Peki, ne yapacağız? Her şeyden önce kadınlar olarak örgütleneceğiz. Savaşın her iki tarafını da demokratik eylemlerimiz ile doğruya çekeceğiz. Hafıza çalışması yapacağız. Sosyoloji çalışması yapacağız. Tarih çalışması yapacağız… Yüzlerce kadın bir araya gelip hafıza komünleri inşa edeceğiz. Sonra çalışmaya başlayıp, halkımıza yapılan işkenceleri, asimilasyonu, göçertmeyi, her türlü öldürülmeyi, faili meçhulleri, tecavüzleri, kadın cinayetlerini tek tek belgeleyeceğiz. İnsan gerçeklerle yüzleşmeli, gerçekleri bilmeli ve göstermeli; yoksa affetmek ve barışmak sözleri geçici, hayalci sözler olarak kalır. Önemli olan, bütün yaşanmışlıklara açıklık getirerek barışmaktır
Hangi coğrafya olursa olsun ve sorun ne olursa olsun, her savaşın sonunda bir barış olması gerektiğini en çok kadınlar bilir. Bu anlamda, kadınların barış ve müzakere süreçlerine katılımını ve bu konudaki başarı örnekleri çok fazladır. Kadınların bu tür süreçlerdeki nitel farkı ise oldukça etkileyicidir. Bazen binlerce erkek önderin siyasetleri ile başaramadığı bir uzlaşıyı, iki barış annesi insani meziyetleri ile başarır. Bu da kadının toplumsal gücünü gösterir. Buna rağmen hem devlet tarafı hem de devrimci güçlerin erkek egemenlikçi zihniyeti, kadınları barış ve müzakere süreçlerine dahil etmemesi çoğunlukta olan yaklaşımdır. Yine de kadınlar kendi ısrar ve mücadeleleri ile bu süreçlere katılmıştır. Oysa birçok veri, kadınların katılmadığı barış anlaşmalarının sağlam olmayan, kapsayıcı olmayan ve çok da başarı şansı olmayan deneyimler olduğunu göstermektedir.
Örneğin Nepal’de üçüncü ve sonuç alan müzakere süreci 2006 yılında halkın demokratik ayaklanması ile gerçekleşti. Nepal’deki tüm toplumsal süreçlere, protestolara kadın örgütleri aktif şekilde katılıp öncülük etti. Fakat sıra müzakere masasında yer almaya gelince, her iki taraf da kadınlara bu masada yer vermedi. Ve şimdi erkeklerin aklı ile yapılan o barış anlaşması çok ciddi sarsıntılar yaşamaktadır. Nepal’de yeni bir savaşın patlak vermesi an meselesidir. Savaşın bütün yıkımlarından nasibini alan kadınlar, barış olsun diye çabalayan yine kadınlar; barış zamanlarında ise kimse seslerini duymak istemiyor, başlarına nelerin gelebileceği ile kimse ilgilenmiyor.
Yaşanan birçok tecrübede, sözde barışın verdiği rahatlık ile erkekler köşe kapmaca oynarken, kadınlar tedirgin kuşlar gibi konacak bir dal bile bulamıyor. Kısacası, her barış gerçek anlamda barış değildir. Her barış iyileştirici de değildir. Onuru, insanlığı, özgürlüğü ve ortak geleceği esas almayan çoğu barış anlaşması savaştan daha derin yaralar açar insanda; en çok da kadında. Bu anlamda, bütün insanlığın doğru olarak kabul ettiği “savaşın kazananı, barışın kaybedeni olmaz” sözü, kadınlar söz konusu olunca tartışılır bir duruma geliyor. Bu gerçeklik, maalesef ki kadınlar için çok da geçerli olmuyor.
Örneğin Sandinistalar, savaş sonrası barış ortamında seçimlere girip iktidarı ellerine aldılar. Bu kazanım sonrasında sözde devrimci Başkan Daniel Ortega bir diktatör olarak anıldı. Savaş döneminde ordunun komutanlığını yapan, Ortega ile aynı cephede yer alan Sandinista kadın savaşçıları, savaş bittikten sonra birçok karar mekanizmasının dışında bırakıldı. Eski yoldaş Daniel Ortega, savaş sonrası iktidara gelince yoldaşlığı unutup kadınları “ev kadını”, “anne” gibi sıfatlarla sınırlayıp, kadınları zevk nesnesi olarak görmenin ötesine geçemedi. Bu yüzden hangi savaş biterse bitsin, kadınların erkek egemen zihniyet ile olan savaşı bitmeyecektir.
Diğer bir örnek ise FARC kadın gerillalarının yaşadıklarıdır. Kadın gerillaların kaldığı entegrasyon kamplarına saldırılar düzenlendi. Silahsızlanma ve entegrasyon sürecinde, kadın gerillaların onurlarını kırmaya dönük hitaplar geliştirildi. “FARC fahişeleri”, “Komutanların metresleri” gibi hitaplarla yıllarca gerillacılık yapan devrimci kadınlar rencide edildi. Entegrasyon kamplarına alınıp toplumdan izole edildiler. Eğitim, sağlık, çalışma ve seyahat gibi temel haklardan mahrum bırakıldılar. Entegrasyon sürecinde erkek ve devlet zihniyetinin karalama kampanyaları en çok kadın gerillaları yıprattı. “Barışın bedelini her zaman en çok barışı isteyenler öder” sözü tam da kadınları ifade ediyor. Yine de uzlaşma süreçlerinde kadınlar bütün acılarına rağmen barışın öncüsü olmaktan vazgeçmedi. Bunu Güney Afrika’da, İspanya’da, (Bask bölgesinde) Kuzey İrlanda’da, Kolombiya’da gördük. Kürdistan’da da görüyoruz.
Yakıcı diğer bir gerçeğe daha değinmekte fayda var. Birçok ülkede savaşlar bitip barış anlaşmaları yapıldıktan sonra kadınlara karşı şiddetin arttığı gözlemlenmektedir. Afrika, Latin Amerika ve Asya ülkelerinin çoğunda savaş süreçleri sonuçlandıktan sonra toplumsal cinsiyete dayalı şiddet olaylarındaki artış şaşırtıcı boyuttadır. Öyle görülüyor ki devlet ve gerilla orduları karşılıklı olarak ateşkes yapıp, ikisi birden kadına saldırıyor. Entegrasyon süreçlerinde sözde olağan ve normalleşme süreçleri, kadınların devrimci geçmişinden soyunması, bir erkeğin karısı olması olarak algılanıyor. Kadınların başka seçeneklerinin olabileceği erkeklerin aklına gelmiyor. Kadınlardan beklediğini elde edemeyince şiddete başvuruyor. Bu acımasızlık, bu haksızlık, belki de savaş gibi yıkıcı bir gerçekliği doğuran yegâne sebeptir. Yaşanan savaşlar sonrası, sorulması gereken can alıcı soru: nasıl bir barış sorusu olmalıdır? Sistem içileşmeden, sistemin içinde, sisteme karşı demokratik ve sosyalist bir kişilik nasıl olunur sorusu da bir o kadar önemlidir. İster savaş ister barış olsun, ister kadın ister erkek ol, kişilik özgürlüğü olmazsa olmaz olandır. Özgür tercihli, sosyalist ve demokratik kişilik bütün zamanlarda saygın olan kişiliktir. Bizleri ne savaş ne de barış bozmamalı; ama bizler gerektiğinde hem öz savunma savaşını hem de onurlu bir barışı yapabilmeliyiz.
Peki, ne yapacağız? Her şeyden önce kadınlar olarak örgütleneceğiz. Savaşın her iki tarafını da demokratik eylemlerimiz ile doğruya çekeceğiz. Hafıza çalışması yapacağız. Sosyoloji çalışması yapacağız. Tarih çalışması yapacağız… Yüzlerce kadın bir araya gelip hafıza komünleri inşa edeceğiz. Sonra çalışmaya başlayıp, halkımıza yapılan işkenceleri, asimilasyonu, göçertmeyi, her türlü öldürülmeyi, faili meçhulleri, tecavüzleri, kadın cinayetlerini tek tek belgeleyeceğiz. İnsan gerçeklerle yüzleşmeli, gerçekleri bilmeli ve göstermeli; yoksa affetmek ve barışmak sözleri geçici, hayalci sözler olarak kalır. Önemli olan, bütün yaşanmışlıklara açıklık getirerek barışmaktır.
Konuya ilgisi olanlardan onlarca kişi bir araya gelip, tarihsel araştırmalarımız ile çarpıtılan bütün gerçekleri açığa çıkarma komünleri kuracağız. Kimlik sorunumuzu doğru izah edeceğiz. Dil, kültürel ve coğrafik dokumuzu tarihsel gerçeklerle ortaya koyacağız. Sosyolojimizi incelikle işleyip tezler ve savunmalar hazırlayacağız. Anti-militarist bir tavır ile barış ikliminin materyallerini oluşturacağız. Dili, sözcükleri silahsızlandıracağız. Bir fikir iklimi oluşturup tarafların anlaşabilmesi için empati ortamları hazırlayacağız. Duygusal zekânın gelişimi için etkin ortamlar oluşturacağız. Şeffaf ve samimi olacağız. Bir gerilla ve bir asker annesini bir sofrada buluşturacağız.
“Ne yapacağız?” sorusunun cevabı olarak böyle yüzlerce görev ve komün sıralanabilir. Önemli olan bu işleri popüler kültürün etkisiyle değil, tarihi bilinç ve ihtiyaç ile yapmaktır. Bu bilinç ile hazırlanan yüzlerce belgemiz ile yaşanan bütün insanlık dışı uygulamaların hesabını soracağız. İnsani ve toplumsal haklarımızın gaspı için devletleri yargılayacağız. Bunlar, bizim demokratik haklarımız ve yeni süreç görevlerimizin sadece bir kısmı.
Bu görevler için kendimizi hazırlamalıyız. Bu tür süreçler sadece “halleşme” gibi naif kavramlarla çözümlenmez. Gerçeklerle yüzleşmek lazım. Kalıcı barışın inşası için adalet, hakikat ve telafi süreçleri gerekir. Uzlaşma ve geçiş döneminin bir adaleti de olmak durumundadır. Bu sebeple yüzleşme çalışmaları yapmak, hakikatleri araştırma komün ve komisyonlarını işlevli kılmak gerekir. Tam da bu yüzden yasal güvenceler önemlidir. Barışı güvenceye alacak yasaları elde etmek için gerektiğinde milyonlarca kişi ile eyleme geçmek şarttır. Unutmayalım ki bu tür süreçler güçlü ve örgütlü toplumsal kurumların ve kadınların dinamiği ile yürür. Barış kadınlara uğramakta gecikse de kadınlar barıştan vazgeçmez… Ve eğer barış, kadınların imzasını taşımıyorsa, yeni savaşların kapımızı çalması an meselesidir. Barış, kadın aklı ve eylemi ile gelirse kalıcılaşır.