Halo halo halo, halê ma yamano
Esker onto ma serde, dormê ma qapano
Sılo Qıj
Osmanlı İmparatorluğu döneminde başlayan ve defalarca sefer yapılan Dersim, Osmanlı’da başlayan Türkiye Cumhuriyeti’ne kalan bir mesele oldu, Dersim kendi içinde barışık yaşayan Rae- Haq coğrafyasında; inancıyla, kültürüyle, kendine yeten bu halk 1937-38 yıllarında yani Cumhuriyet Türkiye’sinde katliama uğradı. Tarih boyunca baş eğmeyen ve özgür olmayı yaşam şekline dönüştüren Dersim, Osmanlı’dan günümüze kadar hemen hemen tüm iktidarların saldırılarına maruz kaldı, zapt edilmesi gereken bir coğrafya olarak görüldü. Padişahların hâkim olmak için ferman çıkardığı, şeyhülislamların ‘katli vaciptir’ dediği Dersim’e yapılan operasyonların sayısı bilinmiyor.
25 Aralık 1935 tarihinde çıkarılan 2884 sayılı “Tunceli Vilayetinin İdaresi Hakkında Kanun” Tedip ve Tenkil Harekâtı için zemin haline getirildi. Dönemin resmi raporlarındaki “Dersim asileri”, “eşkıyalar”, “Dersim bir çıbandır” şeklindeki tanımlamalar ile Kazım Karabekir’in Mustafa Kemal’e yazdığı mektupta “ya ıslah ya da iflah edilmelidir” değerlendirmeleri, gerçekleştirilecek korkunç katliamın habercisiydi. Dördüncü Umumi Müfettiş Abdullah Alpdoğan tarafından uygulamaya konulan “Tunceli Kanunu” ile Dersim Tertelesi’nin fitilini ateşleyen tekçi zihniyet, 4 Mayıs 1937’de alınan Bakanlar Kurulu kararıyla da tarihin en kanlı katliamlarından birine imza attı. 1925 yılında hazırlanan “Şark Islahat Planı” uygulamaya konulmuştur. Bu çerçevede 2 Şubat 1926 tarihinde Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey’in Şark Islahat Planının bir devamı olarak hazırladığı raporda, Dersim “Çıban Başı” olarak tarif edilmiştir. Çünkü bu süreçte homojen bir ulus -devlet yaratma konusunda Dersim tarihi ve kültürüyle bir engel olarak görülmüştür. Dönemin Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın 18 Eylül 1930 tarihinde Başbakanlığa sunduğu Dersim raporunda, bir an önce Dersim’e “askerî harekât” düzenlenmesi gerektiği belirtilirken, 1932 yılında Jandarma Umum Kumandanlığının hazırladığı gizli rapor Dersim’in coğrafi, iktisadi, toplumsal yapıları, inanç ve aşiret yapılarına ilişkin detaylı bilgiler içerirken aynı zamanda da askerî harekâta ve ıslahat planına ilişkin öneriler içermektedir. Dersimli aşiretlerden önce silahlar toplatılır, aşiretler sorunsuz bir şekilde devlete ellerinde olan silahları teslim ederler. Hemen ardından toplu katliamlar başlar.
Mesele aslında TC’nin kurucu belgesi olan Lozan’dan sonra hız kazanacaktı. Oysa Cumhuriyet kurulurken bu devlet Kürtlerin ve Türklerin ortak devleti olacaktı. Koçgiri ile başlayan imha Dersim ile son buldu gerekçeler malum “isyancı şaki”, “son kale “olarak addettikleri Dersim çağın acısını, trajedisini vahşetin en acımasızını 4 Mayıs 1937’de sanırım tarihte bir örneği olmayan biçimde alınan Bakanlar kurulu karanıyla katliam yapıldı bu karardan sonra her şey güvenlik birimlerine havale edilerek resmi sayılara göre 11.000 civarı resmi olmayan rakamlara göre ise 70.000 civarında insanımız Dersim’de katliama uğratıldı.
15 Kasım 1937’de Seyid Rıza, oğlu ve yedi arkadaşı Elazığ’da bir pazar günü kurulan mahkemenin ardından idam edildiler ve hala mezar yerleri bilinmiyor. İdamında son arzusu “beni, oğlum Resik Hüseyin’den önce asın” olur. Oğlunun yaşı da büyütülüp gözünün önünde idamı gerçekleştirilmiştir. 15 Kasım 1937’de gece güne kavuşmadan, idamında görev yapan İhsan Sabri Çağlayangil’in ağzından; Seyit Rıza “Kerbela evladıyız, günahsızız, ayıptır, zulümdür, cinayettir” sözleriyle idam sehpasını tekmelemiştir. Seyit Rıza, mahkemede söylediği şu son sözleri ile tarihe geçmiştir; “Sizin yalanlarınızla, hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu. Ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun!”
Tabi uzun yıllar Tertele’nin kadın boyutu hiçbir zaman konuşulmadı aile içinde yapılan konuşmaları hariç tutarak söylüyorum. Askerlerin katliamdan ganimet olarak el koydukları Dersimli kız çocuklarının derin trajik hikayelerinden, köklerinden koparılıp Türkleştirilen kız çocuklarından bahsediyoruz. Son yıllarda Dersim Tertelesi’nde kadınlar konuşulmaya başlandı. Kadın tanıklar yaşadıklarını anlattılar bazıları hiç konuşmadı. Köklerinden koparılan kız çocukları acılarıyla göçüp gittiler. Yani Dersim 38’ Tertelesi’nin toplumsal cinsiyet boyutu; tüm savaşlarda olduğu taciz ve tecavüz, sürgün, kız çocuklarına el konulması ve Türkleştirilmesi, asimile edilmesi konuşulmadı; bunlarda Tertelenin kurbanları değil mi?
Dersim Tertelesi’nin hazırlığını yapan devlet güçleri, hazırladıkları raporlarda kadını nasıl anlattılar; raporların neredeyse tümünde Dersimli Kürt-Kızılbaş kadınlar kötü, kurnaz, şehvetli olarak tanımlanıyor. Sadece bir örnek çünkü Jin Dergi’nin bu köşesi hepsini yazmaya yetmez.
Naşit Hakkı Uluğ devlet için önemli bir isim, Dersim’le ilgili kitaplar yazmış, gazetecilik yapmış, milletvekilliği yapmış birisi. Dersim’li kadınlarınla ilgili şöyle diyor” Pertek-Hozat yolunun kenarında bir sırtın üzerindeki Zive köyünün de bir totemi vardır. Bu Sultan hızırın mezarıdır. Burası İmam Hüseyin’in bir torununa atfedilen toprak yığınıdır. Buraya evladı olmayan aileler gelirler, günlerce o civarda sürünürler, beklerler. Burası her türlü iğrenç vakalara sahne olur. Saraya müptela olanların hastanesi burasıdır. Buradaki Seyidler okur, üfler, üfürür, üstelik beş on para da geçim toplarlar.” (Naşit Hakkı Uluğ’un derebeyi ve Dersim1932-tunceli medeniyete açılıyor 1938) adlı kitaplarından. Örnekler çok.
Hafızalarımıza, tarihimize Tertele olarak geçen ve günümüze kadar devam eden Dersim Tertelesine karşı uzun yıllar kendini, dilini, inancını korumuş Dersim halkının, dört dağın arasında geçit vermeyen bu dağlarda başlayan mücadelesi ve diğer yandan da soykırıma, sürgüne uğratılan bir halk. Aradan 88 yıl geçti ama inkâr ve asimilasyon tüm boyutlarıyla devam etmektedir.
Dersim halkının talepleri o günden bu yana görmezden geliniyor ve bu görmemezlik hali şiddetle, yargı baskısıyla, kadına yönelik şiddetle, Dersim doğasının yok edilmesiyle; baraj yapımlarıyla, işsizlik, gençliğin geleceksizliğiyle günümüzde de devam ediyor. Dersim halkının dili, inancı bugün hala yasaklı. Dilleri yasaklı; Kürt -Kızılbaş kimliği egemenler için her daim korkulu rüya olmuştur.
Katliamın ardından henüz sayısı tam olarak bilinmeyen Dersimliler batıya çeşitli illere sürgün edildiler. Bir diğer mesele de Dersim’de katliamdan sonra küçük kız çocuklarına ganimet olarak el konulması ki bu çocukların ailelerinin arayışı hala devam ediyor. Yüzlerce Dersimli kız çocuk ailelerinden koparılarak çoğunluğu asker ailelerin yanında hizmetçi olarak köleliğe ve kimsesizliğe mahkûm edilmiştir. Kan akan Munzur’un çığlığını kimse duymadı.
Dersim’de yaşanan acıların bir daha bu topraklarda yaşanmaması adına gerekli önlemlerin alınması, her şeyden önce Dersim Tertelesi ile yüzleşilmesi için yıllardır gizli kalan arşivlerin açılıp inceleneceği bir hakikat komisyonunun kurulması, Pir Seyit Rıza ve arkadaşlarının mezar yerlerinin açıklanması, toplu mezar yerlerinin tespit edilmesi, 1937-1938 Dersimdeki soykırımın tanınması ve gerçeklerle yüzleşme yapılmalıdır. Seyid Rıza ve arkadaşlarının mezar yerleri açıklansın. Tunceli yerine Dersim adı kabul edilsin. Dersim halkı üzerindeki baskılar son bulsun dili inancı ve kültürü üzerindeki baskılar son bulsun.
Dersim Tertelesi bu ülkenin tarihinin en karanlık sayfasıdır ve Dersim’in hala tekçilikle mücadelesi devam ediyor. Dersim doğasındaki cümle canların korunması için devletin Dersim doğasından elini çekmesi gerekmektedir. Koçgiri’den Dersim’e, Dersim’den Roboski’ye Sivas’a tüm katliamlarla yüzleşme yapılmadan yeni katliamların olmayacağının garantisi yoktur.
Sonuçta, Dersim halkı tüm zulüm politikalarına rağmen boyun eğmedi, katliamda; süngülenen, kurşunlanan, uçurumlardan kendini devletin eline geçmemek için atan kadınların, sürgün edilenlerin, direnenlerin hatıralarına saygı duyarak onurlu mücadelelerinin önünde saygıyla eğiliyorum. Çünkü onlar diz çökmediler.