Eşbaşkanlık modeli, bu ataerkil zorbalığa ve devletin bu zorbalığa göz yuman politikasına bir çözüm sunuyor. Kadınların sadece siyasi arenada değil, aynı zamanda evlerinde ve toplumda da söz sahibi olmalarını sağlıyor. Bu model, kadınların güçlerini birleştirmesine, kendi geleceklerini belirlemelerine ve toplumlarını dönüştürmelerine olanak tanıyor.
Son yüzyılda dünya feminist hareketi büyük ve taktire şayan kazanımlar elde etti. 21’inci yüzyılın ilk çeyreği Batı demokrasisi açısından kritik bir geriye gidişi ve krizli bir dönemi ifade etse de dünya kadınları Ortadoğu’dan yükselen ve demokrasi açısından kıymetli bir mücadeleyi izliyor. Türkiye demokrasisi söz konusu olduğunda, “Batı demokrasisinin 100 yıl gerisindeyiz.” cümlesini onlarca kez duymuş veya sarf etmişizdir. Peki nedir bu cümleyi söyleten diye basitçe düşündüğümüzde ilk aklımıza gelen evrensel insan haklarına dayalı bir yönetim biçiminin, anlayışının olmayışı ve tabii daha önemlisi cinsiyete dayalı eşitsizliğin boyutu, toplumsal cinsiyet rollerinin yarattığı toplumsal katmanlar olarak sayabiliriz. 20’inci yüzyılda dünyada feminist akımların yükseldiği ve büyük mücadeleler sonucunda hukuksal kazanımların elde edildiği yıllar da oldukça önemli. Ulus üstü sözleşmelere ve devletlerin kendi anayasalarına ve yasalarına göre cinsiyete dayalı ayrımcılık yasağı net olarak tanınmış ve kazanılmış bir hak. Bunun toplumsal hayata yansımaları, ev içinde, işyerinde, sokakta, siyasette, hayatın pek çok alanında yaşamsallaşması toplumdan topluma, kültürden kültüre, yönetimden yönetime farklılıklar gösteriyor.
Gelelim Türkiye’ye: Cumhuriyet döneminden itibaren yasal belgelere yerleşen kadın kazanımları ve son 40 yılda yine feminist hareket ve özgür kadın hareketinin ortak mücadelesi ile elde ettiği pek çok hukuki kazanım var ve oldukça kıymetli. Bugün bu kazanımlar saldırı altında bulunuyor. Tüm bu hukuki kazanımların toplum üzerinde yarattığı dönüşüm etkisi bu defa devletin bölgesel ayrımcı politikalarına, kültürel dokuya bağlı olarak değişiklik göstermekte. İçeriye doğru geldikçe özgür kadın hareketinin amacı kendiliğinden netleşiyor. Özgür kadın hareketinin son 20 yılda yoğunlaştığı konuların başında “Özgür eş yaşam modeli” geliyor.
Özgür eş yaşam, kadın erkek eşitliğini sadece yasal bir çerçeveye kavuşturmak değil toplumsallaştırmak, toplumsal değişim dönüşüm yaratmak amacı taşır. Bu modelin en önemli aracı eşbaşkanlık ve eşit temsiliyettir ki kadınların sadece siyasete değil tüm yönetim süreçlerine ve kamusal alana aktif bir şekilde katılmasını, karar alma süreçlerinde eşit katılımın sağlanmasını ve toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden tanımlanmasını ifade eder.
Eşbaşkanlık nedir? Alman Yeşiller Partisi ile başlayan bir serüven ama Avrupa’da yaygınlaşamamış. Kürt özgürlük hareketinin parti geleneğine yerleşmiş ve Türkiye yasalarında yerini almış olması devasa bir kadın mücadelesi ve bedellerle başarılmış. Bugün tüm il/ilçe örgütlerinde, sivil toplum kuruluşlarında bu model uygulanmaktadır. Yerel yönetimlerde son 15 yıldır ısrarla uygulanma mücadelesi devletin ve bir kesim erk sahibi erkeğin iktidarını zorladığından, “Kadınla kazanılmaz” “Partide olur da belediye de olmaz” gibi Ortaçağ söylemleri ile karşılaşılmaktadır. Şimdi gelelim özgür kadın hareketinin ısrarının nedenlerine. Niyetimiz iktidar değil beyler. Amacımız eşitlik! Binlerce yıllık eşitsizliğin sonucu olan yapısal eşitsizliği ancak toplumsal değişim ve dönüşümle aşmak mümkün. Yasaların uygulanmadığı, yasaların ulaşmadığı, yasaların görmediği kadınlar bu sistemle kurtulacak. Şiddet görmeyecek, ölmeyecek, çocuk yaşta zorla evlendirilmeyecek. Yeni değil bunu çok önceden başarmış bir hareketiz ve sürdürme konusunda ısrarcıyız. Abdullah Öcalan, eşbaşkanlık modeliyle ilgili olarak şunları belirtmiştir: "Eşbaşkanlık modeli, kadın ve erkek arasındaki eşitlik ilkesini siyasetin merkezine yerleştirir. Bu model, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak için etkili bir araç olabilir. Kadınların liderlik rollerinde güçlendirilmesi, toplumsal dönüşümün anahtarıdır."
Toplumsal dönüşüm, Kürt kadın hareketinin merkezinde yer alan bir diğer önemli kavramdır. Bu kavram, sadece siyasi alanda değil, toplumun diğer alanlarında da değişim ve dönüşümü ifade eder. Kadınların güçlenmesi, eğitim ve istihdam olanaklarının artması, şiddetin önlenmesi ve toplumsal cinsiyet rollerinin yeniden tanımlanması gibi birçok alanda toplumsal dönüşüm çabaları göze çarpıyor. Şimdi tam burada bir kadın hikayesi anlatacağım. Pelda Karaduman’ın hikayesi ve annesi Leyla Karaduman’ın verdiği hukuk mücadelesi.
Pelda Karaduman 12 yaşında zorla kaçırılarak, cinsel istismara maruz kaldı. Koruma altına alınmak yerine, yine zorla; dini nikahla evlendirildi. 6 yıl boyunca sistematik şiddet gördü. Eşi Hüseyin Oruç tarafından, kaynı Şahin Oruç’un iştiraki ile, aile tarafından alınan kararla katledildi. 23 Temmuz 2017 tarihinde öldürüldüğünde daha 18 yaşında ve iki çocuk annesi idi.
Hukuki süreç boyunca doğrudan kendimin de duruşmalarına katılarak izlediğim davada, yerel mahkeme, sanık eşe, haksız tahrik indirimi uygulayarak ceza indiriminde bulundu ve 28 yıl ceza verdi. Ayrıca, ilk derece mahkemesi, azmettiren ve iştirak eden diğer aile fertlerine beraat vererek ataerkil anlayışı ve bu anlayışın ürettiği şiddeti görmezden gelerek yasalara ve İstanbul sözleşmesine aykırı bir karara imza atmıştır. Pelda’nın hikayesinin özeti şu; aile, kamu kurumları, doktor, kolluk görevlisi, savcı, imam iş birliği ile işlenmiş bir cinayet ortaklığı. Pelda’nın hikayesi benzer bir başka kadının hikayesinden de bahsedeceğim. Hayatta olduğu için sadece Gül diyelim kendisine. Gül, 14 yaşında yine akrabası olan bir erkek tarafından kaçırılıyor, zorla alıkonuluyor ve cinsel saldırıya uğruyor. Daha sonra arabulucular araya giriyor. Gül ve annesinin tüm itirazlarına rağmen şiddet faili erkekle evliliğine karar veriliyor. Gül’ün annesi, yerine kayyım atanmış belediye eşbaşkanına ulaşıyor ve kızımı kurtarın diyor. Tam bu sırada belediye eşbaşkanı, HDP ilçe eşbaşkanı ile birlikte Rosa Kadın Derneği’ne ulaşan bilgi ailelerle yapılan görüşmeler sonucunda Gül, yasaların duymadığı, görmediği bir coğrafyada zorla evlendirilmekten kurtuluyor.
Sadece iki yaşanmış kız çocuğu hikayesi kadınların neden siyasette olmaları gerektiğini anlatıyor. Artık o köyde kimse çocuğunu zorla evlendirmiyor. Yaşlı erkekler kendisine kuma almak için kızını berdel vermiyor. Eşbaşkanlık kadınların ve kız çocuklarının yaşam umudu. Siyasette ve yönetimde yer alan her kadın toplumsal değişime ve dönüşüme küçücük de olsa bir katkı yapıyor ve zihinlerde devasa bir farkındalık yaratıyor. Eşbaşkanlık modeli, bu ataerkil zorbalığa ve devletin bu zorbalığa göz yuman politikasına bir çözüm sunuyor. Kadınların sadece siyasi arenada değil, aynı zamanda evlerinde ve toplumda da söz sahibi olmalarını sağlıyor. Bu model, kadınların güçlerini birleştirmesine, kendi geleceklerini belirlemelerine ve toplumlarını dönüştürmelerine olanak tanıyor. Yani mesele imza yetkisi, makam paylaşımı hiç değil. Eşitlik mücadelesinin toplumsallaşması ve kız çocuklarının Kürdistan’da, zaten devletin kararttığı geleceğini bir nebze de olsa aydınlığa kavuşturmakla ilgili. Kadınlar için mücadele, özgürlük ve adalet söz konusu olduğunda, eşbaşkanlık sistemi bir umut ışığı gibi parlıyor. Ama bu sadece bir politik model değil, aynı zamanda kadınların seslerini duyurduğu, varoluşlarını kutladıkları bir yolculuk.
Bu mücadele, sadece Kürt toplumuna değil, tüm dünyadaki kadınların hak mücadelesine ilham veriyor ve toplumsal değişim ve dönüşüm için önemli bir referans noktası oluşturuyor.