Battığımız dalgalardan
Yükselecek olan sizler
Zaaflarımızdan söz ederken
Unutmayın
Karanlık çağı da
Sizlerin kurtulmuş olduğu. (Brecht)
Kendi hayatının efendisi olmuş, inandığı şeyler doğrultusunda elinden geleni yapmış, gözünü budaktan sakınmamışların yüzüne bakın. İlk olarak müthiş bir iç huzuru, yapması gerekenleri yapmış olmanın gönül rahatlığını görürsünüz. Farklıdırlar; özgüven, bilinç ve eylemin bebeklik halini çoktan aşmış, adımlarını yere daha sıkı basmaya başlamıştır.
Çoğunun yüzünde kendi kendisiyle yaptığı savaştan galip çıkmışların mutluluğu okunur. Gözlerin derinliklerinde bile görebilirsiniz bunu ama esas olarak gülümsemede gizler sırrını. Daha deneyimli ve olgun olanlar gülümsemekle yetinir; gençler, bilinmez geleceğin henüz başında olanlar ağız dolusu gülerler. Bu bir meydan okuyuştur; hayata, zorluklara, acılara boyun eğilmeyeceğinin ilanıdır.
Bir dava uğruna okyanusta bir damla bile olmayan hayatlarını tutumlu bir adanmışlıkla veriyor olmanın çizgileridir bunlar. Bilinmeyenle, acemi olunanla kapışmaktan korkmamışlardır. Edilgenlik ve izleyiciliğin hayatlarının anlamını gölgeleyeceğini düşünmüş, sıradan olana savaş açmışlardır.
Onlardan bir kısmını kaybettik; cinayetlerle, suikastlarla seslerini kesmek istediler, varlıklarını ortadan kaldırarak esinlendikleri umut, cesaret ve mücadele ateşini söndürmek istediler. Kurulu düzene, kapitalizme, faşizme karşı mücadelelerinin sonsuzluk halatını hayatlarına son vererek kesmek istediler.
Rosa’dan bugünlere
Öncü kadın savaşçıların ortadan kaldırılmaları yeni değil. Orta Çağ’da cadıdır adları. Paris Komünü’nde “Petrolcü Kadınlar”dır.
İlk politik kadın cinayetlerinden biri 1919’da işçi sınıfı ve özgürlük mücadelesinin önder figürlerinden Rosa Luxemburg’un, yoldaşı Karl Liebnecht ile birlikte Almanya’da burjuvazinin direktifiyle katledilişidir. “Neyin ne olduğunu yüksek sesle söylemek en devrimci eylemdir” diyen Rosa kısacık hayatını bu doğrultuda sürdürmüştü.
1921’lere gidelim; siyasi kadın cinayetlerinin son derece sarsıcı olanlarından birini o kesitte Maria Suphi şahsında görüyoruz. Maria Suphi, Mustafa Suphi ve yoldaşları gibi fiziken 28-29 Ocak 1921’de Trabzon açıklarında dövülerek, silah dipçikleriyle katledilmedi. Yıllarca tecavüze uğradıktan sonra eşi ve yoldaşlarının katilleri tarafından son verildi hayatına.
Daha niceleri var. Yüzlerce yıl boyunca dünyanın farklı yerlerinde cinayetler ve suikastlarla yaşamdan koparılan bütün siyasi kadın savaşçıların adlarını saymamız mümkün değil.
Bizim coğrafyamızın evlatlarına gelelim: Türkiye devrimci hareketinden ölümsüzleşen yüzlerce kadını burada saymak zor. Kürt özgürlük hareketinin ruhunu oluşturan kadınların adlarını tek tek saymak da öyle…
Ama yakın dönemde kendilerinde pek çok tarihsel anlamı toplamış kadınların özel hedef haline getirilmelerine dair sayısız örnek yaşandı. Bu örneklerin her biri önce neden kadınları vurmak istediklerinin canlı fotoğrafıdır.
Kürt özgürlük mücadelesinin yıllara meydan okuyan kurucu komutanı Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’in 2013’te Paris’te katledilmeleri, bundan on yıl sonra yine Paris’in göbeğinde KCK Yürütme Konseyi Üyesi Evin Goyi sanatçı Mîr Perwer ve Abdurrahman Kızıl’ın suikastla ortadan kaldırılmaları burjuva devletlerin tam bir çıkar ortaklığının göstergesidir. Tetiği kimin çektiğinden çok kumanda eden devlet aklının korkak suretidir gözler önüne serilen.
2019’da Türkiye’nin işgal ve ilhakçı Barış Pınarı harekatının 4. gününde Suriye’nin kuzeyinde katledilen Kürt kadın siyasetçi Hevrin Halef…
İki yıl önce 4 Ekim’de Süleymaniye’de evinin önünde Türk devletinin tetikçileri tarafından suikasta uğrayan Jineolojî Dergisi editörü akademisyen Nagihan Akarsel…
İran polisinin işkenceyle katlettiği Jîna Mahsa Amînî…
Bir ay kadar önce, Türkiye’nin SİHA saldırısı sonucu katledilen iki Kürt kadın gazeteci Gülistan Tara ve Hêro Bahadîn…
Filistin halkının direnişine omuz vermeyi seçtiği için İsrail Siyonizm’inin keskin nişancıları tarafından başından vurularak katledilen Ayşenur Ezgi Eygi…
Hangi birini sayalım?..
Savaşan kadınlar ölümden korkmaz
Örgütlülüğün dayandığı ana kolonlardır çünkü onlar, hareketi bulunduğu yerden ileri taşıyanlar, sürükleyenler, içinde devindikleri kitlenin ayrılmaz bir parçası olup yeri geldiğinde öne çıkanlardır.
İnandıklarını her araçla dile getirmek, sözünü bütün sonuçlarını göze alarak her vesileyle söylemek parçası oldukları mücadelenin gereğidir. Kadınların hem gerçeklerin dile getirilişi hem de korkusuzca ileri atılan emsaller yaratmaları rejim açısından daha “temkinli” olunması gereken bir tehdide işaret eder. Çünkü kadınlar bu adımları kolay atmazlar, nice zorlu badireleri aşıp gelirler o noktaya.
Erkekler dünyasında var olmak bile başlı başına bir meseleyken aile ve çevre cenderesinin kalıplarına, alışkanlıkların ve geleneklerin basıncına, erkek devlet şiddetine kafa tutmak, onları yollarından çevirmek için kurulan tuzakları boşa çıkarmak için her gün yeniden donanmak gerekir. Takıldıkları, zorlandıkları, boşa kürek çekmiş olabileceklerini düşündükleri her yenilgide yüzgeri etmemek önemlidir. Onlara özgüven ve gerekirse her gün yeniden başlama cesaretini kazandıran budur. Yapmak istediklerini kendi üsluplarınca, farklı farklı eylemek onların renkliliğini ve çok yönlülüklerini gösterir.
Onlar kendi seslerinin yankısına değil dokunabilecekleri yeni insanlara ihtiyaç duyarlar. Daha rahat edebilecekleri konfor alanları değil aynı olmak zorunda olmaksızın birlikte hareket edebilecekleri örgütlü alanlar, örgütlü insanlar yaratma peşindedir. Kendi hayatlarını erkek egemen devletin, evdeki, sokaktaki, işyerindeki erkeğin tahakkümünden kurtarmış, toplumsal yaşamda varlıklarını eylem üzerine kurmuşlardır. Savaşan kadınların ortak deneyimlerinden çıkan sonuçları -bilinçli ya da henüz bilinçsiz- özgürlük tutkusuyla kavrulan kardeşlerine ulaştırma, ortak bir davanın başarıya ulaşması için herkesin kendi yolunu bizzat kendisinin açması gerektiğini yayma çabasındadırlar.
Siyasi kadınların kurulu düzen açısından korkutuculuğu, kolay kolay pes etmemelerinden yeni güçlere yeni ırmaklara ulaşma doğrultusunda sergiledikleri inatçı iradedendir.
Savaşan kadınlar ölümden korkmaz, faşist rejimler savaşan kadınlardan korkar. Onların geriye bakmayan yürüyüşlerinden, kaybedecek şeyi olmayan, kazanacakları/kazandıracakları bir dünya olduğunu bilenlerin cesaretinden korkarlar. O yüzden bir tehdittir sistem açısından ve her fırsatta ortadan kaldırılmalarının hedeflenmesi bundandır.