını, özel mülkiyetin temel hücresi olan aile üzerinden kurmaktadır. İşçiler, emekçiler, sömürülen yığınlar gün geçtikçe sıkılaştırılan zincirlerle hareketsiz bırakılmaya çalışılıyorken, kadınlar dışarıda erkek devlet; içeride baba-koca-kardeş sıfatlı erkekler tarafından mutlak itaate zorlanır. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin lafının bile edilmesine tahammül edemeyen iktidar, köleliği dayatan politikalara karşı çıkılmasının simgesi durumuna gelmiş İstanbul Sözleşmesi’ni de mezara gömdükten sonra kadın dinamiğinin altını her vesileyle oymaya çalışıyor. Evlenmeler yerine boşanmalar artıyor, doğum oranları düşüyor ve nüfus hızla yaşlanıyor çünkü. İplik iplik çözülen aileyi ayağa kaldırma doğrultusunda 2025’i “Aile Yılı” ilan ettiler; kadınlara yönelik “evlenin”, “doğurun” propagandasına hız verdiler. Böyle kapsamlı hedeflerin bir yılda üstesinden gelemeyeceklerini düşünmüş olmalılar ki, önümüzdeki 10 yıla yaydılar “Aile yılı”nı! Bunu nelerle dolduracaklar, kadınlar için yine hangi karanlık planları yapıyorlar acaba diye düşünürken, bir lütuf gibi sunulan “yarı zamanlı çalışma düzenlemesi” piyasaya çıktı. Eşdeğer işe eşit ücret mücadelesini de darbeleyeceği öngörülen bu düzenleme, sözüm ona aile yaşamı ile iş yaşamını uyumlu hâle getirecekmiş! AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan tarafından duyurulan bu müjdenin, kadın emeğini daha da esnekleştirip daha da güvencesizleştiren; toplumsal cinsiyet rollerini pekiştiren ve kamu istihdamını piyasacı mantığa uyarlayan bir dönüşümün parçası olduğu görülüyor.
“Yarı Zamanlı Çalışma” Aldatmacası
Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren yeni düzenlemeye göre, kamu çalışanı ebeveynler çocuk ilköğretim çağına gelene kadar haftada 20 saat çalışabilecek. Bu süre, haftada en az üç gün ve günde en az üç saat olacak şekilde esnetilebilecek. Ne var ki bu durumda maaş ve sosyal haklar da yarı yarıya ödenecek.
Erdoğan, düzenlemeyi duyururken “ebeveynlerin çocuklarının gelişimine zaman ayırması, aile bağlarının güçlenmesi” gibi gerekçeler öne sürdü. Ancak bu söylem, uzun süredir yürürlükte olan muhafazakâr “aileci” sosyal politika yaklaşımının bir devamı niteliğinde. Toplumsal bakım yükünü devlet-kamu yerine aileye, oradan da kadına havale eden bu anlayışı biz çok iyi biliyoruz. Çocuk, yaşlı, hasta bakımının neredeyse tamamı kadınların omuzlarında. Kamusal kreş, gündüz bakımevi ve destekli annelik hizmetlerinin yokluğu, kadınları ya işgücü piyasasından çekilmeye ya da düşük ücrete, esnek ve güvencesiz işlere mahkûm ediyor. Yeni düzenleme, bu durumu “normalleştiren” ve kurumsallaştıran bir işleve sahiptir.
Düzenleme, kâğıt üzerinde “anne ya da baba” çalışanı kapsıyor gibi görünse de gerçekte “doğal görevi” olarak kodlanan toplumsal cinsiyet rollerini ve ataerkil işbölümünü yeniden üretmiş oluyor. Erkek işgücünü bir sonraki gün için hazır etmek, nesiller doğurmak, evdeki hayatı kolaylaştırmak; kadına biçilmiş roller kapsamında. Dolayısıyla bu düzenlemenin de “aile sorumluluğunu kadına yükleyen politikalar” toplamının bir parçası olarak iş görmesi hedefleniyor.
Kadın İstihdamında Ciddi Bir Geri Sıçrama
Kadınların “ev işleriyle meşgul olduğu” gerekçesiyle Türkiye’de işgücüne dâhil olamayan kadın sayısı, 2025’in ilk çeyreğinde 6 milyonu aştı. Bu rakam, işgücüne dâhil olamayan erkeklerin 2,2 katı. Çalışanlar da esnek ve kısa süreli işlerde iş bulabiliyorlar. Şimdi gündeme getirilen yarı zamanlı çalışmayla zaten yerlerde sürünen kadın istihdamı daha diplere doğru yol alacak; evdeki bakım yükü hafiflemek şurada dursun, aksine işteki süre azaldıkça ev içi sorumluluklar daha da artacak. Kadın kamu emekçileri hem işte daha düşük ücretle çalışacak hem de evde daha ağır bir iş yükü altına girmek zorunda kalacak. Bu katmerli yük —geçmişten bu yana— kadınların fiziksel, duygusal ve ekonomik olarak tükenmesine yol açacak.
Bu tür politikalar, bakım hizmetlerini kamusal yükümlülük olmaktan çıkarıp bireylerin (özellikle kadınların) “tercihi”ymiş gibi propaganda ediliyor. Oysa bu bir tercih değil, adeta zorunluluk. Yoksulluk, yaşamın her evresinde ve alanında eşitsizlik ve bakım yüküyle kuşatılmış kadınlar açısından çaresizce yönelinecek bir soluklanma imkânı. Dolayısıyla “istediğin zaman yarı zamanlı çalış” demek, devleti sorumluluktan azat edip bunu bireyin sırtına yıkmaktan başka bir şey değildir. Bu düzenleme, kadın emeğini daha da görünmez kılarak ucuz, esnek ve parçabaşı çalışmaya mecbur bırakacaktır.
Yarı zamanlı çalışma, sadece günlük mesai süresini değil, geleceği de etkileyecektir. Kamu emekçilerinin ücretleri ve sosyal hakları yarı yarıya budanacağı gibi, derece yükselmesi ve kademe ilerlemesi gibi kariyer basamakları da buna göre hesaplanacak. Bu durum, kadınların kamuda yönetici pozisyonlara yükselememesi, “kariyer kaybı” yaşaması ve ileride daha düşük emekli maaşı alması gibi sonuçlar doğuracaktır. Hiçbir şey görüldüğü ve gösterilmek istendiği gibi değil. Nasıl propaganda edilirse edilsin, hangi süslü cümleler kurulursa kurulsun, kapitalizmin ihtiyaçları ve iktidar blokunun hesapları asla emeğiyle çalışanlar lehine düzenlen(e)mez. Çürümekte olan bir sistem, ömrünü daha fazla itaat, daha fazla kölelik, daha ağır çalışma koşullarıyla ancak sürdürebilir.
Elias Canetti’nin dediği gibi, “İnsanlık, yalnızca deneyime ve anılara sahip bulunmadığı noktada savunmasız konumdadır.” Dünya-tarihsel deneyiminin dersleriyle, AKP’nin kadın, emek, Kürt ve doğa düşmanı politikalarıyla yıllardır mücadele edenler olarak bizler, bu yağmacı rejimin gerçek yüzünü biliyoruz. Hiçbir allayıp pullama bunu değiştiremez!