Bizler biliyoruz ki bir dili var eden, taşıyan ve yaşatan kadındır. Yarım olduğum hissinin peşimi bırakmaması, Kürtçe konuşamamak bu gerçeğin farkında olarak bütün bu baskılara rağmen Kürtçeyi her alanda görünür kılarak kullanmaya çalışmak, bir kadın olarak ‘Ben’e (xwebun) ulaşma mücadelesidir
Türkiye’nin batısında kısmi bir Kürtçe ile büyüdüm denilebilir. Kürt olmamızın bugün dahi yasak olduğu yerlerde Kürt olmak ve Alevi olmak kültürel olarak devam ediyordu. Liseye başladığım zaman bu ayrımın farkına net bir şekilde varmıştım. Nenelerimden ve annemden öğrenmiştim -anladığım kadar- olan Kürtçeyi. Öncelikle kendi içimde ben kimim sorusuyla mücadele vermeye başlamıştım sonrasında Türk olma ve Türkçe’nin yaşadığım yerlerdeki hakimiyetinin dayatmadan öteye geçemediği bu noktada Kürt olmaya dair birçok alanda verdiğim ve kendim olma mücadelesini fark ettim denilebilir. Dil bölümü okumamın temel sebeplerinden biri bu olabilir. Üniversiteye başladığım zaman Kürtçeyi anlayıp konuşamamanın dalga geçilen bir konu olduğunu öğrendim, bir yandan haklılardı diğer yandan ise haksız olduklarını düşünüyordum ki bugün hala daha bunun mücadelesini veriyorum. Bir noktadan sonra bu durumun bende uyandırdığı his ait olmam gereken toprak, dil, kültür yani ait olduğum bir “Ben”e (xwebun) ulaşma arzusu olduğuydu. Bu eksiklik ve yarımlık hali büyüyemediğim toprağımın dili ve kültürüyle var olma isteğimi ve hissini arttırdığını biliyorum.
Kendime ulaşma noktasında eksikliğim her geçen gün çok acı bir gerçek olarak karşıma çıkıyor. Kürtçeyi yeteri düzeyde konuşamamak, bir dil bölümü okumuş ve dilbilimci olduğum halde kendi anadilime yeteri düzeyde ulaşamadığım gerçeği ile Beni karşı karşıya getiriyor.
“Anlıyorum ama konuşamıyorum” trajikomik olan bu gerçek, asimilasyon ve baskının Kürt ailelerinin ve çocuklarının üzerindeki yansımasının bir sonucudur. Bana kendimi; dili konuşma, yazma, dinleme noktasında eksik hissettirmesi gerçeğinden bahsediyorum. Kürt- Alevi bir kadın olarak başka bir “Ben” mümkün mücadelesini verdiğimden, vereceğimden bahsediyorum. Muhteşem bir özlem duyuyorum, tutunuyorum ait olduğum kültüre. Bu beni yaşamak için ve mücadele için cesaretlendiriyor. Bu yüzdendir ki ait olduğum dile ve yaşama koşmak için tamamlanacağım günleri iple çekiyorum.
Anadilim Kürtçeyle geç olsa da tanışmıştım, dili öğrenmek için birçok dergi, kitap gazete araştırıyor ve inceliyordum ve 15 Mayıs’ın Kürt Dil Bayramı olmasında büyük önem taşıyan Hawar dergisi karşıma çıktı bundan bahsetmek istiyorum. Çünkü dönem ve şartlar ne denli zor olursa olsun asimilasyona karşı verilen mücadeleler beni etkiliyor.
“Hawar” 15 Mayıs 1932’de Şam’da yayımlanmaya başlayan, 57 sayı basılan, 1943’e kadar devam eden Kürtçe edebiyat dergisidir.
Dergi Latin alfabesiyle yazılan ilk Kürtçe dergi olmasının yanı sıra amaç olarak da Kürt alfabesini yaymak, Kürtçe’nin lehçeleri üzerinden araştırmalar yapmak, Kürt dilinin kökenini incelemek, Kürt sözlü kültüründeki hikâyeleri derlemek ve yayınlamak, Kürt edebiyatında yayınlanmış tarihi ürünleri bir araya getirmek ve duyurmak, Kürt tarihi ve coğrafyası üzerine araştırmalar yapmak olduğunu biliyoruz.
Celadet Ali Bedirhan, Hawar’ın ilk sayısında şunları ifade ediyor: “Hawar dengê zanînê ye. Zanîn xwe nasîn e. Xwe nasîn ji me re rêya felat û xweşîyê vedike. Her kesê ko xwe nas dike, dikare xwe bide nas kirin. Hawara me berî her tiştî heyina zimanê me dê bide nas kirin. Lewma ziman şerta heyinê ya pêşîn e.”
“Hawar bilimin (bilmenin) sesidir. Bilim ise insanın kendini tanımasıdır. Kendini tanımak kurtuluş ve güzelliğin yolunu açar. Kendini tanıyan herkes, kendisini tanıtabilir de. Bizim Hawar'ımız her şeyden önce dilimizin varlığını tanıtacak. Bu sebeple dil bizim temel varlık sebebimizdir.” Dilin varlık sebebimiz olduğu sözünü esas alıp özgür kadın mücadelesinin içerisine dahil olan anadilde eğitim ve Kürtçe yaşamak mücadelesini bu noktada içselleştirdiğimi söyleyebilirim kendi adıma. Her Kürt kadının bu bilinç noktasıyla hareket edip varlık sebebimiz olan dili, kültürü, yaşamı her alanda taşımanın ve yaşatmanın sorumluluğunu alması gerekmektedir. Bugün ataerkil bir toplumun kadınlar üzerinden dil noktasında da tahakküm kurmaya çalıştığı gerçeği her geçen gün daha da artıyor. Bu nokta da ele almak istediğim konu dilbilimi, anadil gerçeği, kadın dili ve kadının taşıyıcısı olduğu kültür gerçeğini gözler önüne sermek olacak.
Bir toplumun kültürünü dili yoluyla araştıran, inceleyen bilime dilbilimi diyoruz. Ne güzel diyoruz değil mi? Hali hazırda bir toplumun dili hala daha yasakken ataerkil zihniyetin oluşturduğu bu devletin kabullenemediği Kürt dili ve kültürü gerçeği varken önümüzde.
Dil olgusu toplumların mihenk taşıdır. Bir toplumu yaratan, toplumun değerlerini aktaran, bir arada tutan, yani toplumu toplum yapan bir olgudur. Bu durumu yok etmeye çalışmak kadının varlık gerçeğini yok etmektir.
“Kadın dili” konusunun günümüzde ataerkil zihniyet tarafından yozlaştırıldığını ve köksüz bırakılmaya çalışıldığı kapitalizm gerçeği ile bunu her alanda kullanarak eril zihniyete hizmet eden modern kadın yaratma isteği dil noktasında da gözle görünür hale geliyor. Kadının anadilini konuşmaktan kaçınması, anadilinden utanması, kadının dilde yetersiz olması ve kendisini anadilinde ifade edememesi, dili ve toplumu yok etmekle eşdeğerdir.
Dilbilimciler dil biçimlerinin kadın ve erkek arasında biyolojik ve toplumsal etkenlerden dolayı farklı olduğunu bizlere aktarır. Bu noktada şunu dile getirebiliriz kadın ve erkek değişik toplumsallaşma süreçlerinden geçerek farklı ve değişik davranış biçimleri edinirler doğru orantılı olarak da kullandıkları dil biçimleri de birbirinden farklı olarak karşımıza çıkıyor.
“Kadın dili” bu noktada toplumun her alanında kullandığı dil ile üreten, taşıyan ve yaşatan olarak değerlendirilebilir.
Dilbilim tarihinde cinse bağlı olarak ilk ilginç örnek Carib Adası yerlilerinin dili olmuştur. “Carib yerlileri, Arawak kabilesinin yaşadığı adaları ele geçirerek yerleştiklerinde erkeklerin tümünü öldürerek Arawak kadınlarla evlenmişler. Kadınlar tüm bunlara rağmen Arawak dilini konuşmayı sürdürmüş kültürü aktarmaya devam etmiş ve kızlarına öğretmişler. Erkek çocukları ise annelerinin ve kız kardeşlerinin dilini anladıkları fakat beş, altı yaşlarından başlayarak toplumun içinde olduklarından babalarının dilini kullanmaya başlamışlar. Sonrasında kadınlar ve kız kardeşler de Carib erkeklerinin dilini kullanmaya başlamışlardır. Tüm bu duruma karşı Arawak kadınları Carib Adası yerlilerinin dilini etkilemiş ve Arawak dilinden kelimeler Carib yerlilerinin diline eklenmiştir.”
Carib diline ilişkin bu gözlemler kadın ve erkeklerin dil kullanımındaki ayrılıkları dile yansıtmada ilk örnek olarak önem taşımaktadır. Daha sonra yapılan araştırmalar iki cins arasındaki dilsel ayrılığın çok yaygın bir olgu olduğunu göstermiştir.
Ne kadar tanıdık bir hikâye değil mi?
Tanıdık diyorum; 1938 Dersim Katliamı Kürt Alevi bölgelerinde yaşayan kadınlar ve kız çocuklarının Türkiye’de şehirlere yerleştirilmeleri askerlerle evlendirilmeleri, Türk okullarına gönderilmeleri yani Arawak kadınlarının hikâyesiyle aynı olması, bugün hali hazırda Türkiye ve Kürdistan’da yaşayan Kürt kadınların anadiline istenilen boyutta ulaşma imkansızlığının özellikle devlet eliyle kurulan halk eğitim vb. merkezlerin okuma yazma adı altında sözde dil öğretmeye çalıştığı bununla beraber asimilasyon politikalarıyla unutturulmaya çalışılan Kürt halkının kültürü, her alanda olduğu gibi kadın ile başladığı bilinen yaşamın aslında yine kadın üzerinden yok etme girişimleri… Bu verilen örneklerin hepsine hepimiz çok yakından tanıklık etmişizdir. Sonuç olarak bir halkı ortadan kaldırma yönteminin kadınlara unutturulan önce anadil sonra kültür olduğu açıkça ortada olan bir sorun olarak bahsedilen durumlardan da anlaşılıyor. Bir başka sonuç olarak “Ben”e xwebun ulaşamama eksik ve yarım kalma hissinin birçok toplumsal soruna yol açtığı gerçeği oluşuyor.
Bu yazdıklarım kadının, dili taşıyan ve yaşatan olduğunun dilbilimsel olarak kanıtıdır. Bununla beraber toplumu oluşturan yapının dil ile doğru orantılı olduğundan kadının toplumu var eden ve devam ettiren bir güce sahip olduğu yadsınamaz bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor.
Günümüzde kadınların toplumsal yaşamla iç içe olmasının dili dönüştüren, geliştiren ve yaşatacak olmasının vasfı bulunmaktadır. Ataerkil zihniyetin toplumsal yaşamın her alanında ahlak gelenek vb. olgularla kadını ciddiye almama, baskılama, korkutma özellikle çalışma yaşamına girmiş kadına sadece karşı cins gözüyle bakıp eşit bir iş arkadaşı olarak kendisine denk görmemektedir bu noktada kadın dili, sadece cins üzerinden yaratılan kadın algısını, kadının sesini, kadının toplumla ve yaşamla olan mücadelesinin büyük bir parçasını oluşturmaktadır.
“Kadın Dili” tabirinin içinin gerçek anlamı dışında kullanıldığı ve kapitalizmin dayatmaları ile sadece tüketen kadın modeli yaratılmaya çalışıldığı ve bunu da dil yoluyla kadının çok konuştuğu, konuşmalarıyla anlaşılmayan ve bunu da kadının davranış yoluyla aktardığı düşünülen içi tamamen boşaltılmış olduğu ve tabi ataerkil zihniyetin dayattığı toplumsal yozlaşmanın gerçek olduğu yaratılan ve oluşturulan kadın algısıyla karşımıza çıkıyor.
Bugün Kürt kadını anadil ve kadın dili özelinde sistematik bir şekilde yok oluşa karşı oluşturduğu duruş ve tavırla mücadelede özgür kadın, özgür yaşam şiarıyla hareket ediyor. Kürt kadını bir parçadan bütüne doğru olan bir akışta ilerlemekle kalmayıp bunu pratiğe dökmek için yılların verdiği zorunlu mücadeleyi karşımıza çıkarıyor, özgürleşme için dil ve kültür Kürt kadınlarının mücadelesi bu noktada hep var olan Türkiye’de ve Kürdistan’da yaşayan kadınların Kürtçeye ulaşmak için birçok yöntem oluşturduğunu ve oluşturmaya devam edeceğinin kanıtıdır. Dilbiliminin tanımını yaparken bir toplumun kültürünü dili yoluyla araştıran bir daldır demiştik. Kürt kadını bu durumun farkında olmak ve yaşadığı coğrafyadan ait olduğu toprağından, kültüründen ve Kürtlüğünden asla geri adım atmayan bir noktada olmak durumundadır. Çünkü bizler çok iyi biliyoruz ki bir dili var eden, taşıyan ve yaşatan kadındır.
Yarım olduğum hissinin peşimi bırakmaması, Kürtçe konuşamamak bu gerçeğin farkında olarak bütün bu baskılara rağmen anadilim Kürtçeyi ve Kürt kültürünü her alanda görünür kılarak kullanmaya çalışmak bir kadın olarak “Ben”e (xwebun) ulaşma mücadelesidir.
Anadilimiz toprağımızdır, anadilimiz kültürümüzdür, anadilimiz varlığımızdır.