Tecavüz her koşulda planlı ve bilinçli bir eylemdir. Bireysel olarak gerçekleştirilen cinsel saldırılar da kolektif biçimde organize edilen sistematik şiddet formları da rastlantısal ya da ani dürtülerle açıklanamaz. Tecavüz eylemi, failin kurban üzerinde güç, kontrol ve tahakküm kurma arzusunun bir dışavurumudur. Bu nedenle tecavüz yalnızca cinsel bir eylem değil, aynı zamanda politik bir saldırıdır
Türkiye’de Kürt Kadın Hareketi’nin 2010 yılında “Demokratik özgür toplumu yaratalım, tecavüz kültürünü aşalım” sloganıyla başlattığı ve o günün koşullarında geniş bir tartışma zemini oluşturan kampanya ile “tecavüz kültürü” kavramı, Türkiye’deki feminist literatüre dahil oldu.
Tecavüz kültürü kavramı, münferit sapkınlıkların ya da tekil olayların değil; erkek egemen toplumsal normların, cinsiyet rollerinin ve güç ilişkilerinin bir sonucu olarak ortaya çıkan sistematik bir soruna işaret eder. Tecavüz, ataerkil denetimin bir aracı olarak kadınlar üzerindeki hegemonyayı garanti altına alır. Ancak tecavüz kültürü bununla sınırlı değildir; daha geniş bir perspektiften bakıldığında, doğanın talan edilmesi yoluyla doğaya, savaş yoluyla da ülkelere tecavüz edilir.
Erkekler sürekli bir “S..” eylemini küfür olarak kullanır: Bu, açılmayan bir kapı kolu, geç gelen bir çay ya da hoşlarına gitmeyen bir cümle olabilir. Bu şekilde tecavüz, söylem yoluyla hayatın içine yaygınlaştırılır, sıradanlaştırılır ve meşrulaştırılmaya çalışılır. Tam da bu nedenle erkek egemen sistemi bir tecavüz kültürü olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır.
Tecavüz kültürü, aynı zamanda ırkçılıkla kadın düşmanlığının iç içe geçtiği bir olguyu ifade eder. Hannah Arendt’in de ifade ettiği gibi “örgütlenmiş bir kötülük” olarak karşımıza çıkar. Tek tek erkekler eliyle evlilik içinde, sokakta, iş yerinde yaşanan cinsel saldırılar; kendisinden olmayan ırklara – örneğin Kürtlere, Ermenilere ya da Ezidilere – karşı sistematik ve kolektif bir biçimde uygulanır. Savaş ve çatışmalarda düşmanın onurunu kırmak, korkutmak ve acı çektirmek için; kimi durumlarda ise, Ezidiler örneğinde olduğu gibi, etno-cinsel bir soykırım hedefiyle kadın bedeni doğrudan hedef alınır. Öldürülen gerilla kadınların bedenlerini soyarak teşhir etmek, cesetlerine işkence etmek, üzerine çıkıp fotoğraf çektirmek; erkek din görevlilerinin fetvalarıyla başka uluslardan kadınlara tecavüz edilmesini “helal” kılmak bu kolektif şiddetin yakın tarihte tanıklık ettiğimiz örnekleridir.
İster bireysel failler eliyle ister kolektif biçimde gerçekleşsin, ortak amaç; kadınlar ve halklar üzerinde korku salmak ve hegemonya kurmaktır. Hukuk sistemi bu hegemonyanın kurulmasına cezasızlıkla hizmet ederken, medya ise tecavüze uğrayanların geçmişlerini ve ilişkilerini sorgulayarak bu kültürün devam etmesine zemin hazırlar. Öte yandan, ırkçı cinsel saldırılar medyada ya hiç yer almaz ya da halklar sürekli aşağılanarak, bu saldırıları “hak ettikleri”, yaşamlarının, bedenlerinin ve iradelerinin önemsiz olduğu ima edilir.
Tecavüz aynı zamanda bir özel savaş aracıdır. Savaşlarda her bir kadın, çocuk ve erkek bedenine yönelen saldırı; toprakla özdeşleştirilen bedenin “fethedildiği” düşüncesiyle meşrulaştırılır. Erkeklerin tecavüz yoluyla kadınlaştırıldığı, çocukların kirletildiği, kadınların ise “namus” ve “şereflerinin” ellerinden alınarak direniş iradelerinin kırılabileceği varsayılır. Bedene yüklenen çeşitli anlamlar, onu kimi zaman direnişin ve iradenin kalesi, kimi zaman da muhalefetin ete kemiğe bürünmüş hâli olarak algılanmasına yol açar. Bu yüzden de saldırıların hedefi hâline gelir. Kale yıkılmalı, irade kırılmalıdır.
Tecavüz her koşulda planlı ve bilinçli bir eylemdir. Bireysel olarak gerçekleştirilen cinsel saldırılar da kolektif biçimde organize edilen sistematik şiddet formları da rastlantısal ya da ani dürtülerle açıklanamaz. Tecavüz eylemi, failin kurban üzerinde güç, kontrol ve tahakküm kurma arzusunun bir dışavurumudur. Bu nedenle tecavüz yalnızca cinsel bir eylem değil, aynı zamanda politik bir saldırıdır. Kadınların bedenleri, kimlikleri ve iradeleri bu politik saldırının hedefi hâline gelir.
Saldırgan, tecavüz yoluyla yalnızca bireysel haz ya da üstünlük değil, aynı zamanda erkek egemen ideolojiyi ve iktidarı da yeniden üretir. Erkek egemen sistem içinde tecavüz, erkekliğin bir ispat biçimi hâline getirilir. Fail, “erkeklik” normlarına uygun davranarak, şiddeti içselleştirmiş bir kültürel değer sistemini yeniden üretir. Kadına yönelen saldırı, bu sistemin en uç ama en açık tezahürüdür. Tecavüzle kadınlar yalnızca fiziksel olarak değil, psikolojik, toplumsal ve politik olarak da hedef alınır. Kadınlar üzerinden verilen bu mesaj, tüm topluma yayılır: “Biat etmeyen, direnen, susmayan herkes cezalandırılır.”
Bu bağlamda tecavüz, bir erkeklik performansıdır; militarist, milliyetçi ve ataerkil ideolojilerin iç içe geçtiği, iktidarın en çıplak hâliyle ortaya konduğu bir şiddet biçimidir. Dolayısıyla, tecavüz kültürünü aşmak; sadece bireylerin davranışlarını değil, bu davranışları mümkün ve meşru kılan tüm sistemlerin demokratik dönüşümüyle mümkündür. Aksi hâlde, her yeni savaşta, her yeni kriz ortamında aynı şiddet döngüsünün farklı biçimlerde yeniden üretilmesi kaçınılmazdır.
Bugün bir savaşın gölgesinde, bir barışın arifesinde tecavüz kültürünü tüm yönleriyle deşifre etmek; bu kültürün nasıl aşılacağı üzerine yeniden düşünmek hem geleceği bugünden kurmak hem de Ortadoğu’da ve Türkiye’de yaşanan köklü sorunların çözümüne katkı sunmak anlamı taşımaktadır. Tecavüz kültürünü aşmadan demokrasi, demokrasisiz ise sorunların çözümü geldiğimiz aşamada mümkün görünmemektedir. Türkiye tarihi bir fırsatla karşı karşıya. Bu fırsatı basitçe silah bırakma ya da meseleyi bir terör sorunu olarak adlandırıp ona göre pozisyon alma, demokratik dönüşüm için oluşan zemini görememek anlamına gelir. Demokratik özgür toplum tecavüz kültürünü aşarak yaratılabilir; tabi ki bu da büyük bir zihinsel dönüşüm ve onu destekleyen yasal bir çerçeve ile mümkündür.