Kadın cinayetleri politiktir ve erkek egemen devletin kadın düşmanı politika ve uygulamalarından beslenir. Kadın cinayetlerinin önünü belki bütünüyle alamayacağız, fakat kendimize ve özsavunmanın meşruluğuna inanmak yolun yarısıdır
“Kırılanı, kırılmış onarır” (Ursula K. Le Guin)
31 Mart yerel seçimleri geride kaldı. Birçok yönüyle konuşulmaya, tartışılmaya devam edecek.
Amed’de bir seçmen oy pusulasının konulacağı zarfın içine kadın cinayetlerine ilişkin tepkisini içeren yazı bıraktı.
“…Katillerimiz sömürü düzeni ve onun sürdürücüleridir. Hakkari’de 3 kişinin tecavüzüne uğrayan Esra’nın tecavüzcüleri 8 ay sonra serbest bırakıldı. Tüm kadınların katili birer birer sizlersiniz, can güvenliğimizi yok edişinizin hesabını vereceksiniz!”[1]
Bu konuda “söylenmemiş ne kaldı?..” diye düşünmemek elde değil. Fakat kadın cinayetleri hız kesmeden sürüyor ve her defasında vahşetin üst biçimleriyle gözümüze sokuluyorsa… hâlâ söylememiz gereken şeyler, henüz tümüyle gösteremediğimiz yanlar/yönler, içselleşmiş bir bilinç ve eylem kılavuzu haline gelebilmesi için vurgulanması, hareket tarzı haline getirilmesi şart olan boyutlar var demektir.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu, 8 Mart 2023'ten 8 Mart 2024'e kadar geçen bir yıl içinde 338 kadın cinayeti işlendiğini, 248 kadının şüpheli bir şekilde ölü bulunduğunu duyurdu. Bir rakam dizgesi değil bu, katledilmeden önce soluk alıp veren, hayâlleri ve özlemleri olan kanlı canlı varlıklardan bahsediyoruz.
Kadın cinayetlerinin en derinde yatan nedeni, gündelik yaşamın en ücra köşelerine kadar sızdırılan toplumsal cinsiyet rollerinin hükmünü yürütmesi tabii ki. Toplumsal cinsiyet rolleri aslında tüm sınıflı toplumlarda egemenlerin ihtiyaçlarına göre üretilir, kapitalizmde de aynı şekilde sürdürülür.
Toplumun, kültür ve geleneklerin “kadın” ve “erkek” olmaya yüklediği anlam ve beklentilerin tamamına “toplumsal cinsiyet rolü” denir. Bu rol ve kalıplar, sürekli olarak yeniden üretilerek bireyden bireye, kuşaktan kuşağa aktarılır. Kadınlara edilgen, erkeklere etkin ve otoriter roller biçen bu rol dağılımı, erkekleri üretimde yer almaya/çalışmaya/işe, kadınları karşılığı ödenmemiş güvencesiz ev işlerine, yaşlı ve çocuk bakımına “uygun” görür ve onlar için asli iş olarak bunları tanımlar.
Aile, okul, medya, hukuk… cinsiyete dayalı iş bölümü, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin üretilmesinde, pekiştirilerek sürdürülmesinde rol oynar.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin benimsetilmesi, ona adeta yazılı olmayan evrensel ve değiştiril(e)mez bir yasa payesi verilmesinin nedeni, her şeyin buna uygun bir şekilde akıp gitmesi için canını dişine takan bir akışın garanti altına alınmasıdır. Nasıl mı? Kadın kitlelerinin her geçen gün daha geniş ölçeklerde kapitalist üretime katılmasının kadının toplumsal konumunda da farklılaşma yaratması kaçınılmazdır. Her ne kadar hâlâ “yan gelir”, “aile bütçesine katkı” olarak lanse edilmeye çalışılsa da artık “eve ekmek getiren” sadece erkek değildir, hâkim konumu sarsılmıştır. Bu, sistemin en küçük birimi, dolayısıyla temel direklerinden biri olan aile kurumunu da sarsıntıya uğratır. Erkeğin sarsılan konumu, bu çelişkinin keskinleşmesi ölçüsünde kadına karşı yeni bir savaşı tetikler. Suskun kalan, boyun eğip itaat yolunu seçen kadın gitmiş, yerine “dili pabuç gibi bir eksik etek” gelmiştir. Evin egemeni erkek kendisini imtiyazlarını kaybetme tehdidi altında hisseder.
Zaten asıl kıyamet, kadına biçilmiş giysinin (makbul, itaat eden, bir bütün olarak kadınlık ve annelik görevlerini yerine getiren) dikişlerinden patlaması, kadınların yaşadıklarına itiraz edip, “hayır” demeye başladıklarında kopar. Evdeki zorbalık ve şiddet makinesi işte asıl olarak o zaman harekete geçer, egemenliğin evdeki bekçisi olarak tanımlanan rolün “gereği” ifa edilir.
Cinayet filminin bundan sonraki sahnelerinin nasıl geleceğini üç aşağı beş yukarı biliyorsunuz!..
Son örnek Yunanistan'dan: 28 yaşındaki Kyriaki Griva, koruma talep etmek üzere gittiği polis merkezinden çıktıktan sonra şikâyette bulunduğu eski sevgilisi tarafından katledildi. Griva, karakoldan çıktıktan sonra polis eskortu talep etmiş ancak 'Polis arabası taksi değil' yanıtını almıştı.[2]
Bu savaş aile içinde kalmaz kapitalist sistemin bekçisi devlet tarafından sürdürülür. Kadın sistem açısından, sistemin 'beka'sı için “yola getirilmesi gereken” bir çıban başıdır! Burjuva devlet kadın kitlelerinin yaşadığı dönüşümün aile kurumunu sarsacak düzeye gelmesi karşısında tüm zırhlarını kuşanır! Öncesi de bir yana, son 20 yılda bunun enva-i çeşit uygulamasını gördük (Aileyi özendirecek düzenlemeler, boşanmanın zorlaştırılması, çocuk gelinlerin çığlaşması, mağdurların tecavüzcüleriyle evlendirilmesi, kürtaj hakkının gaspı, nafaka hakkının buharlaştırılması, İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılması yetmezmiş gibi kadına görece koruma sağlayan 6284 sayılı yasanın kaldırılmaya çalışılması…).
Nasıl ki bu savaş çağlar boyunca süregelmişse, kadınlar tümüyle özgür olmayana kadar sona ermeyecektir.
Bütün bu sistematik baskı ve saldırı koşullarında kadın cinayetleri, sistemin erkek egemen suretinin tüm çıplaklığı ve ürkütücülüğüyle sorunun ulaştığı boyutların çarpıcı bir tablosunu sunmaktadır.
Kadınlara yönelik erkek şiddetinin sırtının sıvazlanması, faşist iktidarın cezasızlık politikası, tecavüzcüler, çocuk istismarcıları ve kadın katilleri için otomatiğe bağlanmış aflar erkek şiddetine de vahşette sınır tanımayan cinayetlere de zemin oluşturarak kadın katillerini cesaretlendirir.
Ne yapacağız peki? Yapmamız gerekenleri, şimdiye dek yaptıklarımızı daha hedefli ve yetkin bir tarzda sürdürmeye çalışmak dışında başka ne/neler yapacağız?
Temas ettiğimiz her kadına sabır değil mücadele etmek gerektiğini esinleyeceğiz, çünkü sonuç almak ancak böyle mümkündür.
Her kadının kendi hayatının öznesi olduğu bilincini edinmesinin önemini döne döne anlatacağız. Kendi hayatımız ve geleceğimiz için bizzat -ve öncelikle- kendimiz savaşmazsak kimse bizim için bunu yapmayacaktır.
Savaşmak için silahlanmak gerekir; bilgiyle, deneyimle donanmak gerekir. Özsavunma mekanizmalarını harekete geçireceğiz!
“Özsavunma, birey olarak tek bir kadının değil kolektif olarak geniş kadın kitlelerinin ortak acılarının, ortak ruhunun ve kendi kararlarının gerçek sahibi olarak dile gelebilmesi için yürünen uzun bir yoldur.”[3]
Özsavunma sadece kendini savunmak değildir. Özsavunmayı kolektif bir bilinç haline getirmek, her gün daha da genişleyen, sahip olduğu aydınlanmayı çevresine de yayan bir örgütlenme yaratmakla mümkündür.
Kadın cinayetleri politiktir ve erkek egemen devletin kadın düşmanı politika ve uygulamalarından beslenir. Kadın cinayetlerinin önünü belki bütünüyle alamayacağız, fakat kendimize ve özsavunmanın meşruluğuna inanmak yolun yarısıdır. Diğer yarısını da diğer ezilen ve sömürülen kesimlerin kavgasıyla birleşen, tek bir kadının kendini yalnız, çaresiz, dolayısıyla güçsüz hissetmeyeceği bir kardeşlik/yoldaşlık ortamı yaratarak yürüyeceğiz! Çünkü “Kırılanı, kırılmış onarır”.