Fatma Altınmakas’ı yalnızca tecavüzcüyü serbest bırakan, Fatma’nın güvenliği için gerekli önlemleri almayan erkek devlet değil; aynı zamanda Fatma’nın mağdur sıfatıyla sesini çıkarmasına olanak sağlamayan, ifadesini tercüman eşliğinde hukuka uygun bir şekilde almayan, Fatma’nın dilini tanımayan, yasaklayan, tutanaklara “bilinmeyen” dil olarak geçiren ulus devlet öldürdü
*Öyle alelade nefes alırken birden aklımıza düşen katledilmiş her kadın için, bir nebze, naçizane, kendimce.*
Fatma Altınmakas. Bu ismi haberlerde ilk okuduğumda hissettiğim o tanıdık sızıyı, çaresizliği ve duyduğum öfkeyi hatırlıyorum. Sonra Fatma’nın elleriyle minik bir kediyi kavrayıp yüzüne yaslayarak yanak yanağa çektiği bana çok hüzünlü gelen o fotoğrafını gördüğüm anı da. Fatma’yı tanımıyordum, yaşamı ve kişiliği hakkında hiçbir fikrim yok ancak bu erkek dünyada silikleştirilip hiçleştirilmeye çalışılan kadınlardan biri olarak yaşadı tahminimce; her birimiz gibi. Yavru bir kediyi şefkatle avuçlayan o elleri, yaşamı nasıl azimle nasıl dirençle kucaklamıştır acaba diye düşünmeden edemedim. Ama bu eller, bu bakışlar tanıdık; birbirimizi acılarımızdan tanıyoruz, bunu da biliyorum. Fatma Altınmakas’ı da annemden, hiç görmediğim büyük nenelerimden, yaşamına şahit olduğum, varlığından haberdar olduğum tüm o öteki kadınlardan, belki de bir nebze kendimden, çocukluğumdan, doğduğum köhne evden tanıdım.
Erkekliğin hüküm sürdüğü, şiddetin “olağan” hatta neredeyse “kanun” sayıldığı o evlerde, o eril duvarlar arasında bir kız çocuğu olarak büyümeye çabalamak, bir kadın olarak nefes almaya çalışmak ne zor, biliyorum, biliyoruz. O evleri, o hapishaneleri, o ruhumuzu sıkıştırıp kıstıran duvarları tanıyoruz, o duvarları ince ince örenleri de. Mutfakları, oturma odalarını, yatak odalarını biliyoruz. En kötüsü de katillerimizi en çok o evlerden tanıyor, aynı havayı solurken aldığımız her nefesi çok görüp boğazımıza yapışmalarından biliyoruz. Fatma Altınmakas da o evlerden birinde şiddete uğradı, sesini duyurmak istedi ve dışarı çıktı; devlete, polise başvurdu. Ancak erkekliğin yalnızca evlerimizde değil, dünyanın her yerinde hüküm sürdüğünü anlamak için kamusal patriyarkayla karşı karşıya gelmek yeterliydi. Sanıyorum ki Fatma için de bu böyle oldu.
Fatma Altınmakas, Muş Malazgirt’te evli olduğu erkeğin erkek kardeşi olan Sinan Altınmakas isimli fail tarafından tecavüze uğramıştı. Polise başvurmuş, failin kendisini eşi ve çocuklarını öldürmekle tehdit edip cinsel saldırıya maruz bıraktığını söyleyerek 13 Temmuz 2020’de Sinan Altınmakas’tan şikayetçi olmuştu. Daha sonra Kürtçe tercüman olmadığı için başka dil bilmeyen Fatma’nın şikayetinin doğru düzgün ve eksiksiz alınamadığı ortaya çıktı. Şikayet üzerine gözaltına alınan Sinan Altınmakas, “dosyadaki mevcut delil durumu, şüphelinin sabit ikametgâhı oluşu, delilleri karartma ihtimalinin olmaması” gerekçesiyle adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Ardından aynı gün 14 Temmuz 2020’de Fatma Altınmakas, evli olduğu Kazım Altınmakas isimli erkek tarafından katledildi.
Fatma Altınmakas’ı aile, toplum, devlet, patriyarkal düzenin özenle döşenmiş tüm o kutsal yapı taşları öldürdü. Fatma Kürt bir kadındı, farklı ezilmişlikleri olan öteki bir kadındı. Fatma Altınmakas’ı yalnızca tecavüzcüyü serbest bırakan, Fatma’nın güvenliği için gerekli önlemleri almayan erkek devlet değil; aynı zamanda Fatma’nın mağdur sıfatıyla sesini çıkarmasına olanak sağlamayan, ifadesini tercüman eşliğinde hukuka uygun bir şekilde almayan, Fatma’nın dilini tanımayan, yasaklayan, tutanaklara “bilinmeyen” dil olarak geçiren ulus devlet öldürdü.
Fatma’yı öldürdüler. Fatma o evden çıktı ve korunmak istedi, kendisini tanımayan, duymak istemeyen bir devletten yardım bekledi, adalet istedi. “Bilinmeyen” bir dil konuşuyordu, başka dil bilmiyordu. Fatma duyulmadı. Ne dedi yüce Türk yargısı: “dosyadaki mevcut delil durumu, sabit ikametgâhı oluşu, delilleri karartma ihtimalinin olmaması…” Ve tecavüzcü eve geri döndü. “Namus” kirlenmişti, kurban sesini çıkarmıştı. “Aile meclisi” karar aldı ve “leke” temizlendi. El birliğiyle Fatma’yı öldürdüler.
Bedenimiz; toplumun, ailenin, devletin, ona el sürmek isteyen istemediğimiz erkeklerin oldu tarih boyunca. Kadın bedeni hem suç mahalli hem de o bedeni taşıyan kadın suçlunun ta kendisi. Her halükarda bu suç konusunu -kadını- sömürmek veya ortadan kaldırıp yok etmek: patriyarkanın yüzyıllardır verdiği örgütlü çaba bunun içindi işte. Ancak biz kadınların da yüzyıllardır verdiği örgütlü bir var olma mücadelesi var. Varoluşumuz politik, bedenimiz politik, dilimiz politik, ölümümüz politik. Adalet bize uzak olsa da, devlet varlığımızı ve dilimizi tanımasa da erkeklik her yeri kuşatsa da yaşamı dirençle karşılayan ellerimiz ve birbirimize duyduğumuz politik kız kardeşliğimiz var. Biz birbirimizin dilinden her koşulda anlar, elinden tutarız; bunu kimse unutmasın.
Fatma; seni ve senin dilini, derdini anlayan, paylaşan, sesini çıkarmış, çıkaramamış birçok kız kardeşin var artık. Canım kadın, xwişka min*, o güzel gözlerin huzurla kapalı kalsın; derdin derdimiz, dilin dilimiz, davan davamızdır.
xwişka min*: kız kardeşim -yazarın kendi anadilinde bildiği sınırlı kelimelerden biri-