‘Gençlik gelecektir’ diyoruz haklı olarak, ama bu gelecek farklı tür ve tonlardaki ırkçı, faşist düşüncelerle enfekte olmuş cinsiyetçi, nihilist, hedefsiz bir gençlik kitlesiyle kurulamaz
Yaprak kımıldamaz bazen, yıllar geçer… “Ne zaman ayağa kalkacak bu insanlar, daha ne olmasını bekliyorlar” yakınmaları duyulur sağda solda herkesin hoşnutsuzluğuna tercüme edilebilir cümlelerle. Mayalanmaktadır oysa derinden akan nehirlerde öfkenin beslediği isyan…
Son bir haftadır Türkiye’de yaşananları bu sayfanın okurlarına uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. Burjuvazi ve iktidarının “iç cepheyi güçlendirme” söyleminin bütün uygulamalarının kimi zaman adım adım kimi zaman da hayli telaşlı -ve elbette sürtünmeli- bir tarzda devreye sokulmaya çalışıldığına tanık oluyoruz.
Yıllardır işçi ve emekçilerin hayatlarını cehenneme çeviren saldırılar, işsizlik ve yoksulluk yanında umutsuzluğu ve gelecekten duyulan kaygıları büyüttü, öfkenin taşlarını döşedi. Bunun hayatın akışına denk sonuçlarına tanık oluyoruz. Günlerdir ‘yeni bir halk isyanının başlangıç adımlarını yaşıyoruz’ demek çok yanlış olmaz.
İstanbul belediyelerine yapılan ve CHP’yi hedefleyen saldırı asıl olarak toplumu korkutup sindirme amaçlıydı. Politik bir iddiası ve ‘muhalif’ bir duruşu olmayan insanların bile aylar öncesinden başlayarak birer birer tutuklanmasıyla örüldü bu yıldırma hamleleri…
Hedefleri “iç cepheyi güçlendirmek”ti!.. Bunun bir ayağını korkutup sindirmek oluşturuyordu, diğer ayağını ise toplumsal muhalefet cephesindeki çatlakları büyütüp derinleştirmek. En başta da Kürtlerle CHP tabanı arasındaki çatlakları büyütme hedefi geliyordu.
Günlerdir hız kesmeyen sokak eylemleri ne mitinglere sıkıştırılabildi ne de 2 bine yakın işkenceli gözaltına, yüzlerce tutuklamaya rağmen -şimdilik- geriletilebildi. Belli başlı bütün üniversitelerin öğrencileri militan boykotlarla öne sürdü taleplerini. Barolar, akademisyenler, öğretim üyeleri, eğitimciler ses yükseltti: Hak, Hukuk, Adalet!
Eğitim-Sen’in bir günlük iş bırakması anında tutuklama ve ev hapisleriyle yanıtlandı. Otomatiğe bağlanmış mahkeme kararları ‘buna değdi buna değmedi’ bile değil, ‘hepsine değmiştir’ denilerek verildi; gazeteciler, mücadeleci sendikacılar birer ikişer gözaltına alınmaya başlandı.
Eylemcilere, özellikle de kadın eylemcilere* yönelik saldırganlığın görsellerle de gün yüzüne çıkan örneklerine tanık oluyoruz. Daha beterini uygulamaya da yönelebilirler, bunun dozajını biraz da hareketin seyri ve temposu belirleyecek. Sertleşerek mevcut kitleyi o an için zaptetseler bile sonrasında kitlenin büyümesine engel olup ol(a)mayacaklarını kendileri dahil kimse bugünden kestiremez. Katliama kadar uzanabilecek sürecin daha önce çok sayıda örneğini yaratmış faşist bir devletten bahsediyoruz. Ne var ki, süreç ve olasılıklar her zaman birbiriyle özdeş olmaz. ‘Toplum mühendisliği’ dersinde dirsek çürütmüş faşist iktidar bloku bütün bunları hesap etmiş olmalı.
Onların şimdiki umudu, 9 güne çıkardıkları bayram tatilinde… Bakalım, yaşayıp göreceğiz.
Öfkenin bileşkesi, yan yana yürüyen kitlenin unsurları
İsyanın başını gençler çekiyor ve meselenin İmamoğlu olmadığı biliniyor artık. Sokaklara akan milyonlar ekonomiden siyasete, talandan rüşvete, çeteleşen devletin hayatlarını zindana çeviren kararlarına, tek adam rejimine “artık yeter” demek için sokaktalar. İktidarda kalmak için yıllardır enva-i çeşit dalaverayı çevirdiklerini bildikleri gözünü kâr ve rant hırsı bürümüş bu iktidarın öyle seçimle-sandıkla gitmeye niyetinin olmadığını görmenin öfkesidir kitleleri eyleme geçiren. Bu anlamda sol’un önemli bir kesimini de etkisine almış olan ‘sandık fetişizmi’ne rejim kendi eliyle ağır bir darbe indirdi. “Çözüm sandıkta değil sokakta!” sloganı gösterilerin temel sloganı haline geldi.
Sol’un bütün bileşenleri anında sokakta belirdiler, polisle çatışmalarda en önde yürüdüler. Fakat bu, olumlu anlamda boy göstermenin ötesine geçmedi; öncü bir rol oynandığı anlamına gelmiyordu. Bütün zayıflığına rağmen sokağı terketmeyen sol daha ilk günlerde polis eliyle toplanınca sokaklar deneyimden de iyice yoksun kaldı. Üstelik öfke çok bileşenli, kitle alabildiğine heterojendi. Bunun yansımalarını da atılan sloganlardan taşınan pankartlara kadar birçok alanda rahatsız edici olmanın da ötesinde yer yer mide bulandırıcı biçimlerde kendini gösteren zıtlıklar şeklinde gördük.
Ruhsuzlukla militanlık yan yanaydı, ırkçı fanatizm ve gözü dönmüş Kürt düşmanlığıyla herkes için eşitlik ve adalet talebi yan yanaydı. Değişik kentlerde toplanan kitlelerin neredeyse yarısını kadınlar oluşturduğu halde özellikle İstanbul ve Ankara’da kendisini en aşağılık biçimlerde kusan eril zihniyet yan yanaydı…
Bu lekeleri ne görmezden gelmek mümkün ne de isyanı salt bu yönlere indirgemek. Ne bunlara kayıtsız kalınabilir ne de bu çelişkili tabloyu doğuran toplumsal-siyasal gerçeklik gözden kaçırılabilir.
Yirmi yılı aşkındır çürütülen bir toplum gerçekliği var önümüzde. Hareketin şu anki sürükleyici gücü olan gençler gözlerini açtıklarında bu rejimle karşılaştılar. Ne iş ne aş ne sağlık ne eğitim ne de gelecek umudu var ufuklarında… Şovenizm çok taraflı sistematik bir çabayla boca edildi bu kitleye. Şimdi, barındırdıkları bütün defolarla sokaktalar!
Gençlik ve Sokak…
Hareketin omurgasını oluşturan gençlerin hepsi gözlerini AKP iktidarı döneminde açmışlar dünyaya. Sayıları 10 milyonu aşan gençlik kitlesi, neoliberalizmin kışkırttığı bireyci felsefe ve tüketim alışkanlıklarıyla yoğrulmuş. Üstelik büyük bir çoğunluğu özlemini duydukları nesnelere ulaşma imkanından uzak, amaçsızlaşmayı ve gelecek korkusunu en derinden yaşayan oldukça karmaşık bir kütle özelliği gösteriyor. Yıllardır sadece iktidardaki gerici faşist koalisyon ortaklarının değil CHP içerisinde de etkin Kürt düşmanı şoven milliyetçilerden Zafer Partisi’ne, kendisini sol’da gösteren TKP’sinden HKP’sine kadar milliyetçiliğin enva-i çeşidinin manipülasyonuna maruz kalmışlar.
Bu heterojen kütlenin en tipik özelliği değer oluşturma güçlüğüdür. Anlamların, ilişkilerin, metaların, kısacası her şeyin ışık hızıyla tüketildiği bir anlamsızlık dünyasıdır çoğunlukla söz konusu olan. Beklentisizliğin, çaresizliğin, işsizlik ve yok sayılmanın, anlık hazların pençesine alınıp geleceksizle damgalanmış onlar.
“Bu gençlerin etkilendiği siyasi görüşler ‘seküler milliyetçilik’ başlığı altında toplanıyor. ‘Seküler milliyetçilik’ denilen şeyse bildiğimiz ırkçı faşizm. Homojen değil ama temel eksenlerini esas olarak Kürt ve göçmen düşmanlığı oluşturuyor. Bu heterojen bileşim CHP’nin ulusalcı kanadı, MHP’den kopmuşlar (İYİP, Zafer Partisi ve türevleri) ve Vatan Partisi gibi adreslerin toplamından oluşuyor ve aslında burjuva siyasetin hemen tüm kesimlerini kapsayacak bir genişlik arzediyor.”**
Kitlenin bu heterojen karakteri son halk isyanının içerdiği zıtlıkların da temelini oluşturuyor.
Kürt düşmanı, göçmen düşmanı, kadın düşmanı lümpen güruhlarla “‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ sloganını ciğerlerini paralarcasına atanlarla birlikte gaz yemeyeceğim” diyenlerin yan yana bulundukları bir karışım bu. Bilincinin kapısını sonuna kadar açmış, özgür bir dünya kurma yolunda umudunu ve enerjisini hala koruyanlarla zihni ve ruhu yıllardır gericiliğin at koşturduğu alana çevrilmiş olanların yokluklara, özgürlük yoksunluğuna ve geleceklerinin talan edilmesine karşı öyle ya da böyle sonunda birlikte harekete geçenlerin yürüyüşü… Bu tür halk isyanları, farklı kesimlerin hareketlendiği büyük kitle gösterileri süreçlerinde pür politik olan ya da o güne dek sahip oldukları gerici düşünce ve önyargılarından birdenbire vazgeçen bir kitleyi birlikte görme özlemi gerçekçi değil. İsyanı doğuran nedenler ve yönelmesi gereken amaçlar doğrultusunda kafası açık bir öncülüğe ihtiyaç tam da bu noktada çıkar karşımıza. Duyduğumuz tepki ne kadar haklı olursa olsun mide bulantısıyla onlardan uzak durmayı seçerek değil, eylemin içinde onlara dokunup yönlendirme hünerini konuşturarak hareketi bu defolarından arındırabiliriz. Bu da elbette bir çırpıda elde edilebilecek bir sonuç değil. Sabır ister, ısrar ister… her şeyden önce oynaması gereken rolün ne olması gerektiğine dair bir bilinç ister.
Unutmayalım ki, kitle motivasyonu ve coşkusu birbirinden kolayca etkilenmeye açık bir ortam yaratır ve ikincisi, “kitleler eylem yoluyla eğitilir” denilen bir gerçek var. Ortamın gerilmiş bir yay gibi olduğu bir anda, hatta “geri çekilirken” bile etkili olanı, doğru olanı aramayı sürdürme çabası içinde oluyor kitle.
Bu tür derin ideolojik farklılıkların belirgin olduğu eylem anlarında kabullenemeyeceğimiz tutum ve sloganları gerekçe göstererek alanları terketmek komünistlerin tercihi olamaz. Çünkü farklı saiklerle de olsa bu kitlenin neden sokağa indiğini, nesnel olarak sistem karşıtı bir halk hareketinin safında bulunduklarını biliyoruz. Dolayısıyla kitlelere en azından eylem sürecinde büyük küçük demeden dokunmasını bilmeli, bunun yollarını bulabilmeliyiz.
Zaten bu yolları bulamazsak, bugüne kadar farklı zamanlarda çeşitli biçimlerde karşımıza çıkan bu toplumsal çürüme halini sağaltmanın önemine uygun bir yönelime girmezsek çok daha ürkütücü bir gelecekle yüz yüze geleceğimiz açık. Bu isyan bu yönüyle bir yangın alarmı işlevini görmeli hepimiz için. Sol olarak böyle kesitlerde eylemlerin haklılığı ve meşruluğu kadar içerdiği olumlu potansiyellere odaklanırız. Fakat bu kez suyun yüzüne daha belirgin olarak vuran toplumsal çürüme gerçekliği üzerine de ciddi olarak eğilmeliyiz! ‘Gençlik gelecektir’ diyoruz haklı olarak, ama bu gelecek farklı tür ve tonlardaki ırkçı, faşist düşüncelerle enfekte olmuş cinsiyetçi, nihilist, hedefsiz bir gençlik kitlesiyle kurulamaz. 19 Mart isyanının anlamı, gösterdikleri ve beraberinde getirdiği sorumluluklar bahsinde bu olumsuzluğun üzerinde atlayamayız/atlamamalıyız!
Son Not:
(*) Alınteri, https://alinteri10.org/2025/03/28/polis-teroru-ve-iskencesini-ortbas-edemezsiniz/
(**) Devrimci Proletarya, https://devrimciproletarya.org/marazi-fenomenler-doneminde-genclik/