İster tek bir erkeğe karşı bireysel, ister erkek devlet saldırganlığına karşı kolektifin örgütlü gücüyle hareket ediyor olsunlar, kadınlar uzun yıllardır insanlığın bütün sorunlarına sahip çıkan bir güç olarak savaşıyorlar
“Kadına karşı ezeli önyargıları ortadan kaldırma gücünü gösteren yalnızca canlı, devrimci rüzgârlardır…”*
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, kadın mücadelesinin önemli uğraklarından biridir. Dünyanın her yanında ödenen bedellerin altı çizilerek anlatılır 8 Mart’a kaynaklık eden cehennemi koşullar. Unutulmasın istenir; kuşaklar boyunca dilden dile, kadından kadına aktarılır. Tekstil işçisi kadınların o gün hayatlarını ne uğruna verdikleri hafızalara kazınsın istenir: İnsanca yaşanacak ücret, insanca çalışma koşulları!..
1857’de New York’ta kötü çalışma koşullarını, 10 saatlik işgününü protesto eden tekstil işçisi kadınlar grevdeyken patronun kapıları üzerlerine kilitlemesi nedeniyle yanarak hayatını kaybeden 129 kadın işçinin adıdır 8 MART!
Aradan 168 yıl geçmemiştir sanki; aynı yüzyılları yaşamışcasına, aynı özlem ve hayallerle doluymuşcasına süzülür acı ve öfke aynı yorgun bedenlerden, gözlerde sabitlenir.
Üzerlerine kilitlenen kapıların ardında yanarak can veren kadınların yüzlerce yıl öncesinden başlayan insanca eşit yaşam çığlığı, özgürlük haykırışı duyulur adeta. Çok öncelerden başlayan o çığlık hiç susmadı…
Görünen o ki, emeğin ve kardeşliğin dünyası kurulana kadar da susmayacak!
***
Yüzlerce yıl sonra 2005 Aralık’ında Bursa’da kurulu Özay Tekstil’de işçilerin üzerine kapıların kilitlenmesi ve beş işçi kadının dumandan boğularak katledilmeleri de bu türden bir cinayettir. En küçüğü 15 en büyüğü 32 yaşında beş kadın üzerlerine kapılar kilitlendiği için boğularak öldüler.
2012’de dünyanın başka bir köşesinde, güvencesiz ve sağlıksız koşullarda çalıştırılan 2 milyon tekstil işçisinin bulunduğu Bangladeş’teki WAL-MART’ta kölece koşullarda ucuza çalıştırılan çoğu kadın 137 işçi yanarak hayatını kaybetti. Yine yangın çıkmıştı ve kapılar yine kilitliydi…
2025’e geliyoruz. Bolu Kartalkaya’daki Grand Kartal Otel’de çıkan yangında can verenler arasında otelde çalışan dört kadın işçi** de vardı. Kapılar kilitli değildi bu kez ama alınmayan önlemler ve yapılmayan denetimler gencecik genç kadın işçilerin yanarak ölmelerine neden oldu.
Hala aynı talepler için, aynı insanca çalışma, insanca yaşanacak ücret için kölece koşullara dayanabildikleri kadar sıkıyorlar dişlerini… Ezilenlerin ezileni kadın bütün bu süreçlerde tezgah başında, dört duvar arasında, okulda, tarlada… aralıksız devrede olan muazzam sabrını eylemli mücadeleden yana kullandığında hem yaşadıklarının gerçek anlamını yerli yerine oturtuyor hem çıkış yolunu daha berrak bir şekilde görüyor.
***
Bugün yapmakta olduklarımız ve ulaşmak istediğimiz hedeflere doğru yürüdüğümüz yollar tarihsel sürecin kaçınılmaz ürünüdür. Kadınlar söz konusu olduğunda bu, inanılması zor diyalektik bir bütünlüğün özel olarak dokunmuş karmaşık ağlarına benzer. Bizzat eyleyenler bile bazen tam olarak adlandıramaz bunu. Yılların ezilmişliği ve yok sayılmışlığına karşı koruma kalkanlarından biri olarak kendi dilini ve yordamını oluşturan kadınların adeta genetiğine işlemiştir bu eyleme tarzı.
Kadın olmaktan kaynaklanan sorunlarını -isteseler de- bir kenara bırak(a)mayan kadınlar, özellikle de hem işyerinde hem evde yapıcı/yaratıcı ve kurucu gücüyle hayatı çok cepheli olarak inşa edip üretmeye odaklı işçi-emekçi kadınlar, tıpkı 168 yıl önce kapılar üstlerine kilitlendiği için katledilen sınıf kardeşleri gibi ölümüne bir mücadele yürütüyor, varolma savaşı veriyorlar.
Başımızı ne yana çevirsek greve çıkmış, sayılarının azlığına bakmaksızın direnişe geçen kadın işçileri görüyoruz:
Her şeye hükmettiğini düşünen patrona, onun hizmetkarı polis ve jandarma zoruna teslim olmayan, beş aydan fazla neredeyse bütün eylem biçimlerini deneyen ve sonunda kazanan Polonez’in kadın işçileri…
Bant durmasın diye yemeği, içmeyi, tuvaleti unutan, 8-10 saat çalışan Digel Tekstil’in kadın işçileri…
Tacize, mobbinge, kötü çalışma koşullarına karşı gerekli önlemler alınmayınca haklı fesihle işten ayrıldıkları halde tazminatları ödenmeyen HepsiJet Esenyurt deposunda iki haftadır direnen dört kadın işçi…
Izmir Kemalpaşa’da 16’sı kadın 17 işçinin 100 güne yaklaşan Temel Conta grevi patron ve kolluk tehditlerinin kadın işçilere sökmediğini gösteriyor.
Onlar, hayatları ve kimlikleri kilit altına alınan, kölece çalıştırıldıkları yerlerde yakılarak katletilen 8 MART’ın yaratıcısı 129 kadın işçinin ardıllarıdır. Mücadelenin hem gündelik hem derinlere işlemiş kökleriyle uzun ve zorlu olduğunu her gün daha fazla bilince çıkarıyorlar.
***
Kapitalist sistemin krizini derinleştiren dinamiklerden biri de kadınların toplumsal bir güce dönüşen mücadelesidir. Bu mücadele 8 MART’ta bir kez daha sokaklara akmaya hazırlanyor.
Derinleşen ekonomik krize, kadın yoksulluğuna, esnek güvencesiz ve kölece çalışma koşullarına, ev içindeki görünmeyen emekleriyle sömürünün katmerlisine mahkum edilmeye karşı seslerini yükseltiyor kadınlar.
Hayatın her alanında maruz kaldıkları eşitsizlik ve ayrımcılığa karşı isyan ediyor, kapitalist üretim içindeki eşitsiz konumlarına, taciz, tecavüz ve cinayetlerle hayattan koparılmalarına karşı her gün artan sayılarla ayağa kalkıyorlar. Sadece kadın olmaktan kaynaklanan sorunları hedef almıyor, savaş politikaları, yoksulluk, sefalet, hayvan hakları, yaşam alanlarına sahip çıkma, maden yağmasının karşısına dikilme gibi konularda da gözünü kâr hırsı bürümüş erkek egemen sistemin karşısına çıkıyor sözlerini eylemle söylüyorlar. İster tek bir erkeğe karşı bireysel, ister erkek devlet saldırganlığına karşı kolektifin örgütlü gücüyle hareket ediyor olsunlar, kadınlar uzun yıllardır insanlığın bütün sorunlarına sahip çıkan bir güç olarak savaşıyorlar.
Çünkü sistemle ve burjuva devletle her cepheden karşı karşıya gelişleri aynı zamanda sınıfsal bir muhteva kazanıyor; cinsel, ulusal, etnik ve sınıfsal açıdan atılan adımların onları farklı ufuklara taşımasında şaşılacak bir şey yok! Bu farklılaşma ve dönüşüm özgüvenlerini
ateşlerken daha ileri hedefler için dünyayı ve kendilerini, sınıf kardeşlerini daha içerden tanımak ve omuz omuza vermek için bu muazzam zenginlikten besleniyorlar.
Sadece Türkiye’de değil dünyanın her yerinde önüne geçemedikleri kadını aileye zincirleme, öfkesini hiçbir yere çıkmayan kanallara akıtma işi bir mühendislik faaliyeti olarak yürütülüyor egemen sınıflar ve onların devleti tarafından. Sadece adları değişiyor bu saldırıların. Aile, kadın bedeni, nüfusun azalıyor olmasının yarattığı kaygı ve korkular, çeyiz parası, evlilik yardımı, nikah kredisi, kadın istihdamının yerlerde sürünmesi, yoksulluk nafakası… Her defasında yeni bir isim altında çıkıyor ortaya bu “dahice” avlama teknikleri, kadını o kapılardan cehenneme sokma atraksiyonları…
Çocuk yaşta evlendirilmeye***, aileye prangalanmaya, eşitsizliğin katmerlisini yaşamaya, emeklerinin değersizleştirilmesine, insandan sayılmamaya, sisteme ve onun her türden şiddet aygıtına karşı “bizleri kurtaracak olan kendi kollarımızdır” güveniyle yanındaki kadına sarılanların kolektivizmi de örgütlülüğü de büyütmekten başka seçenekleri yok!
Öyle bir “çağ yangını”ndan geçiyoruz ki yarına yürüyen her kadın giydirilmek istenen deli gömleğini yırtıp atıyor, “sabır değil mücadele” ısrarını benimsiyor, özgürlüğün tertemiz soluğunu “Jin Jiyan Azadî” sloganıyla bütün dünyaya üflüyor.
Kölelik altında tutuldukları 5 bin yıl boyunca biriken öfkenin ölümlerden geçerek mayaladığı özgürlük tutkusu bu 8 MART’ta da sokaklara, meydanlara, evrene… yaşamın bütün renkleri ve görkemiyle akmaya hazırlanıyor.
Yaşasın 8 MART!
Son not:
(*) Aleksander Kollontay
(**) https://alinteri10.org/2025/01/23/kartalkayadaki-otel-yangininda-dort-kadin-isci-de-can-verdi/
(***) 22 yılda 789 bin 276 çocuk evlendirildi, 15 yaşından küçük 18 bin 595 çocuk doğum yaptı.