CHP’nin sürekli sokağa çıkmayın çağrılarını yok sayarak patriyarakanın en güçlü siyasal temsilcisi AKP’ye direnen kadınların, AKP sonrasında da mücadeleyi lobilerin sınırlarına hapsetmesi mümkün değil
2021 her durumda İstanbul Sözleşmesi’ni [geçici de olsa] kaybettiğimiz yıl olarak tarihe kalacak. İktidar 2020’nin sonunda İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekmek için gerekli yasal düzenlemeyi Meclis’ten geri çekmek zorunda kalmıştı. 2021’e ise kararlı bir kadın ve LGBTİ+ düşmanlığıyla başladı. AKP’nin oy oranı hızla azalırken kadınların güçlü direnişine rağmen İstanbul Sözleşmesi’nden hukuksuzca cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle imza çekildi ve Sözleşme yürürlükten kalktı. 2021’in son günlerinde ise 6. yargı paketinde nafaka hakkının gaspı yeniden gündeme getirilmeye çalışılıyor. En güçlü temsiliyetini AKP iktidarında bulan patriyarkanın kadınların direnişine yönelik ilk etapta akla gelen saldırıları bunlar olsa da Nevin Yıldırım’ın cezasının onaylanması, İpek Er’e tecavüz eden Musa Orhan’a “geleceği göz önüne alınarak” sadece 10 yıl ceza verilmesi ve tutuklanmaması da yargı eliyle patriyarkanın güç kazanmasının en açık örnekleri oldu. Keza ortak yapılan her eylemden sonra Kürt kadın hareketine yönelen operasyonlar, tutuklamalar ve Kürt kadın hareketinden TJA sözcüsü Ayşe Gökkan’ın sadece kadın mücadelesine ilişkin açıklama ve toplantıları nedeniyle 30 yıl ceza almasını da AKP’nin kadın [mücadelesi] düşmanlığı karnesinde unutmamak gerekiyor.
Son olarak ise, kadın erkek eşitliğine inanmadığını her fırsatta açıklayan iktidarın Meclis’teki ilk kadın eşbaşkan olan Aysel Tuğluk’u intikam siyasetiyle rehin almaya devam etmesinde ve cezaevinde cinsel şiddete maruz kaldığını açıklayan Garibe Gezer’in şüpheli ölümünde erkek devlet saldırganlığını yeniden gördük.
Tüm bu kadın düşmanı politikalar feminist hareketin/kadın hareketinin sokaklardan evlere sesinin en çok duyulduğu, patriyarkaya karşı direnişin en çok güçlendiği dönemde hayata geçiriliyor. Feminist gece yürüyüşleri, 8 Mart mitingleri, son 25 Kasım ve 1 Temmuz eylemleri kadınların evlerden, işyerlerinden, okullardan sokaklara taşan öfkesini gösterdi. Eylem çağrıcılarının doğrudan ilişki kurduğu kadınların toplamından kat kat daha fazla sayıda kadın katılıyor bu eylemlere. Gelen tüm kadınların direniş ve isyanlarını kendi yazdıkları dövizler ve attıkları sloganlarla ifade etmeleri, hareketin siyasal taleplerinin, hedeflerinin kolektif olarak belirlenmesini ve mücadele yöntemlerinin de feminist teamüllere uygun olarak kolektif inşasını mümkün kılıyor. İstanbul Sözleşmesi, nafaka gaspı ya da cinsel istismarın aklanması gibi patriyarkanın AKP eliyle kazanılmış yasal haklara saldırısının ötesine geçerek aşkı sevişmeyi, kadın cinayetlerini, cinsel şiddeti, heteroseksizmi, transfobiyi gündem yapan bir feminist hareket/kadın hareketi söz konusu.
Feminist hareket bir retoriğe dönüşen çok renkli çok kimlikli kavramının çok ötesine geçti. İster kesişimsellik densin ister farklı ezilmişlik deneyimlerinden gelen kadınların patriyarka karşısında yan yana gelmesi, esas olan, kadınların birbirini görerek birbirine güç vererek top yekûn patriyarkayı her yönüyle hedef alan bir feminist mücadeleyi bizzat meydanlarda inşa edip, evlerine, okullarına işyerlerine bu mücadelenin gücünü taşımaya başlamış olmasıdır. Kadın direnişlerinin verdiği gücün işçi sınıfından kadınların işyeri- fabrika önü direnişlerine yansıması, sosyal medyadaki erkek şiddeti teşhiri, kadın dayanışmasıyla yükselen şiddetin utancı kadınlara ait değildir fikrini hayata geçiren ifşalar, üniversitelerden yükselen hetero-patriyarka karşıtı hareket, sokaklardaki eylemlerin yaşam alanlarına yansıdığını gösteriyor.
Feminist hareketin/kadın hareketinin gücü hayatın her alanında kadınları harekete geçiriyor. Büyüyen krizin ve korkunç boyutlara ulaşan yoksulluğun bu hükümet gitmeden bitmeyeceğine ilişkin en kararlı ses 25 Kasım’daki hükümet istifa sloganlarında yükseldi. Garibe Gezer’in katillerinden hesap sorma kararlılığının da yine polisin tüm yasaklarına ve tehditlerine rağmen dağılmayan, birbirini bırakmayan kadınların eyleminde yükselmesi ve hemen her gün muhalif medyada polis şiddetine rağmen sesini sözünü yükselten kadın eylemlerinin haberlerini okumamız da tesadüf değil kuşkusuz.
AKP sonrası restorasyon ve uzlaşma mı?
Peki, bu feminist dalga nereye varır? AKP bir yıl içinde seçimlerle iktidarı bırakmak zorunda kalırsa* bu yükselen feminist mücadele nereye evrilir? Bunu tartışmak için mevcut halde muhalefetin en güçlü temsilcisi olan CHP’nin toplumsal hareketlerle kurduğu ilişkiye bakmak anlamlı: Feminist hareket/kadın hareketi, Kürt hareketi ve sınıf hareketi. Kürt hareketi doğrudan HDP üzerinden temsil edildiğini bir süre önce açıkladı. Feminist hareket ve sınıf hareketi söz konusu olduğunda ise CHP bir yandan taleplerini dikkate alırmış gibi davranırken bir yandan da bu hareketlerin radikalliğini törpüleyerek kendi iktidar günlerine hazırlamaya çalışıyor.
Yükselen kadın mücadelesinin özellikle sokaklardaki gücünü gören CHP, İstanbul Sözleşmesi’ne dönüş sözü vermenin ötesinde eşit temsil için de Meclis’e önerge verdi. Ancak sık sık cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini değiştirmek için anayasa değişikliğine gidecekleri açıklamaları yapıyor olmalarına rağmen, henüz yeni anayasada kadınlar için pozitif ayrımcılığa yer vereceklerine ve cinsiyet kimlikleri ve cinsel yönelimlere karşı ayrımcılığı yasaklayacaklarına ilişkin herhangi bir açıklamada bulunmuyorlar. Diğer yandan yoksulluğun sürdürülemez noktaya çoktandır geldiği bu kadar ortadayken kendisi herhangi bir eyleme girişmediği gibi, açlığın ve yoksulluğun kırdığı işçi sınıfına da sokağa çıkmayın diye çağrı yapıyor, 4250 TL asgari ücrete yeterli diyor CHP. Çok belli ki sırtını TÜSİAD’a dayayarak devletin restorasyonuna hazırlanırken AKP’nin yolsuzluklarından ve baskılarından görece kurtulmakla sınırlı tutacağı bir değişimle, işçi sınıfının, kadınların ve tüm ezilenlerin rızasını yeniden inşa etmeyi hedefliyor. Bu sırada asgari ücretin birinci derecede muhatabı olan özel sektörde güvenceli çalışan işçilerin örgütlendiği DİSK, HDP’nin aylar öncesinde belli olan İstanbul kongresi ile aynı günde miting örgütlüyor. Asgari ücretin açıklanmasından sonra ise sessizliğini koruyor. DİSK de KESK de kısa süreli iş bırakmalar, yemek boykotları, iş çıkışı eylemleri ile sınıfı hareket geçirip tüm ezilenlerin bu hükümeti göndermek için yan yana geleceği bir süreci örgütlemektense, asgari ücrete ve pahalılığa sıkıştırılmış görev savma mitingleri düzenliyorlar. Sendikalar ANAP’ın gidişini başlatan 89 bahar eylemlerinin ve sonrasındaki madenci direnişinin, 94 krizinin ardından 95’te Tansu Çiller iktidarına son noktayı koyan işçi eylemlerinin deneyimlerini yok sayarak, ne örgütlü oldukları fabrikalarda ve işyerlerinde ne de meydanlarda AKP hükümetini indirmeye aday olan bir işçi sınıfı önderliği sergilemeyi düşünüyorlar. Kuşkusuz sendikaların bu çizgisi CHP’nin seçimle gidecekler aman sokağa çıkmayalım yaklaşımından bağımsız değil.
İşçi sınıfı bir kez üretimden gelen gücünü kullanmaya başladı mı, olur da bir sene sonra AKP seçim sonuçlarını tanıyıp da iktidarı bırakırsa, müstakbel CHP iktidarında da işçi sınıfının aynı mücadele yöntemlerini kullanmaya devam etmesi şaşırtıcı olmaz. CHP’nin elindeki belediyelerde toplu sözleşme süreçlerinde yaşananlar işçi sınıfının işyeri eylemlerinden grevlere neler yapabileceğini çoktan CHP’ye gösterdi kuşkusuz. Kısacası 89-91 sürecinde ANAP’ın, 95’te DYP-CHP koalisyonu gibi işçi sınıfının mücadelesiyle sarsılarak devrilen bir AKP iktidarı istemiyor CHP. İşçi sınıfına biz iktidarı seçimde devirdik siz bize minnet duyun deyip yeni dönemin açılışını yaparken, AKP ile karşı karşıya gelen TÜSAİD ile uzlaşarak bir restorasyon sürecine başlamaya hazırlanıyor. CHP hâlâ devletin sahibi olduğunu düşünerek devleti işçi sınıfını iktidara hiçbir şekilde ortak etmeden ayakta tutmayı hedefliyor. Ve maalesef bu sürece hazırlanırken de sınıf mücadelesinin tüm tarihsel deneyimlerini geride bırakmış görünen sendikalar ve meslek örgütleri aracılığıyla, “makul” bir sınıf hareketiyle yan yana görünerek meşruiyet zeminini güçlendirmeye çalışıyor. Bu anlamıyla bir hafta arayla İstanbul’da DİSK ve KESK’in düzenlediği mitingler bugün AKP’ye karşı verilen mücadeleden ziyade AKP sonrasında CHP’ye karşı yürütülecek mücadelenin şeklini gösteriyor.
CHP, AKP sonrası dönem için kadınların mücadelesinin sınırlarını yasal kazanımlarla belirleyen bir kadın hakları savunuculuğu çizgisiyle ilişkilenebileceğini de açıkça ortaya koyuyor. Millet İttifakı’nda yan yana geldiği DEVA ve İYİ Parti’nin de kabullenebileceği bir hak savunuculuğunu/aktivizmi muhatap alacağını gösteriyor. Kadınların bütün mücadelesinin yasal düzenlemelere hapsedildiği ve erkeklerin aile içindeki gücünün korunduğu, kadın erkek eşitliğinin sadece formel düzenlemelerle kamusal alanla sınırlandığı bir patriyarkal uzlaşma noktasından ötesini öngörmüyor. Elbette İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönüş başta olmak üzere yasal kazanımlar kadınlar için gerçek anlamda hayati ancak Sözleşme’ye geri dönüş kadınlara bir lütuf değil; kadınlar birbirinin direnişinden güç aldı ve İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıktı. Bu sesler sokaklardan yükseldikçe kadınlar evlerde direnişi daha da yükseltti ve erkelerden boşanmaya, ayrılmaya karar verdiler. Kadınların erkek şiddetine, erkek yargıya ve AKP iktidarına isyanı güçlendikçe bir bütün halinde patriyarkayı karşısına alan bir mücadele öne çıktı.
Bırak evi bok götürsün, jin jiyan azadî diyenler, sarı kırmızı yeşil fularları, gökkuşağı bayraklarını ve yumruklu feminalı bayrakları yan yana sallayanlar, cinsel taciz faili adamlara uykuların kaçsın diyenler, erkek şiddetine karşı kadın dayanışması için şehri yakmaktan bahsedenler, tüm bu karanlık içinde umutsuzluğa kapılınca eylemlerdeki binlerce kadının dayanışmasını hatırlayanlar, genç, yaş almış, evli, bekâr, çocuklu, trans, işçi, ev kadını, öğrenci, on binlerce kadın yıllardır feminist gece yürüyüşlerinde buluşurken, aynı kapsayıcılığı ve direnci benzer şekilde örgütlenen 25 Kasım ve 1 Temmuz eylemlerinde de görmeye başladık.
İşte CHP tam da bu derinlikteki ve kapsayıcılıktaki bir feminist hareket ile değil, radikalliği törpülenmiş, Kürt kadın hareketine mesafeli, aileyi ve erkekleri doğrudan karşısına almayan, LGBTİ+’lara yönelik saldırıları gündemleştirmeyen ama en önemlisi yasal düzenleme sınırlarına girebilecek taleplerle politik hattını belirleyen bir kadın hakları savunuculuğu çizgisini muhatap alacağını gösteriyor. Bu durumun yansımalarının kadın hareketi içinde de sesini yükseltmesi olağan kuşkusuz. DEVA’yı, CHP’yi hatta İYİ Parti’yi dışlamayacak bir makul çizgide ortaklaşmayı öngören, “makul ortalamayı” lobilerle anaakım siyasete dâhil etmeyi hedefleyen bu nedenle de kendisini bizzat feminist hareket adlandırmasından ve hareketin simgesi durumundaki mor feminalı bayraklardan ayıran bir eğilim 2021 boyunca kendini görünür kılmaya çalıştı. Hedef, feminist gece yürüyüşlerinde, LGBTİ+ hareketin onur yürüyüşlerinde ve Kürt kadın hareketinin çizgisinde kendini inşa eden mücadeleyi CHP’nin öngördüğü yeni patriyarkal pazarlığın sınırlarına çekmek.
Dönüp son on beş yıla baktığımızda da zaten evlerden ve sokaklardan yükselen kadın isyanının sesinin ve taleplerinin Meclis’e ulaşmasının HDP ve öncülü partilerin Meclis’e taşıdığı kadın arkadaşlarımızla mümkün olabildiğini gördük. Ve bugün CHP Meclis’e eşit temsil önergesi vermek zorunda kalıyorsa bunun esas nedeninin HDP’de cisimleşen eşit temsil kazanımı olduğunu da unutmamak gerekiyor. Yani yasalar üzerinden verilecek mücadele için Meclis’te kadın+’ların sözünü CHP’nin çizdiği sınırlara hapsolmadan duyduk bunca yıldır.
CHP’nin feminist hareket/kadın hareketi için aynı sınıf hareketi için öngördüğüne benzer bir uzlaşmacı çizgiyi güçlendirmesi mümkün değil. Çünkü feminist siyaset evlerin içindeki direnişte kendini inşa eder. Yani sokaklara dökülen kadınlar esas olarak evlerdeki direnişlerini kolektif olarak ifade etmek için sokaklara dökülüyorlar. Yani sokakla ev, işyeri ve okullar sürekli olarak birbirini besliyor güçlendiriyor. Bu anlamıyla hareket sadece sokaklarda eylem yapanlarla sınırlı olmadığı için taleplerinin ve patriyarkayla mücadelelerinin de CHP’ye uygun çizgide sokağa çıkmayı kabul edenlerce belirlenmesi mümkün değil. Kadınların mücadelesini mor feminalı bayrakların kullanılmadığı, yasal mitinglerle ve önceden izinli basın açıklamalarıyla sınırlandırmayı kabul etmeyen kadınlar on binler olup İstanbul’da Taksim’de mücadelenin gücünü göstermeye devam ediyor. CHP’nin sürekli sokağa çıkmayın çağrılarını yok sayarak patriyarakanın en güçlü siyasal temsilcisi AKP’ye direnen kadınların, AKP sonrasında da mücadeleyi lobilerin sınırlarına hapsetmesi mümkün değil. Ve darısı, maalesef İstanbul Sözleşmesi sürecinde de basın açıklamalarının ötesinde işçi sınıfından kadınların mücadelesine sahip çıkmayan [erkek] sınıf siyasetinin başına diyelim…
*AKP’nin seçimle hangi koşullarda gideceği kuşkusuz Türkiye içi dinamikler kadar başta Ortadoğu olmak üzere dış siyasal dengelerle de ilgili ve bir iç çatışmaya yönelmeden gideceği de kesin değil. Ancak mevcut durumda burjuva siyaseti seçimle gidecekler analizi ile kendini dizayn ettiği için bu dizaynı sınıf hareketi ve feminist hareket açısından tartışıyoruz.