Direnişin estetiği 'özgürlüktür' diyoruz çünkü merkezinde insan yoktur. Doğa kadın diyalektiği vardır. Tarihsel bilince kök salmış farklılık ve çeşitlilik vardır. Özne nesne, akıl duygu, erkek, kadın, doğa insan ikilemleri yoktur. Topluma kimliksiz krizli, ideolojisiz, felsefesiz, bilimsiz, politikasız bir yaşam dayatan yeni uygarlık tanrılarının ideolojileri yoktur
“Parlak güneşin zerresi olmayanlar aşk ve ışık bulamazlar” diyor çağının bilginleri. Işığı ve aşkı arayanlar için zerre olmak hakikati anlamda bulmaktır. Anlamda kendini yaratmak özgürleşmek, Xwebun olmaktır.
Toplumsal ve tarihsel yaşamın sosyolojik gerçeğini irdelediğimizde daha fazla metafizik bir karakter taşıdığını görürüz. Maddi somut gerçeklikler şüphesiz madalyonun öteki yüzüdür. Fakat bir özgürleşme eylemi olan arayışlar metafizik bağlamda kendini daha derin ifade eder. Evrenin ve insanın ilişkisel bütünlüğüne anlam vermesi de bundandır. İnsan kendini bu bütünlükte zerre hisseder, anlam verir ve eyleme geçer. Anlamın temel formu olarak özgürlük de zerrenin eylem hali olan direniştir. Yaşamın anlam bulan estetiğidir.
Özgürlük arayışının, dolayısıyla direnmenin tarihi hakikat yolcusu olan kadınlar, çeşitli yol ve yöntemlerin arayışına girmişlerdir.
Dini, mitolojik, mistik, felsefi, bilimsel ve sanatsal olmak üzere çok çeşitli yöntemleri tarihle buluşturmuşlardır. Yöntemler yol olmuş, bilinç olmuş en nihayetinde arayışın kendisi yaşam biçimine dönüşmüştür. Aradan geçen binlerce yıla rağmen arayışımızı sürdürüyoruz. Çünkü 21. yüzyıl kadın yüzyılı olacak iddiasıyla direnmeye devam ederken özgürlük sorunumuzun varlığına işaret etmekteyiz.
Direniş ruhuyla harlanan özgürlük amacımız egemenlerin dünyasında tersyüz edilerek etik ve estetikten, toplumsallıktan koparılmaya çalışılmakta; yanılgılı reformların, gösteri toplumunun ve en nihayetinde bireyciliğin içinde eritilmeye çalışılmakta sahte özgürlük anlayışı dayatılmaktadır.
Direnişin estetiği özgürlüktür diyoruz çünkü merkezinde insan yoktur. Doğa kadın diyalektiği vardır. Tarihsel bilince kök salmış farklılık ve çeşitlilik vardır. Özne nesne, akıl duygu, erkek, kadın, doğa insan ikilemleri yoktur. Topluma kimliksiz krizli, İdeolojisiz, felsefesiz, bilimsiz, politikasız bir yaşam dayatan yeni uygarlık tanrılarının ideolojileri yoktur.
Var olan, binlerce yıllık yaşanmış bir tarihin hafızasını özel savaşın her türlü argümanıyla tersyüz etmek isteyen, bu tanrıların buyruklarına sırt çeviren, biat etmeyen kadınların direniş geleneğidir.
“Direniş geleneği 21. yüzyılda kendini kadın devrimiyle nasıl buluşturacak?” sorusu can alıcıdır.
Erkek egemenliği kadının ve yarattığı değerlerin sömürüsü üzerine inşa edilmiştir. Hiyerarşinin düğümleri ilk olarak kadın ve erkeğin birbirine yabancılaşması temelinde atılmıştır. Yaşamın diyalektik bağları nefessiz bırakılmış adeta kangrene dönüşmüştür. Zamanla iktidarcı ve cinsiyetçi politikalar toplumsal dokunun her bir alanında kök salıp serpilmiştir. Ötekileştirme ve inkâra dayalı sömürü çarkları önce kadınları ezmiştir. Sınırlar kadınların kesişimsel dünyasının arasına çekilmeye çalışılmış, dikenli teller farklılıklarımızın arasına örülmeye başlanmıştır. Merkezsiz ve esnek bir mücadelenin öznesi olan kadınlara avunulacak tanımlı zaten kazanılmış hakları bahşederek özgürlük arayışından vazgeçirme çabası her geçen gün artmaktadır. Ulus devlet zırhının altında can çekişen erkeklik çıkışını kadına tahakkümde, sömürü de aramaktadır. Dünyanın her yerinde kadınlar çoklu krizler yaşayan sistemin saldırılarına karşı arayışlarını diri tutuyor mücadelede ulus ötesi karakteri yakalamaya çalışıyor. İster Rojhilat’ta olsun ister Polonya’da ister Ukrayna’da olsun ister Afganistan’da İster İsrail’de olsun ister Filistin’ de, egemenlerin kurduğu iktidar oyunlarında yaşamlarımız şansa bırakılıyor. Yaşamlarımızın bahis konusu edildiği iktidar kavgalarına itirazlarımız her yerdendir. Yalnız haklarımızı değil özgürlüğümüzü istiyoruz.
Tam da buradan yola çıkarak önce kadınlar diyerek devrim içinde devrim perspektifi ışık olmalıdır. Dünyanın her yerinde hangi toplumda yaşarlarsa yaşasınlar, hangi imkan ve olanaklara erişirse erişsin kadınlar sömürü çarkının ilk ezilenleridir. Devrimin evrensel karakteri yeni yüzyıla rengini verecek kadar kendini dayatmaktadır. Sömürü, şiddet, kadın yoksulluğu, savaşlar ve dağa talanı bir kadın kırımı, bir toplum kırımı bir doğa kırımı halini almıştır. Şiddetin ve sömürünün değişen biçimi hakikati ortadan kaldırmaz iken direnmenin estetiği bin bir renkli kadının aynı çizgide hizalanmasıyla mümkündür.
Tüm dünya kadınlarını bir araya getirecek sihirli formülün adı olan dünya kadın konfederalizmi kadınlara dayatılan iki yolun reddi, üçüncü yoldur.
Kadın devrimi için üçüncü bir yol mutlaka vardır diyerek mücadelemizin kesiştiği kadınlardan biri de Claudia Korol’dur.
Kürt kadınlarına mektup yazan Claudia Korol şunları ifade etmekte;
“Sloganımız “Bir kadına dokunurlarsa, tüm kadınlar cevap verir”
“Meksika, Chiapas’ta direnmenin, örgütlenmenin, yönetimin ve içinde tüm dünyaların yer bulabildiği, her şeyin sadece bizim için değil, herkes için olduğu emrine uyarak dünyalar yaratmanın yeni yollarını bulan Zapatista toplulukları gibi. Honduras’ta kutsal Gualcarque Nehri üzerine baraj yapılmasına sayısız kardeşimizin arasında, dünya devrimlerine, özellikle Kürt kadınların devrimine gönlünü vermiş bir Lenca kadını olan kız kardeşimiz Bertha Cáceres’in canı pahasına engel olmak için mücadele eden Lenca halkı gibi. Ya da Honduras’ta ölüm şirketleri tarafından işgal edilen ve satılan toprakları için mücadele eden Garífuna halkı gibi. Guatemala’da toplum temelli iyileşme yolunda feminizmi var eden, halklarının uğradığı soykırımları mahkemeye taşıyan, cinsel şiddetin insanlığa karşı suç olduğunu savunan, madencilik ve ormancılık şirketlerinin karşısında durarak topraklarına girmelerine engel olan Ixil kadınları, Xinca halkı, K’iche halkı gibi. And Dağları’nın iki yanında topraklarını koruma ve dünya görüşlerine uygun bir yaşamın olanaklarını keşfetme mücadelesi veren Mapuche halkı gibi. Peru, Cajamara’daki lagünleri koruma mücadelesi verenler gibi. Ekvador’da topraklarına kurulmak istenen mega madenin getireceği yıkımı reddeden Shuar halkı gibi. Bolivya’da hükümeti sömürgecilik ve erkek egemenlikten uzaklaşmaya sürüklemeyi başarmış olan, ancak bunu toplumda somutlaştırmanın gerekliliğini bilen toplumsal feministler gibi.”
Bugün topraklarımız 3. dünya savaşının pay kapma servisi haline getirilirken sömürü tecavüz işgal ve ilhak politikaları karşısında tarihin görmediği iradeyi ortaya koymakta direnmektedir. Direniş geleneğini tarihin derinliklerinden alan bu topraklar tanrıçaların direngen damarları olmaya devam edecektir. Kadınlar toplumun her yerinde direnmenin estetiği ile kadın devrimini örecek, aleyhte atılan tüm kördüğümleri açacaktır. Tarihin seyri yeniden belirlenirken atılacak ve çözülüşü mümkün olmayacak o ilk düğüm olan özgürlüğü kadınlar yaratacak.