İktidar, cinsiyet eşitsizliği normlarını zihniyetlerde inşa ederek sözlü olarak yaymakta ve bu normları torba yasalar, yargı paketleri, genelgeler ile “güvence” altına alarak, cinsiyetçi politikalarla kadınları aile kurumuna, çocukları ise istismara mahkûm etmektedir
Tarihten günümüze, toplumsal düzenin siyasal ve kültürel yapısında bedenin sembolik anlamı önemli bir yer tutmaktadır. Bu anlamın sosyal alana yansımaları üzerine yoğun tartışmalar yürütülmektedir. İktidarın kadın bedenini eril söylem, yöntem ve mekanizmalarla denetlemesi ve terbiye etmeye çalışması, bu sembolik yapının şekillenmesinde önemli bir rol oynamaktadır.
Sosyal kurumların (aile, din, devlet, ekonomi, medya gibi) işleyiş biçimleri, toplumsal alandaki yansımalarını anlamak açısından büyük önem taşımaktadır. Bu bağlamda, toplumun “görünmeyen yazılımı” gibi işleyen sosyokültürel kodlar ve süreç içerisinde “normalleştirilen” cinsiyetçi söylemler, kadın bedeni üzerindeki cinsiyet algılarının oluşumunu yönlendirirken, bu algıların kurumsallaşmasına ve derinleşmesine zemin hazırlamaktadır.
İktidarların söylemleri ve sosyokültürel kodlar, yalnızca kadın ve erkek kimliklerinin inşasında değil, aynı zamanda cinsiyet temelli davranış kalıplarının kategorize edilmesinde de etkili olmaktadır. Oluşturulan algı ve cinsiyetçi söylemler, çıkarılan yasalardan kaynaklı toplumsal pratiklerde kadın ve erkek bedenlerinin eşit statüde görülmemesine neden olmaktadır.
Erkek egemen sistemin “amentüsü” olan dincilik, milliyetçilik ve cinsiyetçilik ile geleneksel kodlar ve siyasi-kültürel algılar, kadına biçilen “varoluşsal nitelikler”i sosyal bir misyon ve konum olarak dayatan ideolojik araçlar haline gelmektedir. Bu çerçevede, sosyokültürel değerler ve dini söylemler üzerinden inşa edilen cinsiyetçi kodlar, kadının kamusal ve özel alandaki varlığını ya görmezden gelmekte ya da bağımlı bir duruma getirmektedir.
Bağımlılığın arkasındaki sosyokültürel dinamikler, tarihsel süreçlerle iç içe geçmiş çok katmanlı bir algıyı da beraberinde oluşturmaktadır. Kadınların toplumsal yaşama katılım süreçleri, önceden belirlenmiş kurallara uyma çabası olarak kendini gösterirken, bu durum, iktidarların eylem, söylem ve yasalarıyla özellikle kadınların bedenleri üzerindeki maddi tezahürlerini görünür kılan somut örnekler ortaya çıkarmaktadır.
İtaatkâr ve Edilgen Özne Yaratma
Her eril ve otoriter iktidarda olduğu gibi, AKP’nin 23 yıllık iktidarında da kadın bedeni, biyopolitik bir projenin nesnesi haline gelmiştir. Beden üzerindeki cinsiyetçi söylemler ve sosyokültürel kodlar, yalnızca yasalarla değil, aynı zamanda iktidar yetkililerinin cinsiyetçi söylemleri, dini ve milliyetçi referanslar ve medya aracılığıyla yeniden üretilen bir baskı alanına dönüşmüştür. AKP ve temsilcileri, beden üzerinde kontrol sağlayarak, nüfus yönetimini planlayarak, denetim ve disiplin oluşturarak toplumsal normları belirleyerek kadınları “itaatkâr ve edilgen özneler” haline getirmek amacıyla söylemsel şiddeti, iktidara geldikleri ilk günden itibaren bir strateji olarak kullanmışlardır.
AKP’nin Sözsel Şiddetinin Analizi ve Topluma Yansıması
2009 – Veysel Eroğlu: Kadınların “İş istiyoruz sayın bakanım” sözlerine karşılık, “Evdeki işler yetmiyor mu?” yanıtı, kadınların ekonomik bağımsızlığını gereksiz gören ve onların tek görevinin kocasına ve çocuklarına hizmet etmek olduğu algısını pekiştiren bir ifadedir. Bu durum, “İtaatkâr Beden” ve “Çalışmayan Kadın” profili ile iktidarın ideal kadını tanımlamasını sağlamaktadır.
2009 – Mehmet Şimşek: “Kadınlar iş aradığı için işsizlik yüksek” diyerek, ülkedeki işsizlik ve iş bulamamanın nedeninin kadınlar olduğunu iddia etmekte ve bu söylem, kadınların kamusal alanda dışlanmasını meşrulaştırmaktadır.
2012 – Tayyip Erdoğan: “Sezaryene karşıyım. Kürtajı bir cinayet olarak görüyorum. Buna kimsenin müsaade etme hakkı olmamalı.” sözleri, bir taraftan “Kutsal Anne” mitini pekiştirirken diğer taraftan da kadın bedenini “Doğurganlık Makinesi” olarak devletin kontrol ettiği üreme alanı olarak hafızalara kodlamaktadır.
2014 – Tayyip Erdoğan: “Kadın-erkek eşit olamaz” söylemi, biyolojik belirleyiciliği toplumsal düzene uydurarak eşitsizliği derinleştirmiştir. Kadını ikincil kılan bu söz, erkeği tek güç haline getirerek meşrulaştırmıştır.
2014 – Bülent Arınç: “Kahkaha atan kadın iffetsizdir” ifadesi, toplumsal cinsiyet normları ve kadınların davranışları üzerinde algı oluşturmayı ve denetim sağlamayı amaçlayan bir söylemdir. Bu söylem, kadınları “İffet Bekçisi” ve “Namus Nesnesi” olarak kendi normlarına göre inşa etme çabasını yansıtmaktadır.
2017: Müftülere nikah kıyma yetkisi veren yasanın onaylanmasının ardından, kayyum atanan Bismil Belediyesi’nin kapattığı Nujin Kadın Evi yerine evlendirme dairesi açıldı. Müftü, “Ben de 8 çocuk babası olarak onlardan da inşallah en az beş çocuk istiyorum” diyerek, müftülere nikah kıyma yetkisi veren yasa, kadın bedenini nüfus politikasının aracı haline getirmekte ve “kutsal aile” mitini pekiştirmektedir.
2017: Diyanet’in “Telefon, mesaj ve internet yoluyla boşanma” fetvası, erkeğe sınırsız ayrıcalık ve özgürlük tanımakla birlikte sözlü ifadesini hukuki hale getiriyor. Kadını hukuki süreçlerin dışına iterek nesne haline getiriyor ve bedensel özgürlüğünü yok saymaktadır.
Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı üzere, AKP ve temsilcilerinin kadınlar üzerinden belirlediği toplumsal normlar, cinsiyetçi söylemlerle ve kodlarla doludur. AKP iktidarı süresince, kadın istihdamı daraltılmış, nafaka hakkı hedef alınmış ve cinsel istismar meşrulaştırılmıştır. Bu süreçte eşitsizlik ve ayrımcılık derinleşmiş, kadın iradesine yönelik saldırılar da meşrulaştırılmıştır.
Beden, bireyin kendini ifade etme ve dünyayla etkileşim kurma biçimidir. Bu bağlamda, iktidar, cinsiyet eşitsizliği normlarını zihniyetlerde inşa ederek sözlü olarak yaymakta ve bu normları torba yasalar, yargı paketleri, genelgeler ile “güvence” altına alarak, cinsiyetçi politikalarla kadınları aile kurumuna, çocukları ise istismara mahkûm etmektedir. Toplumsal eşitsizlik, futbol sahalarında açılan pankartlar, dizilerde, filmlerde, medya aracılığıyla ve kadınların faillerine cezasızlık uygulamalarıyla kendini her alanda yeniden üretmektedir.
Demokratik Toplum İnşası İçin
“Efendinin aletleri efendinin evini asla yıkamaz” diyen feminist yazar Audre Lorde’nin işaret ettiği hakikatten hareketle, erkek egemen sistemle iç içe geçmiş Kapitalist Modernite’nin söylem, eylem, yaşam ve kurumlarının tüm algı operasyonlarına karşı zihinsel yapımızı değiştirerek özgürleşmek gerekmektedir.
Sömürgeciliğin yüzyıllardır ektiği dinci, cinsiyetçi, milliyetçi, iktidarcı ve geleneksel kodlar ile siyasi-kültürel algılar üzerinden kadının bedensel ve düşünsel olarak hapsederek toplumsallaşmasını engellemek için ekilen nifak tohumlarından kurtulmak bizleri demokratik bir topluma daha da yakınlaştıracaktır.
Erkeğin değişim ve dönüşüme uğramadığı, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin aşılamadığı bir toplum, demokratik toplum inşasına kapalıdır. Böyle bir toplum sürekli tahakküm kurarak köle bireyler inşa eder. Erkek, kadın odaklı bir toplumsal yapı içerisinde yer aldıkça, baskıcı iktidar ve köle ilişkisini aşma imkânı bulacak ve özgürleşecektir.
Kadının eril sisteme bağımlı hale gelmesi, toplumsal yaşamdan dışlanmasına neden olurken, bilgisine, becerisine ve yaratımlarına yabancılaştırılarak itaatkâr kılınmıştır. Kadın, zihinsel olarak kendi özüne döndükçe bedeniyle barışarak yeniden doğuşu gerçekleştirecektir.
*Köse, A. (2014). Dinsel Söylemde Kadın Bedeni
* Foucault, M. (1976). Cinselliğin Tarihi
* https://dergipark.org.tr/tr/pub/tusbd/issue/35110/389516
* Jin Dergi, JİNNEWS, Çatlak Zemin ve Bianet’ten yararlanılmıştır.