Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
No Result
View All Result

Êzidîler: Kayıp Çocuklar, Direnen Kadınlar ve Unutulan Adalet

Çiğdem Ertak Çiğdem Ertak
24 Ağustos 2025
Yazı
0
Êzidîler: Kayıp Çocuklar, Direnen Kadınlar ve Unutulan Adalet
0
SHARES
70
VIEWS
Facebook İle PaylaşTwitter İle Paylaş

Bugün Suriye’de Dürziler ve Aleviler etnik ve dini temelli nefret suçlarına vahşi düzeylerde maruz kalıyorken, IŞİD insanlığa hâlâ bir tehditken, Kürtlere, Êzidîlere yapılanların hesabı henüz sorulmamışken ve hâlâ kayıp Êzidî kadın ve çocuklar varken odağımız ne olmalıdır? Devletlerin rolü nedir örneğin? Suriye yönetiminin başına geçenleri destekleyen uluslararası güçler hakikati ortada dururken, 2014 yılında Êzidî kadınların başına gelenlerden sonra bugün aynı coğrafyada Alevi kadın ve kız çocuklarının başına benzer şeylerin gelmesini yalnızca çete-örgütlerle mi açıklayacağız!

Güvercin tedirginliği yerleşir yüreğime Êzidîleri düşündüğümde ya da onlarla ilgili bir şeye rastladığımda. Êzidîler, etnik-dinsel bir azınlık olarak direngenlikleriyle, etraflarını saran kötülükten kurtulamamış ama inançlarından ve kimliklerinden de vazgeçmemişlikleri ile bilinen bir halk. Tedirginliğim, Orta Doğu coğrafyasında farklılıkların yok edilmesi üzerine kurulu tarihsel süreçlerin ve toplumsal hafızasının bir parçası olmalarından kaynaklanır. Direnişleri ise, bir nevi çembere alındıkları coğrafyada farklılıklarını ve özlerini yaşamaktan vazgeçmemeleri ile ilişkili.

Êzidîlerle tam manasıyla tanışmam, bayrakları gibi kalpleri de kapkara olan radikal bir çete-örgüt IŞİD’in Şengal’e saldırması ile oldu. 3 Ağustos 2014 tarihi Êzidîler için fermanlarla dolu özgün tarihlerine bir kara dönemin daha eklendiği bir anlam ifade eder. Hatırlanacaktır ki o yıllarda bu barbar ve vahşi gruplar tarafından en ağır ve topyekûn saldırılar Kürtler (Sünni, Êzidî ve Şii Şabak) başta olmak üzere Ermenilere, Süryanilere, Dürzilere ve Şii Türkmenlere dünyanın gözü önünde yöneliyor, bu halklar dünyanın sessiz tanıklığında vahşi yöntemlerle katlediliyordu. Neticede El Kaide, Boko Haram, El Nusra ve IŞİD gibi farklı adları alan bu çeteler, kimi nüans farklılıklarla toplamda aynı yolu yürüyorlardı. Hepsinin ortak noktası; kadın düşmanlığı ekseninde kadının varlığına yönelik sistemik yol ve yöntemler sergilemekti. Öyle ki bugün de pek çok uzmanın hemfikir olduğu üzere aynı yerden türemiş/farklı giysiler giymiş HTŞ (Hey’et Tahriri’ş-Şam) örgütünün lideri (Google arama motorunda en üstte duran Wikipedia’nın tabiriyle “siyasetçi” ve geçici cumhurbaşkanı olan) Muhammed el-Colani, Şam yönetimini elinde tutuyor. Bu yönetimin Suriye’sinde ise Alevi ve Hristiyan kadınlar ve kız çocuklar kaçırılıyor, Dürzilere saldırılar devam ediyor, farklı inanç ve etnik gruplar güvensiz bir yaşam sürüyor, görüşme ve müzakereler sürüyorken bile Kürtler tehdit edilmeye devam ediyordu.

Ferman olarak nitelendirdikleri soykırım tarihleri vardır Êzidîlerin ve IŞİD, 2014 Ağustos’unda ağır silahlarla kuşattıktan sonra Şengal’i, on binlerce kişiyi öldürmüş, yüz binlerce kişinin göç etmesine neden olmuştu. IŞİD’in saldırıları, sistematik bir pratiğe dönüşen cinsiyet kırımı üzerine kuruluydu. Sayıları 6 bini aşan kadın ve kız çocuğu kaçırılarak, kadın kırımı olarak nitelendirilebilecek bir savaş pratiği sergileniyordu.

IŞİD’in Êzidî kadın ve çocuklara dönük kırımını, Orta Çağ’da doğayla uyum içinde yaşayan, doğanın ve yaşamın bir anlamda hafızasını taşıyan, ona şifa katan kadınların “av ritüelleri” ile hedef alınmasının modern çağ versiyonu olarak görmek mümkün müdür? Ya da Nazi Almanya’sında Yahudi kadınlara yapılanlarla Êzidî kadın ve çocukların yaşadıkları benzer değil midir?

Êzidî toplumunun hafızasını, inancını, yaşam biçimini taşıyan, aktaran, ören kadınların sistematik biçimde hedef alınmasıyla aslında Êzidî soykırımı hedefleniyordu. Burada yalnızca bir halk değil, insanlık değerlerine de saldırı amaçlanıyordu. Kadınlara ve çocuklara yaşatılan, akla sığmayacak yöntemlerle uygulanan şiddet biçimleri, vahşetin boyutunu gözler önüne seriyordu. Bu karanlık örgütün ortaklarının yalnızca kadınları ve çocukları köle pazarlarından satın alan Arap şeyhleri, zenginleri olmadığı biliniyor. Êzidî çocukların Amerika’da ve Avrupa’da ortaya çıkması, bu karanlığın uluslararası bir boyut içerdiği bilgisiyle birlikte daha fazla soruyu da beraberinde getiriyordu.

Êzidî kadın ve kız çocukların yaşadıklarında mesele sadece fanatik bir kökten dincilik ve bu eksendeki kadın düşmanlığı mıdır? Varmak istediğim bir diğer nokta da bu. Kadınların ve çocukların her türlü şiddetle yüz yüze olduğu bir düzlemde asıl meselenin sistemik olduğu açıktır. Meselenin özünde bu çete-örgütleri besleyen, büyüten, koruyan-kollayan yayılmacı, ırkçı, militarist sistemin kendisi bulunuyor. IŞİD, Boko Haram, El Kaide gibi bu çete-örgütlerde dini bir ideolojiden beslenen kadın düşmanlığı, modern sistemlerde ideolojik, ekonomik ve/veya sosyolojik kaynaklardan beslenerek kendini var ediyor.

Bugün Suriye’de Dürziler ve Aleviler etnik ve dini temelli nefret suçlarına vahşi düzeylerde maruz kalıyorken, IŞİD insanlığa hâlâ bir tehditken, Kürtlere, Êzidîlere yapılanların hesabı henüz sorulmamışken ve hâlâ kayıp Êzidî kadın ve çocuklar varken odağımız ne olmalıdır? Devletlerin rolü nedir örneğin? Suriye yönetiminin başına geçenleri destekleyen uluslararası güçler hakikati ortada dururken, 2014 yılında Êzidî kadınların başına gelenlerden sonra bugün aynı coğrafyada Alevi kadın ve kız çocuklarının başına benzer şeylerin gelmesini yalnızca çete-örgütlerle mi açıklayacağız!

Êzidîlerin yaşadıkları geçtiğimiz yıllar içinde çokça yazıldı, anlatıldı, konuşuldu. Toplu katliamların yanında kadın ve çocukların ganimet sayılmasının altı çokça çizildi. Kadın ve çocukların zorla alıkonulmasından sonra köle ve cariye pazarlarında satılması, IŞİD’in yürüttüğü birer soykırım yöntemiydi. Canını kurtarabilenlerin susuz ve aç halde yürüdükleri o yollar da toplumsal hafızalarına eklenen bir fermandı. İnsanlık tarihi muhtevasının belki de en karanlık toplu katliamı, alıkoymaları, kadın ve çocuk köleleştirmeleri, din değiştirmeleri; özcesi her türlü şiddet biçimi yoluyla bir halka yaşatılan bu vahşetti.

Ferman bugün, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği gibi uluslararası mekanizmalar ve bir kısım ülkeler tarafından soykırım olarak tanınıyor. 3 Ağustos’u “Êzidî Soykırımı ve Soykırım Kurbanlarını Anma Günü” olarak kabul eden ülkeler de bulunuyor. Soykırımdan bu yana verilen etkileyici mücadelelerle çok sayıda kadın ve çocuk kurtarıldı. Türkiye’de ve çeşitli Avrupa ülkelerinde bireysel davalar açıldı. Ancak bu soruşturma ve yargılamaların kendisi çoğunlukla insan hakları hukukuna aykırı nitelikler taşıyor. Bu soruşturma ve yargılamalarda işlenen suçların yalnızca bir ya da bir grup tarafından bir kişiye karşı işlenmedikleri, yani bunların bireysel suçlar olmadığı dikkatlerden kaçırılıyor. Cihadist, karanlık bir örgütün soykırım suçunun birer parçası olan suçlar işlediği; bu yargılamalara insanlığa karşı suçlar kapsamında yaklaşılması gerekirken bu yapılmıyor. Yine tüm çabalara rağmen Roma Statüsü’ne göre açık bir soykırım niteliği taşıyan, kadın kırımı bağlamında Êzidîlere yönelik işlenen bu insanlığa karşı suçlara ilişkin olarak Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde henüz bir soruşturma ya da dava bulunmuyor.

İnanç ve kültürel açıdan zengin bu coğrafyada, bugün, Êzidîler varlık direnişini sürdürmeye devam ediyor. Kargaşası hiç eksik olmayan topraklarda, inançlarıyla ve kimlikleriyle, kendi öz güçleriyle kadınların dirençli duruşları hiç olmadığı kadar etkileyici. Êzidî kadınlar, kendi tarihlerinde hiç olmadığı kadar kimlikleri için direnç gösteriyorlar. Bir ferman daha yaşamaya engel olmanın kendi öz güçleriyle mümkün olduğunun farkındalığını yaşıyorlar. Ferman tarihlerine ve 3 Ağustos’a baktıkça içine düştüğüm o güvercin tedirginliği, bugünkü Êzidî kadınlara baktığımda yerini güç bulduğum bir ruh haline bırakıyor.

Aradan geçen 11 yılın ardından nerede oldukları, yaşayıp yaşamadıkları bilinmeyen çok sayıda kadın ve çocuk hâlâ kurtarılmayı bekliyor. Aradan geçen 11 yılın ardından Êzidî toplumu, başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere yaşadıkları fiziksel ve psikolojik travmalarla mücadele ederken öte yandan soykırımın faillerinin yargılanmasını, adaletin tesisini bekliyor. Yaşananların hesabının sorulması için mücadele etmek, onarılmaları için dayanışma içinde olmak ise hepimizin sorumluluğunda. Her dil, her inanç ve her farklılığın kendi özü ile var olabildiği bir yaşam inşası, 73 kez yok edilmeyle karşı karşıya kalan Êzidîlere karşı hepimizin borcudur.

Etiketler: 3 Ağustos Şengal katliamıadaletDAİŞêzidî çocuklarÊzidî kadınlarÊzidî katliamıEzidilikFermanışidKürt kadın mücadelesiMücadeleSayı 130Şengal
Önceki İçerik

Roman Mahallelerinin Mekânsal Damgalama Sarmalı

Sonraki İçerik

Toplumsal Barışta Medyanın Rolü ve Dünya Örnekleri

Sonraki İçerik
Toplumsal Barışta Medyanın Rolü ve Dünya Örnekleri

Toplumsal Barışta Medyanın Rolü ve Dünya Örnekleri

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

No Result
View All Result
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.