Patriyarka ile kapitalizm, birbirini etkileyen, seven, besleyen olgular. Bu iki olgu, otoriter rejimlerde tahmin edeceğimiz üzere varlıklarını pekiştirirler. İçinde yaşadığımız ülke için daha fazla ayrıntı vermeye gerek var mı? Otoriteryanist bir siyasi iktidarın, evveliyetle kadınları gözüne kestirmesi hiç akla gelmeyecek bir şey değil. Kadınların dünyayı değiştirme, dönüştürme gücü de tarihsel olarak ortada iken üstelik. Peki mesele bir soyadı mı? Tek mesele bir soyadı değil. Ama doğumla bize ait olan, hayatımızda bir eş olmadan önce de bizim kendi varlığımızı kanıtlayan, ifade eden bir tanımlama soyadı. Bu soruyu bize soran erkeklere yahut onları destekleyenlere şöyle bir soru sormanın nesi yanlış? Mesele bir soyadı değilse, sizin meseleniz ne?
Türkiye, 20 Mart 2021’den bu yana neredeyse hiç ara vermeden İstanbul Sözleşmesi’ni konuşuyor. Çünkü İstanbul Sözleşmesi, adını sözleşmeye veren İstanbul'da gerçekleşen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 11 Mayıs 2011 tarihindeki toplantısında imzaya açıldıktan sonra, 45 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanmış, imzacı ülkelerin 34'ünde onaylanmıştır. Avrupa Konseyi üyesi olmalarına rağmen sözleşmeyi imzalamayan ülkeler ise Azerbaycan ve Rusya'dır.
Malumumuz olduğu üzere ise, 20 Mart 2021 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanan 3718 sayılı cumhurbaşkanı kararı sonucunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından sözleşmenin feshedilmesine karar verildi. Türkiye, 1 Temmuz 2021 tarihinde sözleşmeden resmen çekilmiş oldu. Aslında bu oldukça ironik de. Sözleşme sizin ülkenizde imzaya açılıyor, sizin en önemli şehrinizin adını taşıyor, önce siz imzalıyorsunuz, önce siz yürürlükten kaldırıyorsunuz.
Sözleşmeyi ve sözleşmenin doğurduğu yasaları uygulatmak için henüz sözleşme yürürlükte iken dahi olağan üstü çabalar gösterildiğini hepimiz biliyoruz. Sözleşmenin tarafı olan Türkiye, kadınların karşı karşıya kalakaldıkları şiddet sırasında gerekli koruma ve önleme yükümlülüğünü göstermemekle birlikte, sözleşmenin yürürlükte olduğu sırada dahi kadınlar şiddet görmüş ve öldürülmüşlerdir. Ancak hepimiz, hatta yetkililerce de bilinmektedir ki, İstanbul Sözleşmesi çok önemli bir koruma kalkanı idi, taraf ülkelere ciddi ödevler veriyordu ve yine de sözleşmeden doğan 6284 sayılı yasa aracılığı ile Türkiye koşullarında olabilecek en hızlı biçimde koruma uzaklaştırma tedbirleri uygulanabiliyordu.
Sonra süreç öyle öyle hızlı ilerledi ki, bu kötü senaryoyu feminist hareket, kadın hareketi bile zihninde bu şekilde canlandırmamıştır. Daha sözleşmeden çekilme tartışmaları ile birlikte başlayan koruma önleme tedbirlerinin uygulanmaması, kadınların karakollardan, adliyelerden geri gönderilmeleri vakaları, fesih ile birlikte gözle görülür biçimde hızlandı elbette.
TBMM’de 22 Kasım 2001’de kabul edilen ve 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ile 17 Şubat 1926 tarihli eski Medeni Kanun’un pek çok hükmünde şekli ve içerik olarak pek çok değişiklik yapılmıştır. Bilhassa Medeni Kanun’un Aile Hukuku faslı ciddi değişikliklere uğramış, kadınlar ciddi kazanımlar elde etmişlerdir. Kadınlar aleyhindeki ayrımcı düzenlemeler, feministlerin, kadın hareketinin ve örgütlerinin birlikte mücadelesi ile değiştirilebilmiştir. Buna rağmen kadına yönelik ayrımcılıkla ve şiddetle mücadele aldığı yerden devam etmiştir.
TMK’deki 2014 yılı değişikliğinden önce kadınlar sadece kocalarının soyadlarını kullanmak zorunda tutulurken, bu değişiklik sonrası kendi soyadlarını eşlerinin soyadlarından önce kullanabilmiştir. Bu kez de evlenen kadının kocasının soyadını alacağını öngören TMK m. 187 hükmü, 22 Şubat 2023 tarihinde Anayasa Mahkemesince iptal edilmiştir. 28 Nisan 2023'te Resmi Gazete'de yayımlanan iptal kararı, 9 ay sonra yürürlüğe girmiştir ve evli kadınlar artık yalnızca kendi soyadlarını kullanabilmektedirler.
Şu günlerde çokça konuşulan 9. Yargı Paketi ise siyasi iktidarın kadınlara ve onların kazanımlarına nasıl düşman olduğunun, cinsiyetçi devlet idaresinin kadınlar aleyhine olan, onları birer eklenti haline getirme niyeti taşıyan her türlü düzenlemeyi yasalaştırma hamlesinin bir başka göstergesi.
Ne var peki bu pakette? Anayasa Mahkemesi (AYM), 22 Şubat 2023 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan kararı ile evlilikle birlikte ‘’kadın ve erkek arasında kuralla öngörülen farklı muamelenin nesnel ve makul bir temele dayanmaması sebebiyle eşitlik ilkesini ihlal ettiği sonucuna ulaşarak” 4721 sayılı Kanun’un 187. maddesinin birinci cümlesinin iptaline karar vermişti. Yani bu karar ile kadınlar artık kendi soyadlarını tek başına kullanabileceklerdi. Hali hazırda bunun örneklerini çokça görmekteyiz. Ancak iktidar bu hakka, bu kazanıma da gözünü dikmiş olacak ki, 9 Yargı Paketi adını taşıyan ve aslında pek çok başka kötücül düzenlemeyi de içeren paket ile bir geriye gidiş gerçekleştirmeye niyetleniyor. Bu şekilde kadınların yine ‘kocalarına buyruk’ olmasını arzuluyor.
‘‘Aslında bunun böyle olacağı belli değil miydi?’’ diye pek çok soru işitiyorum kendi namıma çevremden. Yahut, ‘’ mesele bir soyadı mı?’’ diyen de çok. Böyle olacağı benim açımdan belliydi evet. Çünkü yol haritasını, ilerleyişini, temel ideolojisini İslami ve milliyetçi bir güzergah ile şekillendiren, sosyal olmayan, kapitalizmi ihya etme derdi taşıyan her iktidar, kadın düşmanıdır, çünkü patriyarkaldır yani erkek egemendir. Erkek egemenliği, egemenliğini, varlığını sürdürebilmek için kadın düşmanlığı yeniden ve yeniden üretmek zorundadır. Kadınları ‘kontrol’ etmek, onları zapturapt altına almak durumundadır. Mücadele ile gelen kazanımları budamak, biçmek bunun binlerce yolundan sadece biridir. Kadınların eşit, adil ve özgür bir dünyada, ülkede yaşaması kapitalizmin de arzu ettiği bir şey değildir.
Patriyarka ile kapitalizm, birbirini etkileyen, seven, besleyen olgular. Bu iki olgu, otoriter rejimlerde tahmin edeceğimiz üzere varlıklarını pekiştirirler. İçinde yaşadığımız ülke için daha fazla ayrıntı vermeye gerek var mı? Otoriteryanist bir siyasi iktidarın, evveliyetle kadınları gözüne kestirmesi hiç akla gelmeyecek bir şey değil. Kadınların dünyayı değiştirme, dönüştürme gücü de tarihsel olarak ortada iken üstelik.
Peki mesele bir soyadı mı? Tek mesele bir soyadı değil. Ama doğumla bize ait olan, hayatımızda bir eş olmadan önce de bizim kendi varlığımızı kanıtlayan, ifade eden bir tanımlama soyadı. Bu soruyu bize soran erkeklere yahut onları destekleyenlere şöyle bir soru sormanın nesi yanlış? Mesele bir soyadı değilse, sizin meseleniz ne?