Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
No Result
View All Result

Kastik Katilin Yapısal Krizine Karşı Örgütlü Kadın Mücadelesi

Kibriye Evren Kibriye Evren
28 Aralık 2025
Yazı
0
Kastik Katilin Yapısal Krizine Karşı Örgütlü Kadın Mücadelesi
0
SHARES
19
VIEWS
Facebook İle PaylaşTwitter İle Paylaş

Diğer yıllarda olduğu gibi 2025 yılında da yapısal kriz yaşayan şey erkekliktir. Şiddet ise üstünlük, denetim, sahiplik ve emir verme gücünü kaybetmiş fallik iktidarın kriz anlarında başvurduğu yol ve yöntemdir. Bu bütünlük içinde ortaya çıkan kastik katil, münferit ya da tekil bir fail değil; fallik ve erkek egemen düzenin kriz ve kaos anlarında ürettiği tarihsel ve yapısal bir figürdür

2025 yılını geride bırakmaya sayılı günler kala, her yıl olduğu gibi bu yıl da kadına yönelik şiddet, kadın katliamları ve devletin cezasızlık politikası temel kadın gündemlerinden biri oldu. Bu şiddetin tesadüf değil, yapısal ve süreklilik taşıyan bir iktidar pratiği olduğunu yaşanan her şiddet örneğinde bir kez daha deneyimledik.

Yıl boyunca kadına yönelik şiddet, katliamlar, taciz, tecavüz, ayrımcılık ve yoksulluk; iktidar ve yandaş medya tarafından bireysel suçlar, psikolojik saplantılar, töre ya da namus cinayetleri, kıskançlık veya hukuki yetersizlikler olarak kamuoyuna sunuldu. Oysa biz kadınlar biliyoruz ki bu söylemler, şiddeti görünmez kılmanın ve sorumluluğu failden ziyade erkek iktidar sistemden uzaklaştırmanın araçlarıdır. Söz konusu şiddet, erkek egemen sistemin kriz yaşadığı anlarda, erkeğin denetimini ve inşa ettiği düzeni yitirdiği noktalarda ortaya çıkan mekânsal ve sembolik olarak örgütlenmiş bir zor aygıtıdır.

Yapısal kriz; bir toplumsal, siyasal ya da ekonomik düzenin alışılmış biçimde işlemeyi durdurduğu, onu ayakta tutan kuralların, ilişkilerin ve kurumların etkisini yitirdiği durumu ifade eder. Bu, tekil ya da geçici bir aksaklık değil düzenin kendi yapısından kaynaklanan bir tıkanma-bozulma halini ifade eder. Yapısal olarak işlemez hâle gelen, tıkanan ve kriz yaşayan erkek egemen düzen, bu krizi aşmak için sistematik biçimde zora ve şiddete başvurur. Şiddetin niteliği; tek tek bireylerin kişisel özelliklerinden, zaaf ya da zayıflıklarından değil, aksine erkek egemen toplumun işleyiş, yaşayış biçiminden, alışılagelmiş iktidar ilişkilerinden ve toplumsal yapının ürettiği süreklilikten kaynağını alır.

Neredeyse her gün kadına yönelik şiddetin üretiliş biçim ve yöntemlerinde de gördüğümüz üzere; kadının ayrılmak istemesi, kendi yaşamı hakkında karar alması, erkeğin denetim alanının dışına çıkması, özgürlük ilke ve sınırlarını belirlemesi ya da kaç çocuk doğuracağına karar vermesi… Tüm bu süreçler, kararlar ve eylemler, erkek egemen düzenin sarsıldığı ve yapısal şiddetin görünür hâle geldiği çözülme anları olarak karşımıza çıkar.

Dolayısıyla şiddet, iktidarların iddia ettiği gibi sistemin dışında kalan istisnai ya da münferit bir durum ya da sapma değildir. Aksine, erkek egemen düzenin kendini sürdürme araçlarından biridir. 2025 yılında ilan edilen “Aile Yılı”, erkeğe cezasızlık sağlayan hukuk düzeni, şiddeti ve acıyı seyirlik bir nesneye dönüştürerek olağanlaştıran medya dili ile kadının korunmak için başvurduğu aile, karakol ve mahkeme gibi mekânlar; çoğu zaman şiddeti önlemek yerine onu görünmez kılan ya da dolaylı biçimde meşrulaştıran bir işlev görmektedir.

Diğer yıllarda olduğu gibi 2025 yılında da yapısal kriz yaşayan şey erkekliktir. Şiddet ise üstünlük, denetim, sahiplik ve emir verme gücünü kaybetmiş fallik iktidarın kriz anlarında başvurduğu yol ve yöntemdir. Bu bütünlük içinde ortaya çıkan kastik katil, münferit ya da tekil bir fail değil; fallik ve erkek egemen düzenin kriz ve kaos anlarında ürettiği tarihsel ve yapısal bir figürdür.

Kastik katil, sistemini yalnızca fiziksel yok etme üzerinden inşa etmez; kimliği, onuru, sözü, hafızayı, bedeni ve kamusal varoluşu da hedef alır. Bu gerçeğin güncel bir örneğini, Bursaspor maçında Leyla Zana’ya yönelik cinsiyetçi ve ayrımcı tezahüratlarda gördük. Yine Sivasspor–Fenerbahçe maçında erkek futbolcuların taşıdığı “Doğal olan normal doğumdur” pankartının uzun süre kadınların tepkisini çektiğini hatırlamak gerekir. İlkinde politik bir kadın kimliği, kolektif bir linç diliyle hedef alınırken; onun şahsında tüm kadınlar ve Kürtler hedef alındı. İkincisinde ise kadın bedeni, doğum ve annelik kamusal denetime açıldı.

Abdullah Öcalan’ın Barış ve Demokratik Toplum çağrısının ardından, erkek egemen devlet aklı kaba şiddeti görece geri çekerken; özellikle politik kadınları hedef alan ajanlaştırma ile fiziksel ve dijital takip mekanizmalarını sistematik biçimde yoğunlaştırmıştır. Politik kadınların gittikleri her yerde ve her mekânda izlenmesi, fırsat bulunduğunda yollarının kesilerek ajanlığa zorlanması, bu baskı sisteminin somut göstergeleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Buradaki amacın bir nedeni politik kadınları sürekli gözetim altında tutarak sisteme eklemlemek, güvensizlik ve huzursuzluk üzerinden nesneleştirmektir. Diğer bir neden ise kişiyi kendine ve öz değerlerine karşı kimliksizleştirmek ve onursuzlaştırmaktır.

2025 yılında Türkiye’de, Ortadoğu’da ve dünyada çokça üzerine konuşulan, yazılan ve çizilen konuların başında Abdullah Öcalan’ın Demokratik Toplum çağrısı yer aldı. Savaşın, inkârın ve tahakkümün yerine toplumsal uzlaşmayı, kadın özgürlüğünü ve demokratik siyaseti koyan tarihsel bir çağrı yapıldı. Ancak her zaman olduğu gibi Türkiye medyası, bu çağrıyı içeriğiyle birlikte tartışmak yerine eril dili ve karşı tarafı tahrik edici başlıklarıyla görünmez kılmayı tercih etti. Medya söylemi, Demokratik Toplum perspektifini “tehdit”, “manipülasyon” ya da yalnızca silah bırakmaya indirgenmiş biçimde sunarak kastik katilin sürekliliğini yeniden üretti. Yapılan, yalnızca ideolojik bir çarpıtma değil, kastik katilin kendini yeniden inşa etme biçimidir. Medyanın eril ve militarist dili, düşman olarak gördüklerini sistematik bir yok etme yöntemine dönüştürme halidir.

İktidarın kadın karşıtı politikaları, kadınların tarihsel kazanımlarını hedef alan uygulamaları ve yargı mekanizmasının failleri koruyan cezasızlık pratiği, 2025 yılı boyunca kadına yönelik şiddetin yapısal ve süreklilik arz eden bir karakter taşıdığını bir kez daha ortaya koydu. JINNEWS’in basına yansıyan haberlerden derlediği verilere göre, 2025’in ilk 11 ayında en az 268 kadın erkekler tarafından katledilirken, 186 kadın şüpheli şekilde yaşamını yitirdi. Aynı dönemde 28 çocuk katledildi, 27 çocuk ise şüpheli biçimde hayatını kaybetti.

Bu veriler, Öcalan’ın kavramsallaştırdığı “kastik katil”in, bireysel faillikten ibaret olmayan; devlet, hukuk ve erkek egemen ideolojiyle iç içe geçmiş yapısal bir şiddet rejimi olarak nasıl süreklilik kazandığını ortaya koymaktadır. Katledilen kadınlar istatistiklere, arşivlere veri olarak girerken; katleden erkek egemen sistem, varlığını korumak adına katliamlarını sürdürmeye devam ediyor. Failler cezasızlık politikalarından aldığı güçle, çıkacak bir yargı paketi ya da affın geleceğini bilmenin huzuruyla yaşamlarını sürdürüyor.

Yukarıda saydığımız tüm nedenlerden dolayı kastik katil, yalnızca üzerine yazılıp, konuşulması ya da sadece teşhir edilmesi gereken bir mekanizma değil, onun karşısında örgütlü, kolektif ve süreklilik taşıyan bir mücadeleyi zorunlu kılan tarihsel bir gerçeklik olarak karşımıza durmaktadır.

Peki, bu tablo karşısında ne yapmalıyız? Öncelikle erkek egemen sistemin krizini derinleştiren her özgürlük eyleminin çok değerli ve anlamlı olduğuna kendimizi ikna etmeliyiz. Kastik katilin sisteminin sadece kadını değil özünde toplumsal değerleri ve doğamızı hedef aldığını bilerek kolektif mücadele hattını tüm farklılıklarımıza rağmen geliştirmeliyiz. Kadınların yaşam hakkı, bedeni, kimliği ve kamusal alanda varoluşu üzerindeki erk tahakküme karşı yürütülen her bir mücadelenin aynı zamanda cezasızlık politikasına, erkeklik yaşam ve davranış biçimlerine ve kastik katili yeniden üreten tüm kurumsal yapılara karşı yürütülen bir mücadele olduğunun farkına varmalıyız.

Demokratik Toplumu ve kadın özgürlüğünü inşa ederken kadınların özneleştiği, karar süreçlerine eşit katıldığı ve yaşamın her alanında özgürce var olduğu bir toplumsal düzen, sadece erkek egemen şiddetin panzehiri olmanın çok ama çok ötesinde, demokratik bir toplumun kurucu gücü ve aklıdır. Bu nedenle biz kadınlar için mücadele, yalnızca şiddet ortaya çıktığında yapılan eylem, basın açıklaması gibi tepkilerle sınırlı kalmamalıdır. Yaşamın her alanında, her mekânda ve her tür ilişkide erkek egemenliğine karşı süreklilik kazanan kolektif bir direniş hattını birlikte örerek kurtulabiliriz.

Etiketler: Barış ve Demokratik Toplum ÇağrısıDemokratik ToplumErkeklikKadın DayanışmasıKadın Mücadelesikastik katilKürt kadın mücadelesiKürt kadınlarÖrgütlü mücadeleSayı 148
Önceki İçerik

savaşı kadınlara sor

Sonraki İçerik

Özgürlük Çağrısına Cevap

Sonraki İçerik
2025’te Kadın Mücadelesi: Direniş, Tehdit ve Umut

2025’te Kadın Mücadelesi: Direniş, Tehdit ve Umut

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

No Result
View All Result
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.