Carlos Latuff
Kadın işsizliğinin ve istihdam edilenlerin de kalitesiz işlerde olmasının bu hali sadece neoliberal politikaların ve pandeminin bir sonucu değil, aynı zamanda Türkiye’de izlenen ayrımcı, cinsiyetçi patriyarkal politikaların aynasıdır
Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması verilerini yayınlayan TÜİK'e göre, gelir eşitsizliği 11 yılın en kötü seviyesinde. Siyasi baskı altındaki TÜİK’in dahi gizleyemediği dramatik bir işsizlik ve gelir dağılımı uçurumu tablosunda kadınlar açık ara önde gidiyor. Kadınlar işsiz erkekten daha çok işsiz, yoksul erkekten daha da yoksul!
Sizleri rakamlara boğma pahasına Ağustos ayı TÜİK verilerindeki toplumsal cinsiyet eşitsizliği görünümüne dikkat çekmek istiyorum. Türkiye’de 15 yaş üstünde çalışabilir nüfus 63 milyon 831 bin olarak tespit edilmiş, bunun 31 milyon 591 bin erkek ve 32 milyon 240 bini kadınlardan oluşuyor.
Buradan TÜİK’in tespit ettiği ve işsizlik rakamlarının hesaplandığı iş gücü rakamlarına geliyoruz. İş gücüne katılım 32 milyon olarak tespit edilmiş. Şimdi daha çarpıcı olan rakama geliyoruz, çünkü öğreniyoruz ki her 3 kadından 2’si iş gücüne katılmıyor. 32 milyon iş gücünün 22 milyon 250 bini erkek, 10 milyon 421 bini ise kadın!
Kadınlar neden iş gücüne erkeklerle eşit bir şekilde katılamıyor? Neden her 3 kadından 2'si iş gücü sayılmıyor? Bu soruların cevabı cinsiyetçi iş bölümünde gizli. 10 milyona yakın kadın ev içi sorumluluklar nedeniyle evlere hapsolmuş durumdadır.
Kadın işsizlik oranı cinsiyetçi iş bölümü sebebiyle büyük bölümü yutulmuş bu rakamlar üzerinden hesaplanıyor. Çalışan 28 milyon 706 bin kişinin sadece 8 milyon 856’sı kadınlardan oluşuyor.
Patriyarkal ekonomi politikalar nedeniyle bu kifayetsiz kalan işsizlik verilerini de, evdeki bakım hizmetlerinin kadınlara devredilmesini de kabul etmiyor ve alışmıyoruz.
Kadınlar ev içinde erkek egemen zihniyetten beslenen cinsiyet rollerine hapsolmaları yanında, karşılıksız emek sarf ederek hiçbir güvenceye sahip olmadan hayatlarını sürdürmek zorunda kalıyor. Patriyarkal düzen tarafından doğallaştırılmaya çalışılan bu emek sömürüsü erkeği, sermayeyi, devleti güçlendiriyor. Yeniden üretim görevlerinin ev içine havale edilmesi ve kadınların buradaki karşılıksız emeği bu üçlü mekanizmanın kazancına kazanç, konforuna konfor katıyor.
Pandemi ile birlikte kadınların daha fazla iş alanlarından çekilmek zorunda kaldığını, pandemide kapanmalar sebebiyle işsiz kalanlardan erkeklerin nispeten işlerine dönebilirken, kadınlarda işe dönüşlerin de az olduğu görülüyor. Üstelik bu dönemde esnek çalışma formlarına gidilmesi ve evden çalışma kadınların yükünü daha da artırdı. Sermaye sınıfı evden çalışmayı kalıcılaştırmak üzere kendini yapılandırıyor. Eğer bu alanı emek örgütlerinin, sendikaların ağırlığı ile düzenleyemezsek başta kadınlar olmak üzere uzun ve yoğun mesailer, çalışanlar aleyhine pek çok durumun da yaşanmasına sebebiyet verecek. Evden çalışma biçimi emeğin daha ucuzlaşması, iş güvenliği sorunları, mesleğin evin uzantısı işler olarak görülmesi, ev içi patriyarkal rolleri daha fazla sürdürme riskleri de taşıyor.
Geçen yıl işten atılmaların yasaklanmasına karşın, pandemi bizi Kod 29 ile de tanıştırdı. Mahşer zamanında da olsa kapitalistler kollansın diye her zaman bir aralık kapı bırakıldığını bir kez daha deneyimledik. Kod 29 denen şey işte böyle bir kapıya dönüştü. İşçiler işsizliğe ve sefalete sürüklenirken patronlar kazandı. Hak arayan binlerce işçi “İyi niyet ve ahlak kuralları”nı ihlalden işten atıldı. Kod 29 ile hakları ellerinden alınarak işten atılan kadın işçiler damgalanmanın yanı sıra bir de evde, yeni iş başvurularında “ahlak” hesabı vermekle yüz yüze kaldı.
İstihdam edilen toplam 8 milyon civarındaki kadın işçinin önemli bir bölümü zaten “iyi işlerde” çalışamıyor. Çoğu esnek, güvencesiz çalışma olduğundan pandemide işini kaybeden ve bu esnada da hiçbir hakka sahip olamayan grupların çoğu kadın işçilerden oluşuyor. Örneğin bu dönemde yüzbinlerce ev işçisi kadın kapanmadan dolayı işini kaybetti, kayıtsız çalışma nedeniyle yok sayıldılar, işsizlik fonundan da destek alamadılar.
Gelir uçurumunun dibindekiler toplumsal cinsiyet eşitsizliklerine maruz kalanlar, ayrımcılık görenler, sosyal dışlanmaya maruz kalanlar. Kadınlar, LGBT+’lar, engelliler, İstanbul Bahçelievler'de çekçeğine el konan 17 yaşındaki genç kadın Dursun Güllü mesela.
Kadın işsizliğinin ve istihdam edilenlerin de kalitesiz işlerde olmasının bu hali sadece neoliberal politikaların ve pandeminin bir sonucu değil, aynı zamanda Türkiye’de izlenen ayrımcı, cinsiyetçi patriyarkal politikaların aynasıdır. Artık “işsizlik bir kadın sorunu” demekten başka yol yok gibi görünüyor.
20 yıldır hükümetin dönemsel olarak hazırladığı ve AB fonlarına göz kırpan strateji planlarında kadın işsizliğini çözme vaadi bulunuyor. Bir dönem bitiyor hiçbir şey değişmiyor, tekrar aynı süslü ve muğlak ifadelerle aynı strateji planı yapılmaya devam ediliyor. Ve bütün bu yıllar boyunca kadın işsizliği sorunu daha da kötüye gidiyor. Bu başarısızlığın sebebi merak edilmiyor çünkü aslında kağıt üstünde yazan şeyler makyaj mahiyetinde ve gerçekte kağıt üstünde kalsın diye yazılmış durumda.
Bunlardan bir istisna var, onun da etkisi ölçülmüş değil. Bu plan, kadın işsizliği ve genç işsizliği için İŞKUR üzerinden başvurmak koşuluyla işsizlik fonundan sigorta primlerinin ödenmesiydi. Bu politikanın sermayeyi mi desteklediğini, yoksa istihdamın artmasına yönelik bir etkiye mi sahip olduğunu öğrenme şansımız olamadı. Sonuçları izlenmediği için böyle bir bilgi de verilmiyor.
Yine strateji planlarında açık bir şekilde kadın istihdamının artırılması için, belediyeler üzerinden daha çok çocuk, engelli, yaşlı ve bakım hizmeti sunacaklarını taahhüt etmelerine rağmen bu yönde de somut bir adım atılmış değil. Hatta tam tersi yapılıyor. Kadınları aile içinde tutacak sosyal güvenceden yoksun bir statüsüzlüğe mahkum edecek şekilde, bakım emeğinin karşılığı olmaktan uzak bir miktarda bakım yardımı veriliyor.
Çocuk, yaşlı, engelli bakımının sadece kadınların omuzlarına yükleyen, ev emeğini kadının doğal işleriymiş gibi sunan bu uygulama, yardım alan kadınlar tarafından doğru bulunduğu için değil, başka bir çare göremedikleri için kabul edilmektedir.
Kadınlar, bu yaşantının alternatifi olan şartlara kavuşma konusunda güvence verildiğinde, ekonomik bağımsızlıklarını inşa edebilecekleri yaşamları tercih edeceklerdir. Kim hak olarak verilmeyen ve ücret bile olamayan güvencesiz bir devlet yardımına muhtaç olarak yaşamak ister?
Kadını erkeğin ve iktidarın boyunduruğu altına alan, emeğini görünmez kılan bu politikalar, kadını birey olarak dahi görmeyen ve kadını sadece aile ile tanımlayan bir anlayışa sahiptir. Önce kadınları güçsüzleştiren emeğine, bedenine, kimliğine el koyan bu anlayıştan kurtulmak gerekiyor.
Toplumsal cinsiyet eşitlikçi politikalar yürütmek ve kadının siyasete eşit katılımı, hızla iyileşme için zaruri görünüyor. Gerçek bir sosyal politika, bakım işlerinin sadece kadınların sorumluluğu olmadığını, erkeğin ve toplumun da sorumlulukları olduğunu esas almak zorundadır. Kadın işsizliğinin yenilmesinde bakım emeğinin toplumsallaşması esaslı bir rol oynadığı için, çok ciddi bir gelişme ancak ev içi işlerin erkekle paylaşılması yanında kamudan parasız ve nitelikli hizmetlere erişim sağlanmasıyla olur. Yerel yönetimler eliyle ve kamu eliyle nitelikli ve parasız bakım hizmetleri sunulmalıdır. Aksi halde 20 yıldır nasıl çözülmediyse, sittin sene kadın işsizliği sorunu çözülmez. Dolayısı ile aslında teşhis ve tedavi bilinmediği için değil, mevcut siyasi iktidarın tercihlerinden dolayı kadın işsizliği kangrenleşen bir sorun olmuştur. Kadın işsizliğini çözmek için, kadını öncelemeyen adaletsiz, cinsiyetçi istihdam rejiminden kurtulmamız gerekiyor.