Ama hiçbir tasvir somutluk kadar tanımlayamaz gerçeğin kendisini. Sistemin insanlıktan çıkaran saldırıları karşısında geri çekilmeyip mücadele edenler bunu bizzat deneyimliyorlar. Ve her defasında farklı insanlar olarak çıkıyorlar o kavgalardan
Burjuvazi “kendi suretinde bir dünya” yaratmanın peşinde. Kendi yasalarını, kendi kurallarını, -yargı sopasıyla herkesi biat ettirmeye çalıştıkları- kendi hukuklarını BİLE ya orasından burasından delik deşik ediyor ya da orasına burasına yama üstüne yama ekliyorlar. Çıkarları, kârları, zenginlikleri, mutlaklaştırmaya çalıştıkları iktidarları uğruna bütün bir toplumun üstünde tepiniyorlar. İşçileri ölüme gönderiyor, kadınları sırtını sıvazladıkları erkek şiddetinin insafına terk ediyorlar.
“Hayatın olağan akışına uygun”
Son zamanlarda yeni bir kavram icat ettiler, bunu maymuncuk gibi her durumda ve her dava gerekçesinde kullanıyorlar: “Hayatın olağan akışı!” Olağan akış, kime göre? Peki nasıl bir hayattan nasıl bir olağanlıktan bahsediliyor burada, anlayan beri gelsin…
Güncel olarak hakkında soruşturma açıp gözaltına aldıkları, tutuklayıp yatırdıkları binlerce gazetecinin, siyasetçinin, sendikacının yanı sıra müflis tüccar gibi veresiye defterlerini karıştırıp onlarca yıl geriye giderek bir tutamak noktası üretip “suç ve suçlu yaratma” çabasını da olağanlaştırmış durumdalar. Eski defterleri açıp ceza yağdırıyorlar belediye başkanlarına, tahliyesini engelledikleri binlerce tutsağın yanına onları da postalayabilmek için kendilerini paralıyorlar.
En büyük travmalarından biri olan “Gezi” korkusunun körüklediği güdülerle, menajer Ayşe Barım gibi bir ismi bile hapse tıkmaktan geri durmadılar. Sektörde tekel oluşturma iddiasıyla başlatılan soruşturma, “Gezi eylemlerinin organizasyonuna, hükümeti devirmeye teşebbüs eylemlerine yardım”a kadar evriltildi. Ayşe Barım hakkında ifade almak istedikleri oyuncu ve sanatçılar üzerine korku dağları salındı. Bunlardan Halit Ergenç ve Rıza Kocaoğlu hakkında, “irademizle eylemlere katıldık” demeleri nedeniyle “yalan tanıklık” suçundan soruşturma başlatıldı. Soruşturmada, “kendi iradeleriyle eylemlere katıldıklarını beyan etseler de şüpheli ile eylemlerin başladığı döneme dair yoğun irtibatlarının içeriğini ‘hayatın olağan akışına uygun olarak’ ” açıklayamadıkları için… “iç ve dış kamuoyu tarafından günlerce takip edilen ve gündemde tutulan olayların kitleselleşmeye başladığı bir dönemde görüşme içeriklerine yönelik ile şüphelinin eylemlerin olduğu dönemde Gezi Parkı’nda kendileriyle bulunmasına rağmen kaçamaklı cevaplarının şüpheliyi kayırma saikiyle yapıldığının açıkça anlaşıldığı…” şeklinde hüküm cümleleri kurdular. Ya arkadaşın/meslektaşın için ifade vereceksin ya da seni “yalan tanıklık”la suçlayacağız demenin Türkçesidir bu. Herkesi gölgesinden korkan ihbarcılar haline getirme girişimlerinin sonuçlarını alma gayretidir bu!
“Hayatın olağan akışının dışında”
İkinci örnek bir cinayet davasının mütalaasından:
Vahşice işlenmiş bir cinayet… buradaki sürecin Pınar Gültekin cinayetinin benzeri tarzda işlediği gayet net bir şekilde görülüyor. Elleri arkadan kelepçelendikten sonra yakılan, ardından bir bidonun içine yerleştirilerek üzerine beton dökülen Pınar Gültekin cinayetinde olduğu gibi canavarca bir hisle işlenmiş! Pınar Gültekin’in katili Cemal Metin Avcı’ya* verilen müebbet hapis cezası geçtiğimiz günlerde Yargıtay tarafından bozuldu! “Canavarca his yoktur?” denildi. “Canavarca his” bu değilse nedir canavarca his?!.
Afgan uyruklu mülteci maden işçisi Vezir Mohammad Nourtani, Zonguldak’ta kaçak işletilen bir ocakta fenalık geçirmiş, hastaneye kaldırılmak yerine bir aracın bagajına konularak götürüldüğü ormanlık alanda dövülerek katledilmiş, cansız bedeni yakılmıştı.
Mütalaada, Afgan madenci Vezir Mohammad Nourtani’ye vücudundaki kırıklardan dolayı vagon çarptığı değerlendirmesi yapıldı. Sanıkların adli işlem kayıtları ve ocağın kaçak olmasından dolayı yetkililere haber vermediklerinin tespit edildiği söylendi. Nourtani’nin ‘iş kazası’ geçirdiği bilirkişi raporlarından da “anlaşılmıştı”! Nourtani’nin kalp krizi geçirip ray üzerine yatmasının “hayatın olağan akışının dışında” olduğu belirtildi!
Her iki süreç açısından da kilit kavramlaştırma “hayatın olağan akışı”dır. Birinde “uygun” olan diğerinde “dışında”dır. Kime göre uygun kime göre dışında? Bu hüküm cümleleri elbette, hayatın akışını kontrol edip yasaları yapanlar tarafından kurulmuş/kurdurulmuştur. Özel mülkiyet düzeninde, kapitalizmde üretim araçları kimin kontrolündeyse, “güç” kimdeyse, iktidar ipleri kimin elindeyse akışı belirlemenin de kendi hakkı olduğunu düşünür ve onun gücü ve güveniyle davranır. Halkımız bu durumu basitçe şöyle özetler: “Parayı veren düdüğü çalar!”
Ama mesele burjuvazinin, onun devletinin zorbalıklarından ibaret değil elbette. Buna cepheden karşı çıkanlar, direnenler hiç de az değil. Chinatool Otomotiv’deki kadın işçilerin grev çığlığında, Digel Tekstil’in kadın işçilerinin “bant durmasın” diyerek ölesiye çalıştırıldıkları koşullara rağmen örgütlenme ısrarında, kayyımlara karşı sokağa dökülen Kürt kadınların polis copuna rağmen dindirilemeyen özgürlük haykırışında görüyoruz boyun eğmeyen direniş iradesini.
Sömürü ve zulüm düzeninin her gün bir yenisi zuhur eden sonuçlarına ilişkin dünya kadar şey yazılabilir. O acı ve yoksunluk tablosu döne döne resmedilebilir bizzat tanık olmayanlara. Ama hiçbir tasvir somutluk kadar tanımlayamaz gerçeğin kendisini. Sistemin insanlıktan çıkaran saldırıları karşısında geri çekilmeyip mücadele edenler bunu bizzat deneyimliyorlar. Ve her defasında farklı insanlar olarak çıkıyorlar o kavgalardan.
Çünkü bu, hayatın -ve mücadelenin- ‘olağan akışına uygun’ en belirgin izlektir.
Son Not:
(*) Yargıtay 1. Ceza Dairesi, Muğla’da 27 yaşındaki üniversite öğrencisi Pınar Gültekin’i boğduktan sonra varile koyarak yakan Cemal Metin Avcı’ya, “canavarca hisle eziyet çektirerek ve tasarlayarak öldürme” suçundan verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını bozdu. Gerekçede şunlar söyleniyordu: “Olayda suç işleme kararının ne zaman alındığı belirlenemiyorsa tasarlayarak öldürmeden değil, niteliksiz öldürme suçundan cezalandırma yoluna gidilmelidir… Sanığın maktulün şantaj kapsamındaki haksız davranışlarına duyduğu öfke ile suçu işlediği sonucuna varan Yargıtay, sanık hakkında haksız tahrik hükümlerinin uygulama şartlarının oluştuğu…”