Mikro milliyetçilik kodları ile açığa çıkan erkeklik krizinde kadın düşmanlığı kurnaz erkek aklı ile ayrıntılara gizlenmiş ve kendini görünmez kılmıştır
Dünyanın her yerinde kadın isyanının ve direnişinin yükseldiği bir zaman aralığından geçiyoruz. 21.yüzyılın kadın yüzyılı olacağı tespitine denk bir kararlılık ve direniş ile kadınlar hayatın her alanında izler bırakıyor ve değişime öncülük ediyor. Elbette bu değişim ve mücadele kadınlar açısından zorluklarla dolu bir yürüyüşü de anlatıyor.
Dünya genelinde Üçüncü Dünya Savaşı’nın olduğu artık tartışma götürmez bir gerçek. Bu savaş gerçekliğine bir de kapitalizmin krizi ve ulus devletlerin değişime direnmeleri eklenince durum daha da zorlaşıyor. Kapitalizmin yaşadığı krizle dünyanın birçok noktasında özellikle de Ortadoğu coğrafyasında en yakıcı şekilde hissedilen hegomanik savaşlar ulus devletlerin son çırpınışları gibi.
Ulus devletlerin kendini ayakta tutma ve devam ettirme dinamikleri değişmiyor. Her dönem biri öne çıksa da cinsiyetçilik ve milliyetçilik temel argüman olarak varlığını hep sürdürdü. Cinsiyetçilik ile kadınların ötekileştirildiği her türlü baskı, zor ve hegomanik ilişkinin metası haline dönüştürülmek isteniyor. Milliyetçilik ile de egemen ulusun kedinden olmayan tüm ulusları ezdiği hatta yok ettiği bir sistem varlığını devam ettirmeye çalışıyor.
Kuşkusuz kadınlar erkeklerin ve devletlerin geliştirdiği cinsiyetçi politikaların farkında çünkü yılların getirdiği bir mücadele, direniş ve dayanışma geleneği ile bugünlere geldi. Dünyanın her yerinde kadın isyanı Jin Jiyan Azadî ile buluştu. Biz kadınlar erkek egemen sistemin bize dayattığı cinsiyetçi politikaların farkındayız. Bu farkındalık ile sürekli direniş, değişim dönüşüm ve daha önemlisi bir dayanışma içerisindeyiz. Böylece kadın özgürlük mücadelemizde büyük kazanımlar elde ederek yürüyoruz. Erkek egemen sistem ise yılların egemen statükosunu korumak ve iktidarını devam ettirmek için karşı bir direniş içerisinde. Bu anlamıyla yaşananları bir erkeklik krizi olarak tanımlamak daha doğru olacaktır. Bu erkeklik krizi ile beraber kadın düşmanlığının derinleştiği, kadın katliamlarının ve cinayetlerinin cezasızlık politikası ile desteklendiği kadın kırım politikaları ile karşı karşıyayız.
Erkeklik krizinin milliyetçilik ile birleşmesiyle sorun daha da derinleşmektedir. Nitekim milliyetçilik tek başına egemenlik meselesi değil aynı zamanda ezilenleri de zehirleyen bir toplumsal tehlike olarak büyüyor. Milliyetçilik ve cinsiyetçilik sosuyla birleşen erkek egemen devlet anlayışı tüm direniş odaklarını hedeflerken kadınlar daha özel bir hedef haline geliyor. Egemen milliyetçik kodlarıyla bileşmiş erkeklikte kadınların katledildiği, erkek katillerin korunduğu veya gizlendiği, kadın düşmanlığının her halinin yaşandığına hepimiz tanıklık ediyoruz. Elbette burada ki kadın düşmanlığı daha kaba, daha gözle görünür dolayısıyla buna karşı mücadele etmek belli boyutlarıyla daha kolay. Asıl problem ezilen toplumların duyguları ile birleşen ve mikro milliyetçiliğe dönüşen erkeklik krizinde.
Mikro milliyetçilik kodları ile açığa çıkan erkeklik krizinde kadın düşmanlığı kurnaz erkek aklı ile ayrıntılara gizlenmiş ve kendini görünmez kılmıştır. Ezilenlerin duygularına hitap eden, daha görünmez bir kadın düşmanlığı ile erkeklik kendini yaşatmaya çalışıyor. Elbette kadın özgürlük mücadelesinin yükselmesi ile en çok Kürt kadınlar ve onların öncülük ettiği kadın özgürlükçü paradigmayı hayata geçirmeye çalışan kadınlar bu düşmanlığın hedefindeler.
Türkiye özelinde ki kadın düşmanlığının beslendiği dinamiklere gelirsek. Bunlardan ilk düşmanlık alanı milliyetçi, sağcı, ırkçı duygularla tüm direnen kadınlara saldıran, “makbul kadın” dayatmalarını kabul etmeyen kadınları düşmanlaştırarak erkek düşmanlığının hedefi haline getiren anlayış kadın kırım politikalarının merkezinde yer alıyor. Son olarak İstanbul’da iki genç kadını katleden olayla daha görünür olan bu düşmanlık esasında iktidar politikalarından bağımsız değildir. Katil erkeklerin ortak noktası son ceza yasaları ile tahliye edilmiş olması ve yine cezasızlık zırhıyla korunabilmesi için uyuşturucu bağımlılığının öne çıkarılması tesadüf olamaz.
İkinci düşmanlık alanı ise milliyetçi duygularla birleştirilmiş siyasal İslam’ın etkilediği “muhafazakâr erkek” saldırısı. Kadını, yaşamın hiçbir alanında kabul etmeyen irade olarak görmeyen ve evine hapsetmeye çalışan erkek yaklaşımı da başka bir boyut. Siyasal İslam’ın beslediği ve AKP iktidarı tarafından da desteklenen bu odaklar IŞİD’çi mantıkla kadınları hedeflemektedir. Kadına ne siyasette ne de toplumsal alanda tahammül etmeyen güç, irade ve karar merci olarak görmeyen bir yaklaşım içerisindeler. Demokratik siyasette ki kadın temsiliyetlerin, yine eşbaşkanlık sisteminin kabul edilmemesi, seçim sürecinde Batman örneğinde olduğu gibi diğer parti adaylarının ısrarla karşılarında bir erkek aday istemesi bu yaklaşımın en somut örneğidir. Elbette ki kadınların Batman’da verdiği muazzam cevap tarihe önemli bir kadın başarısı olarak yazıldı.
Üçüncü düşmanlık alanı ise mikro milliyetçilik dinamikleri ile geliştirilen ve kendini ezilen ulusun haklılığına dayandırmaya çalışılan kadın düşmanlığıdır. Kuşkusuz Kürt milliyetçiliği burada ki kadın düşmanlığının baş aktörü olarak karşımıza çıkıyor. Özel savaş politikaları ile de harlanan bu saldırı dalgasında DEM Parti ve onun fikriyatı etrafında şekillenen kadın özgürlük mücadelesini yürüten kadınların hedef alınması, etnik kimleri üzerinden sürekli bir linç kültürü ile karşı karşıya kalmaları tesadüf değil, bilinçli geliştirilmeye çalışılan bir devlet politikasıdır. Bu özel savaş politikaları ile bir taşla birkaç kuş hedef alınıyor demek yeridir. Öncelikle alternatif bir mücadele geleneği geliştirmeye çalışan Kürt siyasal Hareketi yalnızlaştırılmaya çalışılırken, diğer taraftan da kadın düşmanlığı geliştirilerek kadın özgürlük mücadelesi hedef alınıyor. Çünkü Kürt kadın mücadelesinin elde ettiği kazanımlar erkekleri ve iktidarları korkutuyor.
“Milliyetçilik, modernitenin en etkili inanç kalıbıdır. İnşası son derece basittir: Ulusu oluşturan her faktörü, inanç kutsalı haline getireceksin! Tüm okul, kışla, cami, kilise, aile ve diğer cemiyet faaliyetlerinde bu faktörleri namusla özdeş kılarak, en duyarsız bireyi bile heyecanlandırıp saldırgan kılacak kadar işleyeceksin!” diyen Sn. Öcalan, milliyetçiliğin sürekli toplumsal direniş odaklarına saldırıyor olmasını çok iyi özetliyor.
Elbette ulus devletin en temel argümanı olan milliyetçiliğe karşı olarak demokratik ulusu inşa etmek ve kadın özgürlük çizgisini büyütmek demokratik çözümün esaslarını ifade ediyor. Kadın özgürlük mücadelesinin; sınırları aşan dayanışma ağlarının büyümesi, hayatın her alanında tüm milliyetçi, cinsiyetçi erkek saldırılarına karşı kadınların Jin Jiyan Azadî demekten bir an bile vazgeçmemesi tüm halklara ilham olmaya devam edecektir.