Reşahat anayı ve hatta şu an nöbette olamasa da tutsak olduğu cezaevinde yüreği nöbetteki annelerle birlikte atan Halise anayı anlamak ve hissetmek gerek. Acılarını, özlemlerini, mücadelelerini anlamlandırmak bu direnişi anlamaktır aslında. Onlar, Kürt halkının yüz yıllardır yaşadığı tüm zulmün ve zulme karşı direnişin yaşayan özetleridir bir açıdan
Adalet Nöbeti’ndeyim… Zindanlarda direnen evlatlarının eylemine ses olmak için nöbete başlayan annelerle. Biliyorum, aslında hiçbir söz anlatamaz bu duyguyu. Hani yürekten hissedilmesi gereken hisler vardır ya, bu da öyle bir his aslında. Görmek, dokunmak, anlamak, hissetmek… Görmediğin şeye dokunamaz, dokunamadığını anlayamaz, anlayamadığını hissedemezsin.
İşte bizim ya cezaevi kapılarında ya mezar taşları başında ya da sokakta eylemde olan Kürt anneleri de o hislerden. Görmen, dokunman, anlaman ve hissetmen gerekir. Sur’da yaralı bir şekilde gözaltına alınan, tutuklanan ve müebbet hapis cezası alan Mahsun’un annesi Sulhiye anayı, bir evladını bu mücadelede kaybetmiş bir evladı yıllardır cezaevinde olan Afife anayı, kardeşi-oğlu ve kızı için ömrü cezaevi kapılarında geçen Reşahat anayı ve hatta şu an nöbette olamasa da tutsak olduğu cezaevinde yüreği nöbetteki annelerle birlikte atan Halise anayı anlamak ve hissetmek gerek. Acılarını, özlemlerini, mücadelelerini anlamlandırmak bu direnişi anlamaktır aslında. Onlar, Kürt halkının yüz yıllardır yaşadığı tüm zulmün ve zulme karşı direnişin yaşayan özetleridir bir açıdan.
‘Özgürlüğümüzü istiyoruz’
Ve yine bir eylemdeler, yine “barış” sesleri yükseliyor anaların. En son 2022 yılında cezaevlerindeki ihlallerin sonlanması ve tecridin kaldırılması talebiyle yine bir Adalet Nöbeti başlatmışlardı. Günlerce kar, kış, hastalık dinlemeden nöbetteydiler. Bugün, yine bir Adalet Nöbeti’nde “barış” diyorlar. “Tecrit kalksın, barış gelsin” diye sesleniyorlar. Seslerini Kürt halkı duysa da asıl muhatapları duymamazlıktan geliyor. Tıkamışlar kulaklarını “barışa”. Anneler vazgeçer mi? 50 yıldan fazladır bu topraklara barış istemekten vazgeçmemiş Kürt anaları, bugün de vazgeçmemeye yeminli. Bir yandan PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması için açlık grevine girmiş evlatları var, bir yandan bu tecritle baskı altına alınmaya çalışılan bir Kürt iradesi var. “Biz özgürlüğümüzü, irademizi, topraklarımızı istiyoruz” diyor anneler. “Tecrit sadece İmralı’da değil, 7’den 70’e tüm Kürt halkının, Türk halkının hatta dünyanın üzerindedir. Tecrit bugün hepimizin evinin içindedir, oturma odamızda, yatak odamızda, mutfağımızdadır” diyorlar.
Üzerinde “Tecrîd sûcê mirovatiyê ye/Tecrit insanlık suçudur” yazılı bir önlük, elinde torununa ördüğü patik, bacaklarının ağrısından sitem ediyordu bir anne. “Artık yürüyemiyorum, tutulmuş her yerim” diyor, başka bir anne “keşke gelmeseydin bugün” diye karşılık veriyor ve anında o tepki geliyor; “Vallahi ölsem de geleceğim.” Böyle bir kararlılık karşısında iktidarın hükmünün etkisi nedir? Ben söyleyeyim, hiç.
Gün içinde gelen, gidenler oluyor. Annelerle selamlaşıyorlar, hâl hatır soruyorlar, bazıları kısa bazıları uzun oturuyor ama anneler tüm gün, soğuktan ötürü üzerlerine örttükleri battaniyelerin altında, yan yana oturuyor. Her geleni evladını karşılar gibi karşılıyor. Kapıdan her girene oturdukları yerden büyük bir gülümsemeyle “Merhaba, hoşgeldin” diyorlar Kürtçe. Tüm gün dillerinde “Bijî Serok Apo” ve “Bijî berxwedana zindana” sloganları…
Kürtlerin mirası: Direniş
Gelen gidenden fırsat buldukça sohbet etmeye çalışıyorum. Arada bir esprilerimle ortama soğuk bir hava salıyorum. Annelerden biri “Senden başka gülen yok” diyor, gülüyoruz. Espri yapmayı hiç beceremem zaten. Bir anneyle çok derin bir bağ yakalıyoruz, geçmişten tanışmışlıklar çıkıyor, uzun uzun bakışıyoruz, “Dem dijmin e/ Zaman düşmandır” diyor. Evet, zaman düşmandır. Özellikle de Kürtlere. Yaşanılan binlerce acı ve “zamanla alışırsın” sözlerinden sonra geçen uzun yıllar. “Nasıl geçti bu zaman, daha dün değil miydi o yaşanılanlar?
Değildi. Dejavu gibi her şeyi tekrar tekrar yaşadığımız için zaman kavramını yitirdik belki de. Başta da belirtmiştim, henüz 2022 yılının üzerinden ne kadar geçti ki? O zaman da yine böyle nöbetteydi analar. “Dijmin ki hov/Cani bir düşman” diyor analar. “Düşmanın da şereflisi, namuslusu düşseydi payımıza ama o bile düşmedi. Ne dedelerimiz ne biz ne de çocuklarımız, torunlarımız hayır görmedi bu devletten” diyor ve “Benim evladım babasının ölümüne şahit oldu, bu devlet öldürdü babasını, oğlum dağa çıkmasaydı da ne yapsaydı? Bu devlet gönderdi oğlumu dağlara. Yargılayacaksa önce kendini yargılasın” diye ekliyor. Aklıma “Dijmin ê bav û kala nabe dostê lawa/Babaların dedelerin düşmanı, evladın dostu olmaz” atasözü geliyor. Babasını katledenden oğluna dost olur mu? Olmaz, olmuyor. Oğul da kız da biliyor bunu. Bu yüzden yüzünü direnişe dönüyor. “Direnmek benim mirasımdır” diyor ve daha doğarken direnmeyi öğrenerek doğuyor.
Analarımız da öyle evlatlar işte. Onlar da sadece kendi evlatlarında yaşamadılar bu acıları, özlemleri… Zamanında onlar da devletin zulmüne uğrayan başka Bir Kürt ananın babanın evladı olarak, direnmeyi öğrenerek başladılar yaşamaya. Kendilerine kalan mirası onlar da çocuklarına devrettiler. Zulmü bilmelerine rağmen, evlatlarını korkak yetiştirmediler. Aksine, Kürt olmanın bilincini tüm bu zulüm ve baskılara rağmen aşıladılar evlatlarına. Bu yüzden bugün o evlatlarının ardından başları dik, mücadeleleri için nöbetteler. “Onların talebi bizim talebimizdir. Tecrit kalkmazsa hiçbirimiz özgür olmayız” diyorlar.