Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
No Result
View All Result

Êzidî Kadınlar, Fermanlar ve Hakikatin İzinden

Rojbin Deniz Rojbin Deniz
3 Ağustos 2025
Yazı
0
Êzidî Kadınlar, Fermanlar ve Hakikatin İzinden
0
SHARES
48
VIEWS
Facebook İle PaylaşTwitter İle Paylaş

Görünen odur ki tarihte defalarca karşılaşılan bu erkek merkezli barbarlık değişmemiştir; sadece kılık değiştirmiş, adını değiştirmiştir. Neolitik dönemin kadın bilgeliğine karşı geliştirilen ilk saldırı neyse, DAİŞ’in 74. fermandaki saldırısı ve sonrasındaki tüm saldırıları da onun çağdaş izdüşümüdür. Bu durum yalnızca onların insanlığa yaklaşımını değil, aynı zamanda Ortadoğu’yu sapladıkları bataklığı da gözler önüne serer

Êzidî kadınlar güneşten önce uyanır, güneşin yeryüzüyle buluşmasına öncülük ederler. Sabah güneşi doğarken eller avuç içiyle göğe açılır ve güne başlama dilekleri dualar biçiminde sunulur.

“Ey bu toprakların bereketi güneş! Bizi fermanlardan koru, bizimle birlikte 72 kavmi koru, yaşama nefes veren tüm canlıları koru. Evrene can veren ana soyunu sen yeryüzünün ışığında sakla ve yaşat.”

Bu dilekler bir dua gibi sıralanır; kadında döllenen bir canın gün yüzüne doğmasına kadar uzanır. Ana soylu toplumlarda insanın doğayla kurduğu bağ, günlük yaşamın tüm ritüellerinde, varoluşa dair inançlarla iç içe gelişir. Her şey bir zerreyle başlar; sonra nötron olur, protona çarpar, atomun en küçük zerresi kendi içinde enerji akımıyla döllenerek dönüşüm geçirir. Bu dönüşüm büyük bir patlamayla sonuçlanır. Büyük Patlama (Big Bang), Êzidîlikte Çarşema Serê Nîsanê Bayramı’nda renkli yumurtaların birbirine çarpılmasıyla sembolize edilir. Êzidîler o an şöyle der: “Bak, ben patlattım, dünyayı yarattım.” Dünya, doğanın renklerle kurduğu ahenk sayesinde canlılık kazanır. Êzidîlerin tüm ritüellerinde doğanın renklerle canlanması, toprağın yaşamla buluşması ve bunun kadınla birleşmesi anlatılır. Ezîdiler, kırmızı ve beyaz ipleri birbirine geçirerek “basımbar” adını verdikleri, bileğe ya da boyna takılan bu birleşimle, insan türünün bedeninde kan dolaşımıyla hayat bulduğunu simgeler. Her Êzidî’nin bileğinde ya da boynunda, kırmızı ve beyaz ipten oluşan bir bağ bulunur.

Evrenin tüm oluşum evreleri, Êzidîlerin bayramlarında ve kutsal günlerinde gerçekleştirilen ritüellerle ifade edilir. Êzidîlikte evren ve yaşam bu şekilde tanımlanır; özgürlük inancının oluşumuna inanma günümüze kadar gelir. Bu anlayışa Zir denir; yani “atomun en küçük zerresi.” Êzidîlik, inancın, bilimin ve doğanın uyum içinde gelişimine dayanır.

Kadınların öncülüğünde şekillenen toplumsallaşma Êzdalığın kaynağı olurken, buna karşı gelişen erkek örgütlenmesi ikinci bir toplum biçimini; yani zoru, şiddeti ve hatta yamyamlığı, barbarlığı geliştirir. Görünüşe göre Neolitik Dönem’e iki ayrı toplumla girilir. Kötülük, erkek şamanlar eliyle yaygınlaştırılmaya çalışılır. Yaşamın bilgeliği çalınmak istenir. Ana Tanrıça İnanna’nın 104 “Me”si (bilgelik, ilke ve güçleri) erkekler tarafından çalınmaya çalışılmasının başlangıcı olur.

Kadınlar, yarattıkları toplumu korumak için birbirine sahip çıkar; yaşam bilgeliğini korumak ve kollamak isterler. Şamanlar ve kastik katillerin oluşturduğu ataerkil toplum yapısı, ana soylu toplumların üzerine geldikçe, kadim yaşam bilgeliği bir sır gibi saklanmaya başlanır. Artık Zerre olana “Sır” da eklenir. Sır ve Zir, günümüze sözlü tarihle taşınır.

Ancak tarih boyunca yazıya geçirilen bilgiler, yalnızca erkek şamanların ve kastik sistemin egemenliğindeki toplumun izlerini taşır. Oysa ana soylu toplumların ve tanrıçaların büyük emeklerle kurduğu inanç sistemlerini taşıyan klanlar ve kabileler, bu inancı bir sır gibi saklamışlardır. Yukarı Mezopotamya’dan hiç inmeyerek dağlarda, mağaralarda, derin vadilerde bu bilgeliği korumuşlar; bunu bir savunma mekanizması olarak geliştirmişlerdir. Böylece, öz savunmaya dayalı örgütlülüğe sahip topluluklar ortaya çıkmıştır.

Dağlar yalnızca Êzdalığı değil, kadın bilgisini ve bilincini de taşır. Kadınlar tıpkı ilk çağlarda olduğu gibi çocuklarını kolektif bir annelik anlayışıyla büyütür. Kadın göğsü yalnızca bebeğe aittir. Her kadın, annelik duygusunun bereketine dahil olur. Çocuk sahibi olamayan kadınlara başka kadınlar çocuk doğurabilir.

Sayın Abdullah Öcalan’ın Êzdalık inancını tarifi çarpıcıdır: “Êzidîlik bir inanç ve geleneğin ötesindedir. Doğa ile barış içinde yaşamı ve tüm canlıları kutsal görmeyi kendisine esas alıyor. Zorba sistemlerin Êzidîleri her zaman kendilerine tehlikeli görmeleri bundandır. Çünkü Êzidîler eşit ve özgür yaşamın izlerini günümüze taşıdı.”

Êzdalığa Karşı İlk Kırımlar ve Tarihsel Süreç

Kadına karşı ilk saldırı, ilk cinsel kırılma ve ilk soykırım, Êzdalığa yönelik zulmün ilk adımlarıdır. Bu nedenle Êzdalığa karşı yürütülen fermanların kökeni, Neolitik Dönemle; uygarlık ve devlet sistemlerinin başlangıcıyla eşzamanlıdır. Êzdalığa yönelik kırımları anlamak için tarihi dikkatle okumak gerekir. Tek tanrılı dinlerle birlikte Êzidîlere yönelik doğrudan katliamlar ve kültürel kırımlar başlar. Êzidîlikte bugün bile söylenmemesi gereken, hatta hakaret sayılan birçok söz ve uygulamayı İbrahimi dinler geliştirmiştir. Adem ve Havva anlatısı bile Sümerlerden alınıp Êzidîliğin yaşam kültürüne karşı kurgulanmış bir versiyon olarak tüm tek tanrılı dinlerin kutsal kitaplarında yer bulmuştur.

Bilge Êzidîler, yaşadıkları ilk kırımları anlatırken bu tarihsel aşamalara dikkat çeker. Ancak bu konuların daha detaylı araştırılması gerekmektedir. Êzidî toplumu inancını ve bilgeliğini korumak için hiçbir şeyini yazıya dökmez; Êzidî olmayanlara kendi inancına dair bir şey anlatılmaz. Sırlarına büyük bir bağlılık gösterir. Bu açıdan tarihi dökümleri sözlü tarihi anlatımlar, hikâyelerin aralarına saklanan bilgilerde tutulur. Tek tanrılı dinlerin getirdiği fermanlar, Êzidî toplumunun parçalanmasına ve topraklarından göç etmesine neden olmuştur. Sözlü tarih anlatılarına göre ilk ferman, 600’lü yıllarda Kirmanşah’ta gerçekleşir. Sonrasında Maraş–Dersim hattından Hakkâri dağlarına doğru fermanlar devam eder. Hakkâri dağlarının sertliği ve doğal savunması Êzidîleri korur. Ancak her saldırıyla birlikte Êzidî toplumu kafileler şeklinde Şengal Dağları’na doğru yola çıkar. Hakkâri’de son olarak Dasinîler yön değiştirerek direnişi bırakır ve baskıyla inançlarını değiştirir. Êzidî toplumu bunu hâlâ bir ihanet olarak anımsar. Kılıç zoruyla bazıları inançtan dönmüş, Dasinîler ise gönüllü olarak inançlarından vazgeçmişlerdir denilir. Bu bilgiler sözlü tarihin aktarımıyla günümüze ulaşmıştır ve derinlemesine araştırılması gereken konular içinde yer almaktadır.

Sayın Öcalan, “Tarih sadece geçmişten bahsetmiyor; beraberinde yaşanan acıları, direnişi ve hakikati de içinde barındırıyor. Êzidî halkı bu hakikatin en onurlu ve kadim taşıyıcılarındandır. Mezopotamya’nın ilk inançlarından birine sahip olan Êzidîler, binlerce yıldır baskı, zoraki göç ve yok sayılmaya karşı varlığını korudu,” der. Bu, Êzidî toplumunun günümüze kadar süregelen direniş geleneğinin en yalın ifadesidir.

Şengal Dağları: İnancın Son Sığınağı

Şengal Dağları’na sığınan Êzidîler, Êzdalığı yaşatmak için mağaralara ve Şilo Vadisi’nin derinliklerine yerleşir. Taşıdıkları kök inanç ve kültür onları her dönemde yeni fermanlarla karşı karşıya getirir. Her seferinde direnişle fermanları kırmayı başarırlar. Şengal Dağları toplam 36 fermanla yüzleşmiştir. Ancak her saldırıyla birlikte toplumsal kültürlerinden bir parça daha yitirirler.

Saldırıların odağı hep kadınlar olmuştur. Bu, tarihin en eski dönemlerinden günümüze kadar böyle süregelmiştir. Kimliği hedef alınan, yok sayılan hep kadın olmuştur. Önce fermanlardan korunmak için, fakat sonra kırımlar olarak cinsiyetçilik Êzidî kadınları cenderesine alır.

Özgür dağ kadınları, zamanla erkeklerin gölgesine itilmeye başlanır. Kadınlar dengbêjlik yapamaz; yalnızca ağıt yakmalarına izin verilir. Lawinç’i erkekler dengbêjlik olarak söylerken, kadınlar ancak güneş battıktan sonra onu ağıt gibi ve kısıtlı biçimde dile getirebilir. Kadının diliyle dökülecek her söz “günah” sayılır; kadın sesi sessizliğe mahkûm edilir. Fakat kadınlar, aile, toplum, erkek ve düşman baskısına karşı hiçbir zaman boyun eğmedi.

Êzidî toplumunun dışarıdan bakıldığında çizilen genel resminde kadınlar çoğunlukla “öteki” olarak konumlandırılır. Fakat içine girdiğinde, kadına dayatılan kölelik ve buna karşı direnen kadın duruşu bambaşka bir gerçeklik karşına çıkar: Xatuna Ferxan, Sitiya Ês, Sitiya Nexşa, Xunav, Zarifa Use ve daha nice direnişçi Êzidî kadının ardında bıraktığı güçlü bir kadın karakteri görürsün. Bu kadınlar yaşamın bilgeleri, yol göstericileri olarak kabul edilir.

Koçek kadınlar, hem kadınların hem de erkeklerin yaşamlarına dair danıştığı, sözüne güvenilen bilge kişiler olarak toplumun tüm kesimleri tarafından tanınır. Yaşamın her alanında, özellikle de demokratik toplum paradigmasıyla birlikte, hem görünür hem de öncü bir misyon üstlenmişlerdir.

Tüm baskılara rağmen, Özgür dağ kadınlarının varlığı Şengal’de hep vardı. Bugün ise sadece var olmakla kalmayıp, aynı zamanda etkin olmanın gücünü de birlikte yaşıyorlar.

2014: En Ağır Ferman ve Direnişin Dönüşü

Tarihin fermanlarla örülü uzun geçmişi, 2014’te en ağır fermanla karşılaşır. KDP peşmergelerinin ihaneti bir yana, elinde keskin kılıçlar taşıyan DAİŞ çeteleri, dünyanın hegemonik güçlerinin desteğiyle Êzidîlerin üzerine gelir. Êzidîler bunun bir yok etme saldırısı olduğunu hemen anlar. Bu, yüreklerine işleyen derin bir korkuya neden olur. Yalnızlık, terk edilmişlik duygusu, tarihin tüm acılarını önlerine serer. Ya ölmek, ya kendinden vazgeçmek… Her iki seçenek de büyük bir kırımı beraberinde getirecektir.

Kadınlar, fermanların döngüsünde en çok yitirilenler olmuşlardır. Ama yaşadıkları ve geçtikleri her toprakta arkalarında direnişin izlerini bırakmışlardır. Bu izler canlıdır; yaşamın içinde filizlenecek kadar güçlüdür. Özgürlük mücadelesinin kadın ruhu bu izleri taşır.

PKK, ana soylu toplumun bugüne taşınmış bir biçimi olarak Mezopotamya’nın her yerine kök salmıştır. Gerillalar Şengal’e “Dervişin 12 atlısı” olarak gelirler. Artık bitti denilen noktada Êzidî toplumu tek bildiği şeyi, gerillalarla omuz omuza vererek yapar: direnir, vazgeçmez ve hayatta kalır.

Ana Soylu Toplumun Direnişi ve Barbarlığın Yeniden Doğuşu

Son fermanla birlikte tarih bir döngüye girer; ilk dönemin hakikatine geri dönülür. Bu, kadın ana soylu toplumun bilgeliğiyle şekillenen yaşam biçimiyle; erkek aklının zorbalık, şiddet ve barbarlıkla kurmaya çalıştığı tahakküm toplumu arasındaki kadim çatışmanın yeniden sahneye çıkışıdır.

2014 yılında Şengal’de yaşanan 74. ferman, bu iki toplumsallığın son derece çıplak, acımasız ve yalın hâliyle karşı karşıya geldiği andır. Êzidî toplumuna öncülük eden kadın ve erkek gerillalar, kadın ana soylu geleneğin mirasını taşıyarak halklarını korumak için Şengal Dağları’nda direnişin ön cephesine geçerler. Onlar, geçmişin tanrıçalarından bugünün özgür kadınlarına kadar uzanan zincirin halkalarıdır. Karşılarında ise barbarlığın, korkunun, yamyamlığın karanlık temsilcileri vardır: DAİŞ çeteleri.

74. fermanda yalnızca bir halk değil, bin yıllardır süregelen bir yaşam felsefesi hedef alınır. Kadın bedeni üzerinden yürütülen vahşet, sadece bir soykırım değil, aynı zamanda belleğin ve geleceğin katlidir. DAİŞ çetelerinin kadınlara ve çocuklara uyguladığı işkenceler, çocuklarının etlerinin annelere zorla yedirildiğine dair anlatılar, 21. yüzyılın en karanlık sayfalarından biri olarak tarihe kazınır. Bu, barbarlığın zaman aşımına uğramadığını; aksine şekil değiştirerek varlığını sürdürdüğünü gösterir.

Uluslararası güçler, soykırımı tanımayarak ve DAİŞ çeteleri ile onların arkasındaki güçleri yargılamayarak aslında nerede durduklarını açıkça göstermişlerdir. Ortadoğu’yu, ana soylu kadın ve tanrıça kültürü şahsında hedef alan, onu bir soykırım döngüsünde tutan kapitalizmin kastik katil sistemine dayalı katliam zihniyeti; bugün Ortadoğu’da cihadist çete oluşumların önünü açmış, kadınları ve toplumu da tecavüz kültürünün batağına çekmiştir.

El Kaide, DAİŞ ve El Nusra gibi çete gruplarıyla Şengal’de başlatılan bu soykırım; kadınların güçlü durduğu tüm toplumlara karşı sürdürülmektedir. Şengal’den sonra Kobanê, Efrîn, Suriye’nin sahil bölgeleri, Dürzî toplulukları, Afganistan ve İran gibi coğrafyalarda yürütülen saldırılara bakıldığında, bu kadın kırımı sistematik bir biçimde nasıl işlediği açıkça görülebilir.

Görünen odur ki tarihte defalarca karşılaşılan bu erkek merkezli barbarlık değişmemiştir; sadece kılık değiştirmiş, adını değiştirmiştir. Neolitik dönemin kadın bilgeliğine karşı geliştirilen ilk saldırı neyse, DAİŞ’in 74. fermandaki saldırısı ve sonrasındaki tüm saldırıları da onun çağdaş izdüşümüdür. Bu durum yalnızca onların insanlığa yaklaşımını değil, aynı zamanda Ortadoğu’yu sapladıkları bataklığı da gözler önüne serer.

Êzidî kadınların yaşadığı zulüm, bu çığlığın en ağır sesidir. Ama aynı zamanda direnişin ve yeniden doğuşun da başlangıcıdır. Êzidîliğin direniş geleneği ise bu barbarlığa karşı bir kez daha dağlara yaslanarak cevap verir. Ana soylu kadının bedeninde şekillenen yaşam gücü, gerillaların kararlı duruşuyla birleşerek halkına siper olur. Şengal’de yalnızca bir toprak savunulmaz; bir inanç, bir kültür, bir hafıza ve kadim bir yaşam biçimi ayakta tutulur.

Sayın Öcalan, “Êzidîlerin bugün yürüttüğü mücadele hepimize yol gösteriyor. Sesi özgürlük isteyenlerin sesidir. Dolayısıyla Êzidîlerin korunması öz savunma temelinde insanlık vicdanına sahip çıkma ile eşdeğerdir. İnanç ve kimliği ile özgür yaşamak için kendilerine sistem oluşturmak Êzidîlerin en doğal hakkıdır. Ne baskıcı devletler ne de kavimci dar anlayışlar bu hakkı tanımıyor. Bu ancak halkların kardeşlik ve eşitliğine dayalı sistem ile gelişebilir, bu temelde kendilerini yönetebilir” der.

Bu da bu çağın direniş geleneğinde Êzdalıkla bir başlangıcı ifade eder. Êzdalık kültürünün kök hücreleri, tüm Kürdistan’da bir yaşam felsefesi olarak yeşerir. Fermanlarla dolu tarihe, 2015 yılında Şengal’in DAİŞ’ten özgürleşmesi ve Êzidî toplumunun özerkliğini ilan etmesiyle nokta konularak yeni bir başlangıcın kapısı aralanmıştır. Yani Êzidîler, Demokratik Özerk Şengal sistemleriyle Irak başta olmak üzere tüm bölgeye öncülük ederek Ortadoğu’nun Rönesansı’na giden yolun kapılarını kadınlara ve tüm halklara açmışlardır.

Etiketler: 3 Ağustos Şengal katliamıDirenişÊzidî kadınlarÊzidî katliamıEzidilikFermanMücadeleSayı 127ŞengalŞengal katliamı
Önceki İçerik

Şîrê Qehrê: Çocuklar Kahrın Sütünü İçmeye Devam Ediyor

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

No Result
View All Result
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.