Kürtaj, istemediğin çocuğa sahip olmama hakkıdır, kadının kendi bedeniyle ilgili meselelerde söz sahibinin kendisi olması gerektiğine vurgudur. İktidardaki erkek egemen sistem, “Her kürtaj bir Uludere”dir diyerek insanı ürpertecek tanımlarla karşı çıkıyor kürtaja?
2024’ün Ocak-Eylül arasındaki kesitte 295 kadın katledildi, 184 kadın şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi. Gülistan Doku neredeyse 5 yıldır “kayıp”. Üniversite öğrencisi Rojin Kabaiş’in cesedi 18 gün sonra bulunabildi. İlk 3 gün hiçbir girişimde bulunmadılar Rojin için. Sonra, kimden neyi gizlemek istiyorlarsa dosyaya gizlilik kararı getirdiler.
Bunları veri olarak kaydediyoruz fakat ardında yatan erkek egemen rejimin kodlarını ve kadın düşmanı politikaları her defasında hatırlamaya, bizim kafamızda açık olanı başkalarına da anlatmaya, yapılması gerekenleri tartışmaya ihtiyacımız var.
Önleyici, koruyucu tedbirleri olan, kararlar uygulanmazsa zorlama hapsine hükmeden 6284 sayılı Kanun’un adı var ama açık ki doğru dürüst uygulanmıyor, cinayetlerin ardı arkasının kesilmemesiyle tanık oluyoruz buna.
Kadınları ve onların hayatını hiçe sayan politikalar, bu cinsiyetçi dil ve uygulamalar şiddetin bütün biçimlerinin yaşamımıza sirayet etmesine yol açtı. Şiddetin bütün biçimlerini derinleştirdi ve olağanlaştırdı.
Cezasızlığın beslediği kadın cinayetleri girdabı, her defasında daha vahşi biçimlere bürünerek gündemimize giriyor. Özellikle Ayşenur Halil ve İkbal Uzuner’in yarımşar saat arayla vahşice katledilmeleri hafızalara çakıldı kaldı. Türkiye’nin her yanında kadınlar, liselerden üniversitelere mahallelerden kent meydanlarına kadar sokaklara döküldü. Bu gidişin önünü almayı başaramaz, herkesi harekete geçirmezlerse aynı şeyin kendi başlarına gelebileceğini -bilinçli ya da sezgisel olarak- biliyorlardı. Şiddetin meşrulaştırılması erkek egemen sistemin alamet-i farikalarından biri olarak hükmünü yürütüyor.
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, toplumsal basıncın yükselmesi üzerine ‘düzenlemeler, uygulamalar, şunu yapacağız, bunu yapıyoruz’ diyerek bir şeyler geveledi durdu. Geveleme işte, aslında neyi neden yaptıklarını ve bu politikaların neye hizmet ettiğinin farkındalar. Her şey olup bittikten, kadınlar vahşice katledildikten sonra konuşmaya başlıyorlar. Ne söylüyorlar peki: “Kamuoyunda duruşmadaki kılık kıyafeti nedeniyle indirim alan kişilerle ilgili hep eleştiri söz konusu oldu. Kişiler serbest kaldıktan sonra birtakım delillerin, görüntülerin ortaya çıkması toplumda rahatsızlığa neden oluyor.” Çiğnene çiğnene sakıza dönmüş şeyler bunlar, kimseyi inandıramazlar.
Korku, kaygı, tedirginliğe eşlik eden çaresizlik!
Eylemlere katılan bir lise öğrencisi “Asla tekin bir sokak yok. Akşama kalmayayım desem benzer saldırılar gündüz yapılıyor. Tenha yerden geçmeyeyim desem kalabalık yerlerde yapılıyor. Kendimizi korumanın bir yöntemi yok…”
Bu korkuyla yaşıyor milyonlarca genç kadın. Yurtlar kentin kuş uçmaz kervan geçmez köşelerine, dağ başlarına yapılıyor. Kadın öğrencilerin ayağını kent merkezlerinden kesmek için yapılan bu bilinçli tercih, biliyoruz ki erkek tacizine, tecavüzüne zemin hazırlıyor. Kadın öğrenciler yurtlara geldiklerinde çok detaylı bir aramaya tabi tutulduklarını söylüyor, “Bu yetmezmiş gibi bir de kokluyorlar” diye ekliyorlar. Ama yurt kapısının bir adım ötesinde neyle karşılaşacağınız meçhul…
Kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz ve cinayet için o kadar uzağa gitmenize de gerek yok! İstanbul’un Taksim’inde iki kişi sokak ortasında bir kadına tecavüz girişiminde bulunuyor ve savcılıktan serbest bırakılıyorlar. Deyim yerindeyse, “kulakları bile çekilmiyor. Sokak ortasında tecavüze yeltenecek kadar pervasız bu azgınlık bu kadar açık şekilde ödüllendirilince devletin bu tutumu, peşlerinden gelen erkeklere de cesaret iksiri oluyor.
Mağduru değil faili anlamaya çalışmak da hayli yaygın bir çürüme hali. “Keşke gitmeseymiş, keşke tek gitmeseymiş…” deniyor. Katille özdeşlik kurmanın bir adım öncesi bu!
Daha da beteri katili aklamak için kimi yetkili ağızlardan katledileni suçlu çıkarma çabalarına tanık oluyoruz. Faşist rejimin kimi piyonları “Fail sabıkasız, ne başkası ne de rahmetli kızlarımız tarafından bir şikayet yapılmış” diyebiliyor -bunu utanmadan söyleyen bir kadın üstelik: Işıl İlgin Oktay, AKP’de politika yapıyor.
Bu “keşke”lerin, “o da öyle yapmasaymış”, “o kıyafeti giymeseymiş”, “öyle oturmasaymış”, “o saatte sokakta ne işi varmış” tarzında mağduru, saldırıya uğrayanı suçlu çıkarma çabasına da yabancı değiliz hiçbirimiz.
Kadın aileden, çocuk kadından ayrı düşünülemiyor
Faşist rejimin “tek adamı” Erdoğan’ın kadınlara aile kurumu üzerinden ayar vermeye kalktığı örnekler dönemin ruhunu ve bugün gelinen noktayı kavrayabilmek için her zaman azımsanmayacak bir fikir verdi.
“Kadın ile erkek eşit değildir ve eşit olmaya çalışmamalıdır!” sözüyle açılmıştı yeni dönemin kadın düşmanı politikalarının piyasaya sürülmesi. Her şey özel mülkiyet sisteminin gözü gibi koruduğu “aile” kurumunun yeniden dizaynı içindi. Kadın üzerinden yürütülen bu mühendislik çalışması, toplumsal dokuda kadının rolünün sınırlarını çiziyordu: “Kadının iş hayatına katılmasına karşı değilim ama kadının asli görevi anneliktir” sözü de yine Erdoğan’a ait. Ardından “Anneliği reddeden kadın, eksiktir, yarımdır” şeklindeki hüküm cümlesi geldi. “Her kadın en az üç çocuk doğurmalı” diyerek el yükselttiler.
Evliliği-aileyi kutsama, boşanmayı zorlaştırarak kadını evin duvarlarına hapsetme işine hız verdiler. Bedenleri muhasara altındaki kadınlar “Her kürtaj bir Uludere’dir” diyen faşist şefin yönlendirmesi ve toplumda yarattığı algı nedeniyle bedava ve güvenli kürtaj hakkına erişemiyor artık. Sözde kürtaj yasal, gerçekte yasaklı!
Kürtaj, istemediğin çocuğa sahip olmama hakkıdır, kadının kendi bedeniyle ilgili meselelerde söz sahibinin kendisi olması gerektiğine vurgudur. İktidardaki erkek egemen sistem, “Her kürtaj bir Uludere”dir diyerek insanı ürpertecek tanımlarla karşı çıkıyor kürtaja? Kadının, bedeni üzerinde üretimi kontrol edebilme hakkına el koymak istiyor!
Türkiye’de 2001’de 2,38 seviyesinde olan doğurganlık hızı, 2023’te 1,51’e geriledi. Doğurganlığı arttırmak için dört ay olan ücretli doğum izninin süresi çocuk sayısına göre kademeli olarak artırılacağı konuşuluyor. Kadınlar yine kategorilerle tanımlanıyor: Anneliği reddeden kadın, kürtaj yaptıran kadın… gündemdeki saldırı ise kadının çocuğunu ne şekilde doğuracağı!
Sağlık Bakanlığı işbaşında: Normal nedir?
Rejimin Sağlık Bakanlığı’na hazırlattığı daha adından bir savaşa girilmekte olduğu izlenimi yaratan -“Normal Doğum Eylem Planı”- kapsamında hazırlattığı kamu spotunda kadınların vajinal doğum yapması başarılı, sezaryen ile doğum yapması başarısız ilan ediliyor. Normal doğum yapan annelerin bebekleriyle daha sağlıklı bir bağ kurduklarını ilan ediyor. “Doğal olan normal doğum”dur diyerek kadınların bedeni üzerinde tahakküm kurmaya çalıştığı yeni bir saldırı kampanyası yürütülüyor.
Sezaryenle doğum başta olmak üzere kadınların bedenleri üzerindeki tasarruf dünyanın her yerinde haktır. İnsan, kadınların duygularına hitap etmeye çalışan bu yeni saldırının ardında yatan ne, ‘acaba bu kez hangi kadın düşmanı dalaverenin peşindeler’ diye düşünmeden edemiyor. Cevabı İstanbul Tabip Odası veriyor:
“Sezaryen oranlarının yüksek olmasının en temel nedeni, hekim veya hasta tercihleri değil vajinal doğum için gerekli destek mekanizmalarını kapsayan sağlık politikalarının üretilemiyor olmasıdır. Vajinal doğumun yaygın olduğu ülkelerde karşımıza çıkan gebelere hem tıbbi bakım veren hem de onları duygusal olarak destekleyen ebelik sisteminin bitme noktasına getirilmiş olması başlıca nedenlerden biridir. Koğuş gibi doğumhaneler, performans sistemi, ebelik sisteminin fiilen işlemez oluşu, kız çocuklarını kapsamlı cinsellik eğitiminden yoksun bırakarak doğum korkusunu büyüten politikalar bu artışın temel nedenidir.”
Özcesi, özelleştirilen ve metalaştırılan sağlık sistemi “ne kadar çok hasta o kadar çok para” düsturuyla bant sistemi yürütülüyor. Yani doğumun nasıl olacağı meselesi ne hekimlerin ne de hastaların tercihi! Sağlık Bakanlığı’nın, anne olmaya hazırlanan kadınların fizyolojik ve ruhsal sağlığını önemsiyormuş pozları takınmasına hiç gerek yok; böyle yaparak devasa suçlarını hafifletemezler!
Özgürlüğümüz, bedenimiz, geleceğimiz bizim, bunları almaya kimse yeltenmesin!