Şiddet deyince akıllara sadece fiziksel şiddet geliyor, fakat biliyoruz ki şiddet sadece fiziksel değildir. 6284 sayılı yasa duygusal ve ekonomik şiddeti de şiddet tanımı içinde değerlendirir. Yıllarca ekonomik şiddet görmüş bir kadını fail ile aynı masaya oturtmak, yalnızca onun travmasını derinleştirmek değil aynı zamanda şiddeti olağanlaştırmak anlamına gelir. Böyle bir zeminde arabuluculuk “uzlaşma” adı altında erkeğin iradesini dayatan, kadını daha da savunmasız bırakan bir baskı aracına dönüşür
Dünya siyaseti gericileşip faşizme doğru yelken açmaya başladıkça, kadınların kazanımlarına da özgürlük çığlıklarına da canhıraş bir “durdurun, bastırın, ezin, yok edin” salvosu eşlik ediyor. Burjuva diktatörlüklerin ve hükümetlerinin kadınların tarihsel-toplumsal kazanımlarına dönük saldırıları dünyanın dört bir yanında aralıksız sürüyor. Faşizmin evrensel dili ve uygulamaları, kapitalizmin ihtiyaçları temelinde işliyor. AKP, demokratik yanılsamalar yarattığı ilk dönemin ardındaki yıllar boyunca burada sörf yaptı.
Dünya gericiliğinin hedefinde toplumsal cinsiyet eşitliğinin, bunun kamusal alanda gündelik yaşam pratiklerine, sistemin vazgeçilmez çekirdeği “aile”ye nasıl yansıdığı hiçbirimiz için sır değil. Bu gerçek, dünya kapitalist sistemi açısından ciddi bir tehlike çanı olarak görülüyor. Aile kurumuyla bağlantılı olarak yaşlanan nüfusun yenilenememesi, bu kurum üzerinden yeniden üretim maliyetinin asıl olarak kadınların sırtına yüklenmesi konforunun ve dahası toplumsal dengelerin bozulması dünya kapitalist sisteminin kolektif derdine dönüşmüş durumda.
Türkiye’de de kadına yaklaşım; kapitalizmin ihtiyaçları, dünyadaki ekonomik-politik gidişat, demografi yapı ile bu gidişat arasındaki ilişki temelinde gelişiyor. Özgünlüğü, ideolojik gıdasının İslam temelinde şekillenmesidir. Bu temelde devletin ve ailenin bekasının her şey haline getirilmesi başa yazıldı; kadın hareketinin basıncını sürekli ensesinde hisseden faşist rejim bloku ne pahasına olursa olsun kadın düşmanı politikalarını hayata geçirme çabasından da tepkiyle karşılaştığı noktalarda adını değiştirerek ısıtıp ısıtıp gündeme getirmekten de vazgeçmedi.
Adım adım örülen ve her aşamada sıkıştırılmaya çalışılan bu zincir, saldırıların sistematik ve ardışık olarak gündeme getirilmesi sayesinde bütünlüğün gözden kaçırılarak tepkilerin bölünmesini sağlama telaşından kaynaklanıyor.
Bunlardan -yine ibretlik olan- ikisi geçtiğimiz günlerde patlatıldı. Bunlardan ilki 8 yıl önce gündeme getirilen ama yol alamadıkları bir “öneri”ydi. “Boşanma davalarını nafaka, tazminat ve mal rejiminden ayırarak hızlandırma” ve “aile arabuluculuğu!” Diğeri de gericiliğin koçbaşı durumundaki Diyanet’in 8 Ağustos tarihli Cuma hutbesiyle dile geldi. “Kul Hakkı Ateşten Gömlektir” başlığı altında geniş bir yelpazeyi kapsayacak şekilde şeriata uygun kurallar getiren Diyanet, bu fetvada da kadınları es geçmedi. Medeni Kanun’dan doğan eşit miras bölüşümü hakkını şeriat kurallarına göre tanımladı. 1 Ağustos tarihli fetvasında kadınların giyinme biçimlerine doğrudan şeriat kuralları getiren Diyanet, 8 Ağustos’ta da iktidarın miras hakkında yaptığı düzenlemeye kendi cephesinden destek verdi.
2016’dan Bugüne
AKP, 14 Ocak 2016’da Meclis’te “Boşanma Komisyonu” oluşturmuştu. Ailenin “güçlendirilmesi” için oluşturulan bu komisyon boşanma davalarında arabuluculuk ve uzlaşma uygulanması, boşanmanın zorlaştırılması, kadının nafaka hakkının süreye bağlanması, kadının mal rejiminden kaynaklı yüzde 50 payının verilmek istenmemesi, aileye yönelik psikolojik rehberlik ve danışmanlık hizmetinin dini temele oturtulmak istenmesi gibi bir dizi adım attı. Bu da yine toplumu oluşturma/hazırlama çabalarındandı. Erkeğin kadın üzerindeki denetimini mutlaklaştırmak, aileyi ihtiyaç duyduğu muhafazakar kıvama getirmek, kapitalizmin çarklarında duraksama yaratacak her tortuyu söküp atmak iktidarda oldukları süreç boyunca hiç eksilmeyen yönelimi oldu. AKP, “Boşanma davalarını nafaka, tazminat ve mal rejiminden ayırarak hızlandırma” ve “aile arabuluculuğu”na neden ihtiyaç duyuyor, bununla yapılmak istenen nedir?
Zorunlu Arabuluculuk: Şiddetin Görünmezleştirilmesi
İlk olarak, kadın ile erkeği uzlaştırmak amacıyla “aynı masaya oturtmak”, erkek şiddetinin meşrulaştırılıp kapkara bir perdeyle örtülmesi çabasıdır. Kadının kimliğinin ve kişiliğinin ayaklar altına alındığı, şiddetin enva-i çeşidiyle her gün yüz yüze geldiği halde, evlilik zinciriyle kuşatılarak aileye sığdırılmak istenmesidir. Yani kadınlar ne yaşıyor olurlarsa olsunlar evlilik bağını sürdürmelidirler!
Bu, AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın bir sözüyle İstanbul Sözleşmesi’nden çekilinmesinin ardından izlenen politik çizginin devamıdır. Sözleşme, taraf devletlere şiddeti önlemede “uzlaştırma ve arabuluculuk gibi alternatif uyuşmazlık çözüm yollarının şiddet vakalarında uygulanamayacağı” yükümlülüğünü açıkça getiriyordu. Türkiye bu uluslararası güvenceden çekilerek kadınları şiddet karşısında korumasız bırakmış, şimdi de “aile arabuluculuğu” adımıyla şiddetin üstünü örtecek yeni bir mekanizma oluşturma sürecini başlatmış bulunuyor.
İstanbul Sözleşmesi’ne dayanarak yapılan 6284 sayılı Kanun da aslında aynı amaçları güdüyor. Ne var ki, faşist iktidar bloku kadına yönelik şiddete karşı sınırlı da olsa bir güvence anlamına gelen 6284 sayılı Kanun’un kağıt üzerinde kalmasına bile tahammül etmeyeceğini her fırsatta gösteriyor. Adalet Bakanı Tunç tarafından dillendirilen bu “öneri” de bu amaçları teyit eden kanıtlardan sadece biridir.
Şiddet deyince akıllara sadece fiziksel şiddet geliyor, fakat biliyoruz ki şiddet sadece fiziksel değildir. 6284 sayılı yasa duygusal ve ekonomik şiddeti de şiddet tanımı içinde değerlendirir. Yıllarca ekonomik şiddet görmüş bir kadını fail ile aynı masaya oturtmak, yalnızca onun travmasını derinleştirmek değil aynı zamanda şiddeti olağanlaştırmak anlamına gelir. Böyle bir zeminde arabuluculuk “uzlaşma” adı altında erkeğin iradesini dayatan, kadını daha da savunmasız bırakan bir baskı aracına dönüşür.
Çekirdek ailenin yapısı ve bileşimindeki değişimden, boşanma oranlarının yükselmesinden korkuya kapılan siyasi iktidar; onları işkencecileri, tecavüzcüleri, tahakkümcüleri ile“barıştırma” adı altında tekrar evlilik zincirine bağlamaya çalışmaktadır.*
İkinci olarak, boşanma sürecinde tazminat, nafaka ve mal paylaşımının davadan ayrılması, yıllarını evlilik içinde emek gücünü satarak değil ev içi emek vererek geçirmiş ya da hem doğrudan üretime katılıp hem de devasa bir bakım emeğini üstlenmiş kadınlar açısından doğrudan bir hak gaspıdır. Bu düzenleme, erkeğin hiçbir maddi yükümlülük üstlenmeden “özgürleşmesini” sağlarken, kadınların nafaka ve tazminat için yıllarca sürüncemede kalan davalarda mücadele etmesini zorunlu kılacaktır. Üstelik nafaka zaten çoğunlukla düşük miktarlarda bağlanmakta; mal paylaşımı ise mevcut yargı pratiklerinde bile yıllarca sürmektedir.
Fetvalar, Fetvalar…
Din ve gelenekle biçimlendirilmiş, evdeki erkeğin hizaya getirmesi istenen, mahalle baskısıyla yazılı yazısız yasaların dışına çıkmaması telkin edilen kadının Diyanet ve onun fetvaları eliyle de bilinci bulandırılmaya çalışılıyor. Fiilen şeriat kanunlarına göre yönetilen bir ülkenin yasa koyucusu gibi hareket eden Diyanet, aklımıza gelebilecek her konuda ama ille de kadınların tarihsel-toplumsal kazanımları hakkında her hafta bir hutbe yayınlıyor.
1 Ağustos tarihli 81 camide okunmak için servis edilen hutbesinde “Kısa giysiler ve şeffaf kıyafetler giyilmesi, nerede ve hangi amaçla olursa olsun Allah’ın örtünme emrini ihlaldir, haramdır”, “Tıbbi bir zorunluluk olmadan sadece beğenilmek ve özenti uğruna vücut organlarının yapısını değiştirmek, estetik ameliyatlarla fıtratı bozmak Allah’ın yarattığını beğenmemek ve şeytanın oyununa gelmektir, günahtır” diyerek kadınlar için alenen şeriata uygun giyinme biçimlerini salık vermişti. Kadın düşmanlığını kışkırtıp katillere sınırsız özgürlük alanı açan bu hutbeye ilişkin tartışmalar devam ederken bu haftanın hutbesinde de miras hakkına kıstaslar koydu.
15 Ağustos’ta da “Kul Hakkı Ateşten Gömlektir” başlığı altında çeşitli konularda şeriata uygun kurallar getirdiği bir fetva yayınladı. Fetvada kadınların 1926’da yürürlüğe giren Medeni Kanun’dan doğan eşit miras bölüşümü hakkı da şeriat kurallarına göre tanımlandı. İktidarın son yaptığı miras bölüşümü düzenlemesine o da şer-i kurallarla ayar verdi. Hükümetin son yaptığı düzenlemeye göre mirasın eşit şekilde bölünmesi zorunluluğu kaldırılıyor, mirasçılar kendi aralarında “anlaşarak” -kuşkusuz kadınların aleyhinde- her yere çekilebilecek belirsiz bir kıstas devreye sokabilecek. Bu yeni “düzenleme”yle kadınlar yasaya göre kendilerine miras olarak düşen paylarını duygusal ve fiziksel şiddetle devretmeye zorlanabilecek.
Diyanet son “Kul Hakkı Ateşten Gömlek” başlıklı fetvasıyla iktidarın muğlak bıraktığı “anlaşarak” kısmını şerri kurallarla tanımlamış oldu. Şeriat kurallarına göre kız çocukların mirastan yararlanması erkek çocuklarıyla eşit değil. Erkek 2 alıyorsa kadın 1 almak zorundadır. Eğer mirasçının sadece bir kızı varsa o mirasın yarısını alabilir diğer yarısı amca ya da diğer mirasçılara pay edilir. Medeni Kanun’a göre ise miras çocuklar arasında cinsiyet ayrımı yapılmaksızın eşit olarak paylaştırılıyor.
İktidar bloku son olarak “artık miras kavgalarına son veriyoruz” diyerek Medeni Kanun’daki bu netliği ortadan kaldırarak “mirasçıların aralarında anlaşmaları halinde” gibi zayıf taraf olan kadının baskılanmasına açık bir düzenleme yaptı, üstelik noter şartını ortadan kaldırdı.
Görünen o ki, iktidar bloku kadınlara dönük saldırılarından, kadını yalnızca rıza gösteren bir nesneye dönüştürme ‘aşkı’ndan vazgeçmeyecek. Yağma yok! Kazanımlarının, hayatlarının, geleceklerinin ellerinden alınmasına karşı kadınlar daima direndi, bu çizgi değişmeyecek!
Son Not
(*) 2014’te çekirdek ailelerin yüzde 67,8’i iki ebeveynli çocuklu ailelerden oluşurken, bu oran 2024’te yüzde 60,7’ye geriledi. Aynı dönemde tek ebeveynli ailelerin oranı yüzde 11,3’ten yüzde 17,2’ye yükseldi. ‘Anne-baba-çocuk’ tipi çekirdek aile artık baskın değil; bu oran 2014’te yüzde 45 iken 2024’te yüzde 38’e geriledi.