Alevi kadınlar hem devletin egemen yapıları hem de toplumun geleneksel normları tarafından sürekli bir dışlanma ve ayrımcılığa tabi tutulmuşlardır
Alevilik, tarihsel olarak Kerbela’dan öncesine dayanan, Osmanlı İmparatorluğu ve sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal ve kültürel yapılarında derin izler bırakmış bir inançtır. Ancak Aleviler, toplumsal yaşamda her zaman “öteki” olmanın bedelini ödemiş, ayrımcılığa ve marjinalleşmeye tabi tutulmuşlardır. Bu ötekileştirmenin bir başka boyutu da özellikle Alevi kadınların maruz kaldığı ayrımcılıktır. Alevi kadınların yaşadığı bu zorluklar, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile birleşerek hem yerel hem de uluslararası düzeyde belirginleşen bir mücadele alanına dönüşmüştür. Özellikle son yıllarda, Suriye’deki savaş ortamı ve bölgedeki politik çatışmalar Alevi kadınların bu mücadeleyi nasıl farklı bir biçimde yürüttüklerini ortaya koymaktadır.
Alevi Kadınların Toplumsal Konumu ve Ötekileştirilme
Alevi kadınlar, tarih boyunca hem inançsal hem de kültürel anlamda marjinalleştirilmiş ve çoğu zaman yerleşik toplum normlarının dışında bırakılmışlardır. Aleviliğin özü gereği, kadınların inançsal ve toplumsal yaşamda erkeklerle eşit bir rol üstlendiği bir sistemin varlığı, bu inancın özünden gelen bir eşitlikçi anlayışı yansıtsa da modern Türk toplumunda Alevi kadınlar sıklıkla dışlanmış ve çoğu zaman kendi kimlikleriyle yaşamakta zorlanmışlardır.
Kadınlar hem Alevi kimliklerini hem de toplumsal cinsiyet kimliklerini temsil eden, bu kimlikleri aynı anda deneyimleyen bireylerdir. Bu durum, onları sadece erkek egemen toplumlarda değil, Alevilik içinde de erkeklerin hegemonik yapısına karşı daha fazla mücadele etmeye itmiştir. Alevi kadınların hem inançlarının hem de toplumsal cinsiyetlerinin, onları toplum içinde “öteki” konumuna itmesi, eşitsizliği derinleştiren bir etmen olmuştur.
Ötekileştirilme yalnızca yerel düzeyde değil, aynı zamanda politik olarak da kendini göstermiştir. Alevi kadınlar hem devletin egemen yapıları hem de toplumun geleneksel normları tarafından sürekli bir dışlanma ve ayrımcılığa tabi tutulmuşlardır. Hem Alevilik hem de kadınlık, bu kesitte kimliklerin çoğulluğunu barındıran, kesişen alanlar haline gelmiştir. Kadınlar, devletin egemen söylemleri ve heteronormatif değerleri karşısında sürekli olarak ikincil bir konumda yer almışlardır.
Oysa Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli’nin buyurduğu gibi, “erkek, dişi sorulmaz muhabbetin dilinde Hakk’ın yarattığı her şey yerli yerinde. Bizim nazarımızda kadın erkek farkı yok noksanlık eksiklik senin görüşlerinde.” demesine karşı.
Suriye’deki Alevi Akademisyenler ve Savaşın Etkisi
Son yıllarda Suriye’deki iç savaş, Alevi kadınların mücadele alanlarının farklı bir boyuta ulaşmasını sağlamıştır. Alevi kadınlar, savaşın getirdiği insani dramların yanı sıra, savaşın ön saflarında, kendi kimlikleri ve hakları adına verdikleri mücadelenin de birer simgesine dönüşmüşlerdir. Bu bağlamda, Suriye’deki Alevi akademisyenlerin ve aktivistlerin öldürülmesi, sadece bireysel bir kayıp olarak değil, aynı zamanda o coğrafyada toplumsal ve kültürel bir yıkım olarak da değerlendirmek gerekir.
Alevi akademisyenler, Suriye’deki savaş ortamında hem toplumsal hem de kültürel kimliklerini korumak adına yoğun bir mücadelenin içinde yer almışlardır. Ancak savaşın yarattığı belirsizlik, politikada yaşanan bölünmeler ve etnik temelli çatışmalar, Alevi akademisyenlerin hedef haline gelmesine neden olmuştur. Suriye’deki çatışmaların başından itibaren, Alevi toplumu özellikle muhalif grupların ve radikal unsurların hedefi olmuştur. Bu radikal gruplar; sadece erkekleri değil, kadınları da öldürerek, Alevi topluluğunu tamamen yok etmek amacını gütmüşlerdir.
Alevi kadın akademisyenlerin hedef alınmasının amacı sadece kimlik mücadelesi için verilen mücadeleyi değil aynı zamanda toplumsal ve kültürel varlığın korunması adına verilen mücadelenin de hedef alındığını göstermektedir. Savaşın etkisiyle bölgedeki Alevi toplum, yalnızca fiziki anlamda değil, aynı zamanda kültürel, akademik ve sosyal anlamda da ciddi bir kayıp yaşamıştır.
Alevi Kadınlarının Mücadele Alanları
Alevi kadınların mücadelesi hem Aleviliğin hem de kadın kimliğinin savunulmasına dönük bir strateji izlemektedir. Bu mücadelenin en önemli yönü, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldırmayı hedeflemekle birlikte, Alevi kadınların kimliklerini ve kültürel miraslarını savunma çabasıdır. Alevi kadınlar, tarihin en karanlık dönemlerinde bile, inançlarını ve toplumsal değerlerini koruyabilmek için sürekli olarak varlık mücadelesi vermişlerdir.
Alevi kadınlar, günümüzde hem yerel hem de uluslararası düzeyde birçok platformda seslerini duyurmuş ve bu sesin duyulmasını sağlamak için çeşitli stratejiler geliştirmişlerdir. Kadın hareketlerinin güçlenmesi, Alevi kadınların da toplumsal ve siyasi olarak daha güçlü bir konum elde etmelerine olanak tanımaktadır. Bu hareketler, Alevi kimliğini korumanın yanı sıra, toplumsal eşitlik için verilen mücadeleyi de desteklemektedir.
Alevi kadınlar, sadece kendi topluluklarının değil, aynı zamanda tüm kadınların hakları için de mücadele etmektedir. Bu bağlamda, Suriye’deki savaşın özellikle kadınlar üzerindeki etkileri, Alevi kadınların sadece kimliklerini değil, aynı zamanda yaşam haklarını da savunma noktasındaki kararlılıklarını artırmıştır.
Sonuç: Kimlik, Direniş ve Gelecek
Alevi kadınların ötekileştirilmeye karşı verdiği mücadele; sadece Alevilikle sınırlı kalmayan, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, inanç ve kültür çatışmaları ve devlet politikalarının etkileriyle şekillenen bir süreçtir. Bu süreç, Alevi kadınların hem kimliklerini hem de haklarını savunma çabalarını sürdürürken, toplumsal değişim için de önemli bir adım olmaktadır. Suriye’deki akademisyen Alevi kadınların öldürülmesi, bu mücadelenin ne denli önemli olduğunu göstermekle birlikte kendilerine karşı olanların da ne kadar tehlikeli bir hal aldığını göstermekte. Bu da bu mücadeleye duyulan ihtiyacın aciliyetini de ortaya koymaktadır.
Gelecekte, Alevi kadınların daha fazla görünür olacağı, haklarını savunmak için daha güçlü bir siyasi ve toplumsal alan yaratacakları, bu mücadelenin önündeki engelleri aşabilecekleri görünüyor. Ancak bu yol, toplumsal cinsiyet eşitsizliği, kültürel ötekileştirme ve siyasi baskılarla mücadele etmekten geçmektedir. Alevi kadınlar, kendi kimliklerini ve topluluklarını savunmaya devam ederken, aynı zamanda tüm kadınların eşit haklar ve adalet için verdikleri mücadelenin bir parçası olmayı sürdürecektir.