Kapitalizmin tahribatı içinde “kadın kırımı” politikaları gelişirken, örgütlü kadınlar sistem dışı çözüm yollarına yöneliyor. Doğayla bütünleşen kadınlar, ekolojik mücadelenin temel olduğunu bilerek hareket ediyor. Varto’da bu bağlamda yaşam yeniden düşünülüyor, yeniden inşa ediliyordu
Erkek egemen sistemin dışında kök bulan her bilgi ve anlam, toplumsal sorunların güncel çözümünü içinde taşır. Toplumsal sorunlar iktidarın seyri doğrultusunda biçimleniyorsa, çözüm de onun dışında aranmalıdır. Peki, toplumsal sorunların çözümünü mevcut sistem içinde aramayacaksak, nerede aramalıyız?
“Kaybettiğin yerde ara” perspektifi, bu noktada bizi yönlendiren kuşkusuz bir gerçektir. Toplumlar tarihi boyunca mücadelesi verilen eşitlik, özgürlük ve adalet gibi kavramların henüz şekillenmediği, toplum zihninde yer etmediği dönemlerdeki ana kadın yaşamı, bu anlamda referansımızdır.
Doğa-toplum ve kadın-erkek diyalektiği ekseninde gelişen bu yaşam tarzı, tahakküm ilişkilerinin bulunmadığı, şiddetin ve sömürünün olmadığı eşit ve adil bir toplumun mümkün olduğunu ortaya koymaktadır. İlk ezilen ulus olan kadının doğasından ve hakikatinden koparılmasıyla başlayan lanetli tarih, bugün yaşadığımız toplumsal sorunların katmanlaşmasına neden olmuştur.
Bugün politik olarak “kadın kırımı” olarak ifade ettiğimiz olgular, biyolojik değil toplumsal temelli sorunlardır. Bu nedenle toplumsal kurtuluşun yolu kadın özgürlüğünden geçmektedir. “Nereden başlamalı?” sorusunun ardından doğal olarak “Nasıl yapmalı?” sorusu gelir. Kürt kadın hareketinin pratik politikaları bu soruya güçlü bir yanıt sunmaktadır. Yalnızca Varto’da gerçekleştirilen Kadın Kültür ve Doğa Festivali dahi çözüm için bizlere anlamlı bir pencere açmaktadır. O hâlde, kadın hareketinin açtığı bu pencereden birlikte dışarı bakalım.
Virginia Woolf’un “Kendine Ait Bir Oda”sı bir topluluğun ütopyasıyla buluştuğunda, duvarların yerini dağlar ve yamaçlar, tavanın yerini gökyüzü alır. 29-30 Haziran tarihlerinde Varto’da Kürt kadın hareketinin örgütlediği Kadın, Doğa ve Kültür Festivali bir kez daha “mümkünler yurdu”nun kadın yurdu olduğunu gösterdi.
29 Haziran sabahı, Varto merkezinde toplanan kadınlar “Jin, jiyan, azadî – Biji yekîtiya jinan” sloganlarıyla yürüyüşe başladı. Festivalin ilk adımları şiddetsiz bir yaşam umudu içindi. Kadın bedeninin savaş ganimeti sayılmasına, aile içi şiddetin “özel alan” adı altında normalleştirilmesine, üniformalı şiddete ve bunları cesaretlendiren cezasızlık politikalarına karşı kolektif bir itiraz yükseliyordu.
Kadınlar taleplerle değil, inşa iradesiyle alandaydı. Saman balyalarını yastık yapıp, başlarını dağın eteklerine yaslarken söğütlerin gölgesinde çadırlar kuruluyordu. Her biri farklı yaşanmışlıklar, kültürel zenginlik ve deneyim taşıyan kadınların komün bilinci umudu yeşertiyordu.
Toplumsal çözüm üretimini iktidar dışında arayan bu kadınlar, Japonların “sonbahar kokusu” dediği matsutake mantarına benziyordu. Tahrip edilmiş ormanlarda hayatta kalan bu yabani mantar, simbiyotik ilişkilerle başka bir yaşamın mümkünlüğünü gösterir. Anna Tsing’in “Dünyanın Sonundaki Mantar” adlı çalışmasında dediği gibi: “Kapitalizm sonrası yaşamı anlamak için Matsutake’ye bakmalıyız.” Biz de Ortadoğu’da diyalektik olarak kadınlara yüzümüzü dönmeliyiz; çünkü bu, hakikate yüz dönmektir.
Kapitalizmin tahribatı içinde “kadın kırımı” politikaları gelişirken, örgütlü kadınlar sistem dışı çözüm yollarına yöneliyor. Doğayla bütünleşen kadınlar, ekolojik mücadelenin temel olduğunu bilerek hareket ediyor. Varto’da bu bağlamda yaşam yeniden düşünülüyor, yeniden inşa ediliyordu.
Özel savaş ekonomisinin talanı, kadının emeğini yok sayan ve makbul roller dayatan politikalara karşı çözüm yine doğadaydı. Ekoloji panelinde konuşan her kadın, bu bilinçle toplumsal farkındalığı yükseltmeye çalıştı.
Kapitalizmin doğa-kadın diyalektiğini çarpıtarak metalaştırmasına karşı, Jineolojî atölyesinde kadının doğası tartışıldı. Doğa ve anlam ilişkisi Jineolojî perspektifiyle yeniden anlam kazandı. Neolitik toplumlardaki yaratıcı değerlerin kadın eliyle süzülmesi gerçeği, annelerin deneyim aktarımıyla tescillendi. Bu aktarım genç kadınların enerjisiyle birleşerek yeni bir yaşam inşasına köprüler kurdu.
Kürt kadınları için kadın kırımının en keskin politikası olan asimilasyon, karşı mücadeleye gerekçe olurken; festivalin en coşkulu alanı sanatçıların emeğinde gizliydi. “Özgürlük çocuklukta başlar” diyerek çocuk atölyelerinde anadilde eğitsel etkinlikler düzenleyen sanatçılar, çocuk şenliğini doğayla buluşturdu. Akşam sinemasında kadınlar yıldızların altında bir araya geldi. Gün, kadın govendi ve konserlerle son buldu.
Özgür sanatın izini sürenlerin, Jineoloji’yi karanlıktan çıkaranların, ekolojistlerin, hukukçuların, barış annelerinin, “anadili yaşamdır” diyenlerin, ezcümle erkek egemen sisteme karşı dayanışma içinde örgütlenen kadınların bu komün iradesi, çözümün de ta kendisidir.
Demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü kolektif yaşam biçimi, bu tablo karşısındaki en gerçek çözüm perspektifidir. Bu festival, çözümün mümkün olduğunu ve pratiğe dökülebileceğini bizlere bir kez daha gösterdi.
Kadın kırımı karşısında çözümün adresi, “kadın komünleri”dir. Ortak yaşam ve kararlılık iradesi, demokratik ulusun inşasında kadınların öncülüğünde örgütlenmenin ne kadar yaşamsal olduğunu göstermektedir.