Narin cinayeti konusunda herkes kendince bir şeyler söyleme hakkı buluyor. Ancak bu süreçte medyanın yaptığı, Narin’i ve onun temsil ettiği tüm çocukları bir kez daha yok saymak. Yaşarken de birçok adaletsizliğe maruz kalan Narin, ölümünden sonra bile adaletsizlikten kurtulamıyor
Diyarbakır’da 21 Ağustos’ta kaybolan ve 19 gün sonra cansız bedeni bulunan 8 yaşındaki Narin, Kürt bir çocuk olarak hem yaşarken hem de öldükten sonra sayısız hak ihlaline maruz kaldı. Medya, onu yaşarken görmediği gibi, ölümünde de haklarını göz ardı etti.
Türkiye’nın yaygın medyası Narin cinayetine dair yaptığı haberler ve adını koyamadığım bir dizi ekran şaklabanlığı ile kesinlikle sınıfta kaldı.
Ekranda Narin için bağıranlar mı dersiniz, Narin’in nasıl öldürüldüğüne dair senaryolar üzerinden “sizce hangisi doğru?” diye soranlar mı?
Narin’in haklarının bu ekran şaklabanlıkları ile nasıl ihlal edildiğine geçmeden önce, söz konusu ekranlardan konuyu takip eden çocukların da haklarının ayrıca ihlal edildiğini söylemek gerekiyor. Sekiz yaşındaki Narin’le özdeşlik kuran tüm çocuklar onla ilgili yaşlarına özel, doğru bir biçimde bilgilendirilmeleri gerekirken, ekranlardan yalan yanlış dedektifliğe özenmiş gazetecilerden olayları izlediler. Kuşkusuz bunda zamanında ve yerinde açıklama yapmayan resmi kişi ve kurumların payı çok büyük.
Narin Güran cinayetine ilişkin medyanın tavrına bakacak olursak öncelikle meselenin politik boyutuna odaklanmak gerekiyor. Çünkü gazeteciler, bu kısmı sürekli olarak gözardı ederek asıl sorunun sistem olduğu gerçeğini isteyerek ya da isteyerek de olsa “gizliyor”. Asıl sorunun erkek sistemi, ataerkil yapı olduğu unutulurken, önlem almayan çocukları korumayan devletin sorumlulukları da hiç hatırlatılmıyor. Maalesef medya, çocuğa yönelik şiddeti genellikle bir toplumsal sorun olarak değil, münferit vakalar üzerinden ele alınca hem az önce ele aldığım sorunlara neden oluyor hem de fail gizleyiciliği ile yeni çocuk cinayetlerine yani potansiyel faillere de cesaret veriyor.
Medyanın sorunu politik bağlamında koparma tarzı, meseleyi magazinleştiriyor ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin etkilerinin anlaşılmamasına neden oluyor. Çocuğa yönelik şiddet, bu ülkenin sistematik ve derin köklü sorunlarından biri.
Kaynağı da, toplumsal cinsiyet eşitsizliği. Çocukların politik bir özne olarak kabul edilmediği, yok sayıldığı bir toplumda, medyanın da bu yaklaşımı benimsediğini görüyoruz. Narin Güran’ın ölümüne dair haberlerde de bu durum net bir şekilde ortaya çıkıyor.
Ölüye Saygı İnisiyatifi’nin 7-8 Ekim’de Şişli’de düzenlediği panellerde aklımda kalan en etkileyici cümlelerden biri şuydu: “Dezavantajlı gruplar, toplumdan kabul görmeyen, ‘makbul’ olmayanlar sadece yaşarken değil öldüklerinde de medya tarafından ‘öteki’ oluyor ve hakları yok sayılıyor.” Narin Güran’ın yaşadığı süreç ve sonrasındaki medya refleksi bu durumu açıkça gözler önüne seriyor.
Narin, Kürt bir çocuk olarak hem yaşarken hem de öldükten sonra sayısız hak ihlaline maruz kaldı. Medya, onu yaşarken görmediği gibi, ölümünde de haklarını göz ardı etti.
Narin’in ölümünden sonra medyanın olayın politik boyutunu yok sayıp, onu bir reyting malzemesi haline getirdiğini görüyoruz. Çoğunluğu erkeklerden oluşan gazeteciler, Narin’in ölümünü toplumsal bir sorun yerine, dedektiflik hikayelerine dönüştürdü. “Narin neyi gördü de öldürüldü?” sorusu etrafında yapılan analizler, meselenin politik bağlamından koparılıp, magazinsel bir düzleme taşındı. Narin, bir reyting “objesi” haline getirildi; onun yaşarken ve öldükten sonra maruz kaldığı sistematik erkek şiddeti ise geri planda kaldı.
Narin’in cinayeti üzerinden gazetecilik refleksinden çok, dedektifliğe soyunan medya, soruşturmanın gizlilik kararına rağmen tutanakları, ifadeleri ve zanlıları ekranlara taşıyarak adaleti zedeledi, zedeliyor.
Diyarbakır Barosu Başkanı Nahit Eren ve birçok avukat bu duruma dikkat çekse de, ne yazık ki “tık” peşindeki gazeteciler bu uyarıları hiçe sayıyor. Ekranlarda erkek gazetecilerin yaptığı “analizler”, sabah kuşağı programlarındaki çığlık atan, gülen kişiler, Narin’i bir kez daha öldürüyor.
Narin cinayeti konusunda herkes kendince bir şeyler söyleme hakkı buluyor. Ancak bu süreçte medyanın yaptığı, Narin’i ve onun temsil ettiği tüm çocukları bir kez daha yok saymak. Yaşarken de birçok adaletsizliğe maruz kalan Narin, ölümünden sonra bile adaletsizlikten kurtulamıyor.
Bu noktada hepimizin, özellikle de biz gazetecilerin payı büyük. Haber yapmak, etkileşim almak, reyting kazanmak, bir çocuğun haklarından daha değerli mi?