Doğru belirlenmeyen politikalar toplumsal hafızanın silinmesi demektir. Bu sadece dilleri yok etmez, aynı zamanda kültürleri, gelenekleri ve dayanışmayı da yok eder
“Dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır”
Ludwih Wittgenstein
Kişinin tahayyül dünyası, anadili ile sınırlıdır. Anadili, birinci dil, kişinin doğumundan itibaren anlam dünyasını oluşturan dildir ve kişinin yaşamla gerçek anlamda kurduğu bağ da tam olarak budur.
Bir toplumda bireyler konuşarak anlaşır. İletişimi dil aracığıyla gerçekleştirse de dilin kurumsallığı ve sosyo-ekonomik statüsü de o dilin gelişmesini ve yaşamsallaşmasını sağlar. Nasıl ki bir ağaç, toprak, su, güneş ve hava ile yaşam buluyorsa, bir dil de yaşamın ilk evresinde kişi ile sosyal çevre arasında bağ oluşturur. Bu bağ sayesinde dış dünya ile iletişim kurulur.
Dil ile doğayı, bitkileri, hatta yeme-içmeyi bile adlandırmak zorunluluğu varken, bir yaşlı bireyin yardımına ihtiyaç olduğunu görmekteyiz. Dil birey açısından temel iletişim aracıyken, ifadelendirmede, adlandırmada, sözcüklerin kaybolduğunu görmekteyiz. Bu durumu birey açısından anlamak ve anlatmak, duygu ve düşüncede karşılaştığı ve karşılaşacağı olumlu veya olumsuzlukla başa çıkmakta yetersiz hislerin oluşmasına sebep olmaktadır.
Yine kültürel açıdan da konuyu ele almak, önemli ve bağlayıcı bir yön olmaktadır. Çünkü kültürlerin oluşması veya nesillere aktırılmasının en temel unsuru dildir.
Dillerin yaşamsallaşması ve gelişme göstermesi, o dil sadece günlük yaşamın ihtiyaçlarının giderilmesi ile sınırlandırılmışsa mümkün değildir. Binlerce yaşanmış örnek ile dilin yaşamsallığını ele alabiliriz. Örneğin; Kurmançki lehçesini ele aldığımızda artık konuşma ve yazmada olan cümle haznesini %50’lik bir oran ile yaşam sağladığını görebiliriz. Bu durum benzer tüm diller açısından bir tehlike olarak karşımızda durmaktadır. Kürt diline baktığımızda, bir toplumun dilinin Osmanlıdan günümüze kadar baskılandığını ve yasaklandığını görmekteyiz. Yine seksenli yıllardan günümüze film ve kitaplara konu olan onlarca hayati önemde zorlukların yaşandığı sahneler ile karşılaşmaktayız. Baskılanan toplum ve toplumun iletişim araçları olmaktadır. Bu durum sadece toplumun kendi içindeki sosyal bütünlüğü bozmakla kalmayıp, aynı zamanda kültürel bir bunalımı da beraberinde getirmektedir. 80’li ve 90’lı yıllardaki baskı ve asimilasyon politikalarının devam ettirilmesi ile 2000’lerin başında tekrar ortaya çıkan baskı ortamından günümüzde daha da ağır tablolar ile karşı karşıya kalınması kaçınılmazdır. Asimilasyon politikaları ile geçmişte çocuklara Kürtçe isim verilmesi, sokakta Kürtçe konuşulması yasaklandı ve bu meşrulaştırılmaya çalışıldı. Bugün halen Kürtçe tiyatro ve konserlerin yasaklanması, sokaklarda anadilleri ile şarkı söyleyen gençlerin gözaltına alınması, bir kadının karakolda uğradığı taciz ve tecavüze dair ifade esnasında tercüman buldurma gereğinin duyulmaması ile en insani ve temel hakların kullanılması engellenmektedir. Bir dille kültüre bekli de yapılacak en büyük kötülük onu yok saymaktır. Devletin resmî kurumlarında bilinmeyen bir dil olarak adlandırmaktan bile çekinmeyen bu zihniyet yasak koyarak toplumsal barıştan daha da uzaklaşmaktadır. Oysaki en temel demokrasi anlayışını toplumun iç dinamikleriyle, onun temel argümanları ile geliştirmek ile mümkündür.
Başta eğitim, sağlık olmak üzere kamusal hizmetlerin anadilinde veya çok dilli kabul edilmesi toplumun doğasının korunması açısından hayati bir önemdedir. Yine milyonlarca insanın konuştuğu bir dili kamusal güvenceye almak, tüm farklılıklarıyla toplumun eşit ve hoşgörü ile bütünleşmesini sağlayacaktır. Doğru belirlenmeyen politikalar toplumsal hafızanın silinmesi demektir. Bu sadece dilleri yok etmez, aynı zamanda kültürleri, gelenekleri ve dayanışmayı da yok eder.
İşte tam da bu anlamda tarihte bugün, bir hafızayı ileriye taşımak adına 15 Mayıs 1932 tarihinde Celadet Alî Bedirxan öncülüğünde Şam kentinde Kürtçe Hawar dergisi yayın hayatına başladı. Kürt dilini yaşatan ve geliştiren Celadet Elî Bedirxan, Hawar’ın serüvenine başladığı ilk gün bilimin ve kendini tanımanın kurtarıcı gücü ile dilimizi daha da ileriye götürmenin elzem olduğunu bizlere gösterdi.
Celadet Eli Bedirxan, Hawar’ın ilk sayısında onu şu şekilde tanımlar: “Hawar bilimin sesidir. Bilim ise insanın kendini tanımasıdır. Kendini tanımak kurtuluş ve güzelliğin yolunu açar. Kendini tanıyan herkes, kendisini tanıtabilir de. Hawar'ımız her şeyden önce dilimizin varlığını tanıtacak. Çünkü dil bizim temel varlık sebebimizdir. Hawar yeni doğandır ve bizim, Kürtler’in çocuğudur.”
Kadınlar olarak elbette anadilimizi ve kültürümüzü yaşatmak, geliştirmek, sürdürülebilir kılmak dilimize kamusal güvence kazandırmaktaki mücadelemiz ve kararlığımız devam edecektir.
Kürt Dil Bayramını kutluyoruz.