Foto: Medine Mamedoğlu
Hiç tanımadıkları insanlarla komşu olan ve 21 metrekareyi yaşam alanına çevirmek için uğraşan kadınlar bu süre zarfında ise hem farklı şiddet türlerine hem de enfeksiyon hastalıklarına maruz bırakılıyor
Mereş merkezli 6 Şubat 2023’te manevi ve maddi çok ciddi sorunlar doğuran bir deprem yaşandı. Depremden etkilenen kentlerde milyonlarca depremzede göç etmek zorunda kaldı. Bu kentlerden göç etmeyenler ise hayatlarını yeniden inşa etmek için bütün imkânsızlıklarla mücadele halinde. Elbette şehirleri, köyleri, evleri yıkılmış bu insanların mücadelesi bugün de devam ediyor ve görünen koşullar gösteriyor ki bir an önce harekete geçilmezse bu insanların zorlu yaşam mücadelesi yıllarını alacak.
Kışın ortasında bu depremi yaşayan halk neredeyse hiç iyileştirilmeyen şartlarda ikinci kışa girmek üzere. En sıcak mevsimde içme suyu bulmayan halk hala; temiz su, yeterli gıda, barınma, sağlık erişimine, hijyen ortamına sahip değil ve bunlar hayati öneme sahip, erişilmediğinde de insanın yaşam hakkını ortadan kaldıran nedenlerdir. Peki anayasa ile hakları güvence altına alınan bir halkın yaşamından bahsediyoruz bu sözde mi kalıyor? Bu insanlar nasıl oluyor da koca 9 ay da en temel haklarını güçlendirecek, var edecek şartlara eriştirilemiyor? Nasıl oluyor da bütün bir toplum denetleyiciliğini yitirip bu durumu görmezden gelip unutulmuşlar arasına koyabiliyor?
İnsanlar 9 ayda hem unutuldu hem de yalnız bırakıldı. İlk zamanlar çadır dahi bulamayan yurttaşlar aradan geçen sürede aylarca konteynera erişemedi. Sıcak havada çadırda kalmaya mecbur bırakılan yurttaşlar bu süre zarfından salgın hastalık ve cilt hastalıkları ile mücadele etti. Yine konteyner kent ve çadır kentlerde içme suyuna her daim ulaşamayan yurttaşlar bir yazı bu şekilde susuz geçirdi. Depremzedelerin bir bütünü için belli başlı olan barınma, gıda, hijyen ortamı, artan salgın hastalıklar, yaklaşan kış, var olan belirsizlik ve kentlerde yıkımla beraber ortaya çıkan, halk sağlığını ciddi şekilde tehdit eden tozlardan bahsedebiliriz.
Kadın ve çocuklar için geçen tarih hala 6 Şubat; Çünkü özellikle kadınların kayıpları için yasını tutma fırsatı bulmadan çocukları ve aileleri için tekrar bir düzen kurma arayışı, onların ihtiyaçlarına öncelik verip kendi ihtiyaçlarını geriye atması, bu hem maddi hem manevi ihtiyaçları kapsar, onların daha aşılması zor psikolojik sorunlar yaşamasına sebep olabilmekte. Elbette deprem sonrası devam eden doğa olaylarının gerçekliği de var. Bunlar da Kadınlar için hayatı tekrar tekrar zorlaştırdı; fırtına, sel benzeri durumlar gerçekleşen az toparlanmayı bir daha dağıtınca tabii ki toplumda ev ile bütünleştirilen kadınlar ilk devreye girdi. Bu sefer de İlk zamanlar çocuklarına giyecek, yiyecek ve barınma alanı derdine düşen kadınlar, kaldıkları çadır veya konteynır kentlerde yağan yağmur ve fırtınaya direndi. Evlerine hasret bir şekilde günlerini geçiren kadınlar, kaldıkları yeri yaşam yerlerine dönüştürdü. Bunu da yıkılan evlerinden ilham alarak yaptılar. Aradan geçen sürede bu arayışı bitmeyen kadınlar yerleşik bir ortam ve kalıcı çözümler yaratmak için bütün çabasını ortaya koysa da hala aynı sorunlarla yaşamını sürdürmek zorunda bırakılıyor. Çünkü bu kadınların yaptığı şey insanlık tarihi başladığında sıfırdan başlatılan inşadan farklı değil; özellikle yıkıntıların arasında yeniden inşa daha da zordur. İş imkânınız, eğitim hakkınız, sağlıklı beslenme rutininiz, insanlarla ve hatta temasınızın olduğu eşyalarla iletişiminizin ortadan kalktığı bir alanda yeni inşa süreci daha zor ve güç bir durumdur. Çünkü bu sayılanların hepsine iyi kötü sahipsiniz ve bir anda ortadan kalkıyor işte bütün bunların yasını tutmadan vedasını planladığınız gibi yapmadan yeniden inşaya başlamak farklı bir güç gerektirir. 21 metrekarelik bir konteynerda birçok kişi ile beraber yaşayan ve burada çocuklarının odasını, mutfağını, banyosunu ve salonunu dizayn etmek için her gün çalışan kadınlar için bu hiç kolay değilken şartları zor bir mevsime(kış) girmek son derece ürkütücü olsa gerek. 6 Şubat’tan bu yana ciddi iyileştirilmelerin yapılmadığı, bu süreçte depremzede kadınların yaralarını bir nebze saran şey kadınların dayanışması oldu.
Dayanışmadan güç alarak aylarını geçiren kadınlar şimdilerde yalnız kaldıklarından dem vuruyor. Hiç tanımadıkları insanlarla komşu olan ve 21 metrekareyi yaşam alanına çevirmek için uğraşan kadınlar bu süre zarfında ise hem farklı şiddet türlerine hem de enfeksiyon hastalıklarına maruz bırakılıyor. Kentlerde şebeke suları hala temiz akmadığı için insanlar içme sularını satın almak zorunda kalıyor. Paraları yetmeyen birçok yurttaş ise şebeke suyunu kullanmak zorunda kalıyor. Bu durum salgın hastalıkları beraberinde getirirken, birçok kişinin yaşadığı ortak alanlarda uyuz gibi hastalıkları da ciddi oranda artırdı. Hijyen ortamına ve temiz suya erişemeyen kadınlar vajinal enfeksiyon, mantar, kaşıntı ve aşırı tüylenme şikayetlerini sık sık dile getiriyor. Bu süreçten hamile olan, yeni doğam yapan ya da kronik bir hastalığı bulunan kadınlar çok daha fazla etkileniyor. Kadınlar daha kendi ihtiyaçlarını karşılamadan yeni doğan ve bütün temel ihtiyaçlarını gidermek için ikinci kişiye ihtiyaç duyan bebeklerin de bakımını tamamen üstlenmek zorunda bırakılıyor.
Salgın hastalık, barınma, yaşam alanı ve hijyen ortamının yanı sıra kadınların maruz bırakıldığı şiddet türleri ise saymakla bitmiyor. Psikolojik, fiziki, ekonomik ve dijital anlamda şiddete maruz bırakılan depremzede kadınlar içinde bulundukları zor durumdan kaynaklı yaşadıkları şiddeti anlatmakta ve buna dair bir çözüm talep etmekte çok zorlanıyor. Var olan durumun kendileri için zor olduğunu ve bunu daha da zorlaştırmamak adına böyle bir yolu seçtiğini bizlere dile getiren depremzede kadınlar, çoğu zaman maruz kaldıkları durumun şiddet olduğunun ayrımına bile çok zor varıyor. Bu şiddet sarmalı günden güne artarken, deprem kentlerinde yaşanan fiziki şiddetin de önlemediğini söyleyebiliriz.
Çadır veya konteyner kentlerde kalan kadınlar herhangi bir şiddet olayında ne yapılacağını bilmediklerini söylüyor. Konuya dair görüştüğümüz depremzede kadınlar herhangi bir bağırış sesi veya kadına şiddet olayında kapılarını kapatmak zorunda kaldıklarını ifade etti. AFAD’a bağlı konteyner kentlerde kalan Esra adında bir kadın tanık olduğu şiddet vakasına dair bizlere şunları aktardı: “Burada konteynerler karşı karşıya olduğu için herkes konteynerlerin içini görebiliyor. Kimisi buna engel olmak için kapıların önüne branda koyuyor. Burada sadece kadınlara değil çocuklara da şiddet uygulanıyor. İnsanların psikolojisi bozulmuş durumda, çocuğunu ve eşini darp eden çok fazla insan var. Ben bir çığlık sesi duyduğumda kimseyi tanımadığım için sadece kapımı kapatmakla kalıyorum. Polisi arıyoruz, polis geliyor ama kadınlar genelde şikâyetçi olmuyor.” Ne olacaklarından korkuyorlar. Korktukları için çoğu zaman hiç şiddet görüyorum diyemeyen kadın dahi oluyor. O yüzden her şiddetin üstü kapatılıyor. Her çığlık kapıların arkasında kalıyor.”
Ekonomik şiddetin de yoğun olduğu kentlerde kırsal bölgelerde kalan kadınlarda ciddi sorunlarla karşı karşıya kalıyor. Kent merkezinde bulunan toplanma alanlarında çocuk yaşta evlilik, erken yaşta gebelik ve kumalığa zorlanma vakalarında da ciddi bir artış yaşandığı öğrenildi. Kent merkezinde bulunan bir hastanede çalışan bir ebe bu artışı doğrularken, özellikle çocuk yaşta doğumların ciddi bir boyuta vardığı bilgisini verdi. Yine bunların yanı sıra çocuk istismarlarının da özellikle konteyner gibi toplu alanlarda yaşandığı öğrenildi. Bu istismar sürecine dair görüştüğümüz bir yetkili son bir ayda üç çocuğun cinsel istismara maruz bırakıldığını ifade ederken bu istismarların yoğun olarak konteynerlerde ve konteyner dışında ki parklarda yaşandığını söyledi.
Yine bir bütün günlerini, aylarını bir mekânda geçiren kadınlar çok az dışarı çıkıyor. Kadınların tek sosyal ortamı da çoğu zaman depremzede kadınlarla oturup, komşularında bulunan konteynerde vakit geçirmek oluyor. Bu durum psikolojilerine iyi gelse de aynı travmayı her gün her gün yaşamak kendileri için de çok zor. Yine çoğu kadın küçük olan mekânı nedeniyle çocukları ya da ailesi görmesin diye kaybettiklerinin arkasından ağlayamıyor. İlk başta söylediğim gibi yasını yarıda bırakan ya da hiç tutamayan binlerce kadın var.
Bizler her ne kadar depremi unutmuş ya da uzak gibi görsek de orada yaşanan hakikatin farkında olmak zorundayız. İnsanlar suya, sıcak bir ortama ve hijyene erişemiyor. Temel hakları olan ihtiyaçlarına erişemediği için depremi her gün aynı şekilde yaşıyorlar. Bu da onları sürekli aynı döngüde tutup, aynı şeyleri yaşamalarına sebebiyet veriyor. Bizlerin sadece soyut veya yüzeysel anlamda değil, somut bir adım atarak depremzede kadınların, çocukların yanında olup onlar için kalıcı çözümler bulabileceğimiz çalışmalar yürütmemiz gerekiyor. Ancak bu şekilde kadın dayanışmasının hissiyatını ve kutsallığını kadınlara gösterebiliriz. Deprem bölgesinde kadınlar hala çok ciddi yaşam mücadelesi veriyor. Bu sorunlar kalıcı adımlar atılmadığı sürece bu kış da önümüzde ki kışta yaşanmaya devam edecek