Akdeniz Belediyesi eski Eşbaşkanı Yüksel Mutlu ile yerel yönetimlerdeki deneyimleri üzerine konuştuk
Mersin’de uzun bir süre Eş Genel Başkanlık ve belediyecilik yaptınız. Bu kapsamda, Mersin gibi Türkiye’nin tüm renklerini taşıyan bir yerde bir kadın olarak başkanlık ve belediyecilik yapmak nasıl bir deneyimdi?
Daha önce siyasal partide eş genel başkanlarımızın uyguladığı fakat yerel yönetimlerde ilk olarak uyguladığımız bir modeldi. Benim için Akdeniz bu açıdan çok öğreticiydi. Yerel hakikaten çok dinamik ama aynı zamanda çok zor, çok didiştirici, çok farklı, her toplumun farklı duygusu var, farklı ruhu var. Kadınlar, gençler, Araplar, Aleviler, Kürt Aleviler, Anadolu Alevileri, Arap Alevileri, Romanlar, Giritler var. Bütün toplum burada ve siz onların duygularına hitap etmek zorundasınız. Mersin’de Müfide İlhan’dan sonra ilk kadın belediye başkanı bendim. Hem yerel basın hem yerel halk hem yerel sivil toplum ve kadın örgütleri, bunu ilgiyle, alakayla ve hoşlukla karşıladı. Bir karşı duruş, karşı çıkış olmadı. Fakat model çok yeniydi. Onların alıştığı bir erkek başkan vardı. Şimdi bir de kadın gelmişti. Bu nasıl olacak. Basının önünde soruyorlardı. Kim imza atacak? Çünkü imza demek devlet demek ve insanlar kafalarında bununla kodluyorlar. Bu kodlanma hali kim resmi ise o güçlüdür ve biz ona meylederiz, onunla işimizi çözeriz diye düşünüyorlar. Çünkü toplumda belediye demek devlet demek.
Şimdiye kadar merkez yönetimler, hep yerel yönetimler üzerine bir baskı unsuru olduğu için yerel yönetim dediğimiz şey merkezin bir yansıması gibi görülüyordu. Bu vesayet aslında ulus devlet vesayeti. Ulus devlet ideolojisinin yerel yönetimler üzerindeki vesayetiydi ve biz bir anlamda 2014’te bunu topluma çok radikal demokratik bir anlayışla getirmeye çalıştık. 2014’teki çıkışımız toplum için sarsıcı bir şeydi. Kadınlar için çok sarsıcıydı çünkü yeniydi. Toplum her yerde olduğu gibi belediyelerde de kadına hazır değildi. Çünkü bu toplum erkek egemen kodlarla döşenmiş, o hazırlığı yapmış ve belediye demek, belediye meclis üyesi demek, siyasetçi demek erkek demek. Kadın siyasetçi nosyonu onlar için çok tuhaf bir şey. Arada bir kadın belediye meclisi üyesi olabilir, onlar da erkeklerin istediği gibi çalışma yürütecekler.
Nasıl bir belediyecilik anlayışı vardı
Toplum tarafından belediyecilik çöp toplamak, asfalt dökmek, klasik belediyecilik hizmetleri olarak tanımlanıyor. 5393 sayılı yasada da bunlar var. Ama 5393 sayılı yasada bunun dışında o kadar çok imkân ve olanak var ki sizin bunları nasıl değerlendirdiğiniz ile alakalı bir iş yaparsınız. Bir insanın burada doğduğu günden öldüğü güne kadar bütün işleri, çalışmaları, hizmeti yürüten şeydir belediye ve siz bunu nasıl kurarsanız öyle gider. Siz sadece asfalt dökerek değil, onun kültür faaliyetleri yürütür, kadının şiddete karşı mücadelesinin yanında olursunuz. Siz onun yoksullukla mücadelesinde yanında olursunuz. Yani sizin her türlü toplumun yanında olma imkânınız var. Dolayısıyla bunu hangi anlaşıla yönettiğinizle alakalı.
Bir kadın eş başkan olarak kadınlar gençler, kısacası toplum sizi nasıl karşıladı
2014’te biz BDP olarak, eşbaşkanlık olarak başladığımızda burada, Akdeniz’de ciddi bir karşılığı oldu. Tabi şöyle şeyler de olmadı değil. Bütün toplum bu duyguya, bu ideolojiye çok hazır değildi. Onlar için de soru işaretiydi, bizim için de bilinmeyen yanları vardı. Çünkü biz de ilk defa eşbaşkan oluyorduk. Neyle karşılaşacağız ve neler yapacağız. Siz bir erkekle eşbaşkan olduğunuzda Ekolojik, Demokratik, Kadın Özgürlükçü Paradigmamızı anlamışsanız iki eş başkandan biri anlamamışsa orada sorunlar yaşanıyor. Ama eğer her iki eşbaşkan da bu paradigmayı özümsemişse, içselleştirmişse bunu yürütmek çok daha kolay olur. Neredeyse 2014’te yaptığımız seçim çalışmalarında sadece eşbaşkanlığı anlattık. Bir kadın, bir erkek birlikte bu belediyeyi yöneteceğiz ve birçok kadın belediye meclis üyemiz olacak. Bu sadece bir kadın ve bir erkeğin belediyeyi yönetmesi değildi. Bir kurul tarafından, hep beraber yapacağımız bir çalışma olarak anlattığımızda insanlar hayret ediyorlardı çünkü onlar başkanlık sistemine alışkınlardı. Bir kişi bütün yetkileri kendinde toplayacak ve onları yönetecek. Oysa bizde daha demokratik; kadın erkek bir arada bir yönetim anlayışı oluşturmak istiyorduk. Çok kolay olmadı ama imkanları vardı. Toplum bunu sevgiyle karşıladı. Hoşlarına da gitti. Çünkü şöyle de diyorlardı: ‘Ya kadınlar daha dürüst çalışır, kadın demek belediye demek. Belediye deyince insanların aklına para geliyor, çıkarlar geliyor. En azından kadınlar para yemez, kadınlar dürüsttür.’ Bir kadın adaletinin bu toplumda olduğunu görüyorsunuz. Yerelin bu kadar hakikatli olduğunu burada görüyorsunuz.
Seçim çalışmalarında bir mahallede kadınlara ‘bu mahalleye ne yapmamızı istersiniz? Biz bu seçimi kazandığımızda BDP buraya nasıl bir hizmet getirsin’ diye sordum. Kadınlar dediler ki, ‘biz buraya park istiyoruz.’ Bu çok göz yaşartıcı, çok sade, çok yalın, güzel bir talep. Çünkü toplumsal bir talep istiyor. Kişisel bir talep istemiyor. Para istemiyor, mıcır istemiyor, asfalt istemiyor, bir şey istemiyor. Tüm toplumun değerlerini ifade edecek bir şey istiyor. Kendi çocuğuna da komşusunun çocuğuna da mahallenin çocuğuna da ya da orada kadınların bir arada çocuklarını götürdükleri kamusal alan gibi kullanacakları bir araya gelecekleri çok yalın, çok sade bir talep istiyor. Dolayısıyla oradan bir kez daha gördük ki aslında kadınlar daha toplumsal varlıklar ve istedikleri tamamen toplumsal. Herkes için bir şey istiyorlar. Dolayısıyla biz bu isteklere karşı sessiz kalamazdık. Bir erkek bu talebi nasıl karşılayacak? Hayır demeyecektir belki o anda ama en arkaya atacaktır. Bir kadın bunu öne çıkaracak. ‘Hayır ben kadının bu talebini yerine getiriyorum’ diyecek. Biz seçildikten, Akdeniz belediyesi eş başkan olduktan sonra daha çok kadın belediyeye girip çıkmaya başladı. İşte ziyarete geliyor, taleplerini söylüyor, çocuklarıyla geliyorlar. Dolayısıyla kadınların kamusal alana akışı çok daha kolay oluyor. Tabi burada bir yandan da bir yoksulluk var. Bu yoksullukla mücadele devletin problemidir. Bir hükümetin problemidir. Kuşkusuz, borçlu, küçük, zorluklarla boğuşan, muhalif bir belediye bütün bu yoksullukla elbette baş edemez, kolay da değildi ama biz de elimizden geleni yapmaya çalıştık. Mesela kendi stratejik planlarımızı hazırlarken, kadın örgütleri topladık, temsilcilerini çağırdık ve dedik ki ‘gelin, biz 5 yıl için stratejik plan hazırlıyoruz. Sizin planlarınız neyse, birlikte gerçekleşebilir sahici planlar koyalım.’ Yani biz bir helikopter alalım, uçak alalım, büyük işler yapalım. Böyle şeyler değil. Sahici, hakikati olan, gerçekleşebilir işleri kadın örgütleri ile birlikte tartışarak stratejik plana koyduk. Yani yapamayacaklarımızı değil, yapacağımız işleri planladık. Sivil toplum örgütlerine kendi projelerimizi tanıttık ve o projelerde eksik gördüğünüz eleştirdiğiniz ne varsa stratejik planımızı ona göre ilerleyelim diye bu kentte, Akdeniz’de yaşayan sivil toplum temsilcileri, kanaat önderleri, Hristiyanlar, Aleviler, dindarlar, kim varsa ne yapmamız gerekiyorsa onlara sorduk. Biz onların yerine karar vermedik. Bu yerel yönetimlerde kıymetliydi. Bu aslında halkın verdiği bir karar. O toplumun kendi kararlarını alıp, bize getirip, biz bu projeleri yapılabilir olarak görüyoruz dediği için böyle bir stratejik planla yola çıktık ve burada kısa bir zamanda yoğun bir ilgi ile karşılaştık. Tabii olağanüstü bir süreçti. Kobane’ye saldırılar oldu. Sınırda her gün çatışmaların olduğu bir süreçti. O olağanüstü süreçte hem hizmet yürütüp hem de Türkiye’nin siyasi gündemine dair çalışmalar yaptık ama aynı zamanda da kayyımlar başlamıştı. İki buçuk yıl gibi bir zaman çalışabildik. Bu iki buçuk yıllık çalışmada da iktidarın üzerimizde Demokles’in Kılıcı gibi sürekli paramızı kesen, sürekli tehditvari gören, bizi tehdit eden, bize hiçbir zaman kapı aralamayan bir iktidar gerçekliği ile karşı karşıyaydık. AKP iktidarı zaten böyle bir iktidardı. Anti demokratik ve yereli görmeyen, kendine ait olmayan belediyeyi hiçbir zaman kabul etmeyen bir anlayıştı. Biz bütün bu anlayışlarla hem politik mücadelemizi sürdürerek hem de böylesi bir olağanüstü süreçte eş başkanlık sistemini oturtma çabası içine girdi. Önemli çalışmalar yaptık. Mesela bütün kadınların merkeze gelebilme ihtimali yoktu. Biz bunları düşünerek onlara mahallerde mahalle evi adı altında yerler açtık. Bu yerleri de onlara sorduk. Bir referandum yaptık. Burada size ne hizmet verelim, bu mekânda. Çünkü mekanlarımız da hep cinsiyetlendirilmiş mekanlardı. Hepsi erkeklere aitti. Mesela hiç beklemediğimiz bir yerde kadınlar biz aerobik kursu istiyoruz. Çünkü çok mütedeyyin bir mahalleydi, çok sokağa çıkamıyorlardı. Evlerinden çıkmalarının tek sebebi bu. Burada biz böyle bir kurs istiyoruz dediler. Bir yerde bizim hiç aklımızda olmayan bir tarım kursu istediler. Çünkü o bölge tarıma uygundu. Bunlar bizim öngörmediğimiz ama toplumun referandumla, onlara sorarak demokratik halkçı anlayışla gerçekleştirdiğimiz çalışmalardı. Biz onlardan bunu öğrenerek yola devam ettik. Eşbaşkanlık, istihdam ettiğimiz insanların yarısının kadın olması gerekti. Ya da müdür yapacağınız iki kişi varsa öncelikli pozitif ayrımcılığı kadınlara vererek kadınları müdür yapma yoluna gittik. Dolayısıyla yani eşbaşkanlığı sadece bir kadın, bir erkeğin belediye yöneticisi olarak değil hayatın her alanında kadın erkek eşitliğini özgür eş yaşamı kurma çabası olarak gördük ve öyle çalışma yürüttük. Tabii ki kolay değildi, zordu. Çünkü toplum erkeğe çok alışkın. Siyasette erkek olmalı. Buna çok kodlandığı için çocukluğundan beri bir kadınla ezberi bozuluyor. Örneğin erkek siyasetçiler her şeye evet yaparız hallederiz, olur diyor ama ben bunu demediğimi için çok hoşlanmadıklarını biliyordum ama kadın siyasetin bir rengi, bir duruşu var, buna da erkekler alışmalı, bunu öğrenmeli. Evetse, yapılabilir bir şeyse kuşkusuz yapabilir ama yapılamayacak bir şeyse biz insanı kandıramayız, yalan söyleyemeyiz. Böyle bir yaklaşımımız yok. Hayır olmaz dediğimizde çünkü toplum siyasetçiyi böyle kodlamış her şeye evet desin, ben çıkıp gideyim buradan ama işim olur mu olmaz mı bunu düşünmez. Dolayısıyla böyle, kadın siyasetinin rengini oturtma konusunda tabii ki çabalarımız da oldu. 5 bin yıllık erkek egemen iktidarın kodlarını yıkılması bir anda çok kolay olmuyor. Mesela eşbaşkanlığa itirazların yerellerde daha çok olunduğunu gördük. Siyasal partinin merkezinde böyle bir itiraz yoktu. Neden çünkü burada küçük çıkar grupları var, hesaplar var, belediye demek, devlet para demek. Böyle küçük çıkarlar için toplum tüketmeye alıştırılmış, üretmeye değil. Bu nedenle kooperatif kurma çalışması yürüttük ve burada bir kadın kooperatifi oluşturduk. Kadınlara ait hizmetleri gerçekleştirdik, kadınların emeğini değerlendirmesi için pazarlar oluşturdu, sığınma evimizde birçok kadını misafir ettik, onlarla çalışmalar yürüttük, onların tekrar şiddetten uzak hayata geri dönüşleri için her tür çalışmalar yaptık. Öyle oluyordu ki gece 12'de evden çıkarak bir kadını, gizlice alıp götürüp sığınma evine koymak bizim için kıymetli bir şeydi. Bunu bir erkek eşbaşkanı yapar mıydı? Ben emin değilim, yapmayacağını da düşünüyoruz. Toplum böyle kodlanmış.
Dolayısıyla eş başkanlık model olarak hem çok kıymetli ama bir o kadar da zordu. Kadınlar da eğer kadın bakış açısına sahip değilse, o toplumda yaşayan kadınlar cins bilinci ile donanmamışsa, kadın bakış açısı zayıfsa iktidara kilitleniyor ve kadını karşıya alıyor. Bunlar için de bir eğitim ve bir çalışma gerekiyordu. Tabi bir yandan da partimiz bu çalışmaları gerçekleştiriyordu. Şimdiye kadar bütün belediyelerde yapılan çalışmalarda hizmeti belediye yapar ama bu hizmetin siyasetini de kendi partisi yapar. Bu kısımda eksikliklerimiz birçok yerelde olduğu gibi burada da oldu. Partinin gündemi farklıydı, olağanüstüydü hem de partimizin buna çok alışkın olmadığını gördük. Belki önümüzdeki dönem bunlardan ders alarak yeni dönemde seçilecek olan arkadaşların hem partide hem yerelde çalışma yapacak olan kurullarımızın eş güdüm içerisinde güçlü yürütmesi çok önemli.
Akdeniz'de ve Mersin Çukurova'da biz sadece Akdeniz'in Belediye Başkanı değildik neredeyse bütün Mersin'deki ötekilere, ötekileştirenlere, ötekinin ötekisi olanlara hizmet etmek zorundaydık çünkü herkes bize geliyordu. Örneğin bir LGBTI+ da bize geliyordu başvurmaya, aç kalmış, yoksul kalmamış, sokağa atılmış bir kadın da bize geliyordu. Biz onu sadece Akdeniz'de oturmuyor diye kabul etmemezlik edemezdik. Dolayısıyla biz bütün bölgeye hizmet götüren, insanların gözünün kulağının olduğu bir yer olmuştu Akdeniz Belediyesi. Ötekilerin belediyesiydi. Bunun aşağı yukarı bir yıldan fazla zamanı müfettişlerin teftişiyle geçti. Artık müfettişlerle aynı belediyede, aynı binanın içinde yaşar haldeydik. Zaten onlar sürekli denetliyorlardı ama bu denetimlerden hiçbir şey çıkmıyordu. Çünkü biz işimizi çok düzgün yapıyorduk. Ekolojik, demokratik, kadın özgürlükçü bir paradigmanın yeminini etmiştik, buna inanmıştık. Ona inanmayan insan buna eşbaşkanlık yapamaz. Ne olursa olsun, neye mal olursa olsun biz bunu yapmak zorundaydık. İlkti, toplumda ilgi yüksekti. Kolay değildi ama biz elimizden geleni yapmaya çalıştık. Hepsi çok güçlüydü, çok çok iyiydi diyemem. Böyle bir iddiam olamaz, zaten bu hayatın gerçekliğine aykırı ama eş başkanlığı oturtma konusundaki çabamız çok güçlüydü. Zaten o olağanüstü koşullarda topu topu iki buçuk yıl gibi bir süre çalıştık. Belediyemiz sonra diğer belediyelerimizde olduğu gibi kayyumla gasp edildi. Birçok arkadaşımızla birlikte gözaltına alınıp, cezaevine konulduk ve yargılandık. Sonra tahliye olduk. Dışarıda çalışmalarımızı partimizle devam ettirdik.
2019'da burası tekrar gasp edildi. O kayyumla alınan sürecin devamı gibi bir süreçti. Sokağa çıktığında Kürt olmayan herhangi birine ‘Akdeniz Belediyesi kimindir?’ diye sorun. Toplumda şöyle bir inanç var: Burası Kürtlerin hakkıdır der. Böyle bir adaleti de var. Fakat AKP iktidarı burayı elimizden almak için bu yolları denedi, gasp etti. Bu gasp aslında kadının, gencin bütün toplumun iradesini gasp etmekti, kadın siyasetini gasp etmekti. Mesela kayyum atanmasından sonra kayyumun, ilk açıklamayı benim, yani bir kadının odasından yapıyor oluşu bizim tarafımızdan not edilen bir şeydi. Bu erkek egemen siyasetin kadın siyasetinden ne kadar korktuğunu gösteren bir şeydi. İki tane küçük mor koltuğum vardı. Onları dışarı attırmış. Tabii biz eşbaşkanlık yaparken şuna dikkat etmek zorundaydık. Toplum sizin her şeyinizi gözlüyor. Mesela mekânınız. Oturduğunuz mekân erkek bir mekansa sizin eşbaşkanlıkta gerçekliğiniz yok. Benim mekânım renkli, kadınların seveceği, kendi evinizin salonu gibi bir odaydı. Tabii bu insanlara çok hoş geliyordu. Senin bu odan bizim salonumuz gibi. Evet sizin salonunuz çünkü burası size ait. Mekânın ve cinsiyet üzerine de bir kurgu yapmamız gerekiyordu. O bakımdan bütün bunları düşünmek zorundaydık. Eşbaşkanlıkta her şeyi düşünüp, planlayıp, topluma rol model olmak zorundaydık. Bu aynı zamanda genç kadın kuşaklarına güçlü bir miras bırakmamız demekti. Eğer biz bu sistemi güçlü oturtabilseydik bizden sonra gelen kadın arkadaşlara daha güçlü bir eşbaşkanlık modeli bırakabilirdik. Bu yarım kaldı ne yazık ki. O yüzden bunların hepsini düşündük. Düşünce tarzımız sadece bir iktidara kitlenmek olarak değil, zaten biz orayı iktidar alanı olarak görmüyoruz. Orası birlikte yönetebileceğimiz bir alan. Bir kurulla yönetiyorduk. Bütün komisyonlarımız, bütün çalışmalarımızda önce kadın belediye meclis üyelerimizle çalışmalarımızı tartışıp, kararlarımızı alıp karma toplantıya öyle gidiyorduk. Kadın erkek eşitliği komisyonumuz vardı. Yine kadın politikaları müdürlüğümüz vardı ve bu müdürlükte kadın çalışmaları tümünü oradan gerçekleştiriyorduk. Dolayısıyla toplumun bütün kesimlerine hitap edecek işler yapıyorduk.
Bu şehirde birçok Alevi var. Arap Alevilerin Gadir Hun bayramını biz yapıyorduk. Anadolu Alevilerinin, Kürt Alevilerinin 12 imam aşurelerini yapmak, bütün şehrin billboardlarında Hristiyanların Noel bayramını kutladık. Hristiyanlar, burada yaşayan, Müslüman olmayan topuklar bundan mutlu olsunlar memnun olsunlar istedik. Romanlarla birlikte bir kültür buluşması yaptık, şahaneydi. O kadar güzeldi ki Romanlar kendini iyi hissetti. Burada birçok Roman toplumu var. Biz onlardan birilerini işe almak zorundaydık, istihdam etmek zorundaydık çünkü onlar da işsiz, onlar da yoksul, onlar da öteki. Dolayısıyla bizim fikriyatımız, parti programımız da buna uygundu, bizim ideolojik anlayışımız da buna uygundu. Biz demokratik olursa anlayışını savunuyoruz ve ona uygun bir pratik çalışma ortaya koymak zorundaydık. Bunu yapmaya çalıştık. Kuşkusuz eksiklerimiz oldu ama çok da güçlü çalışmalar gerçekleştirdik, iki buçuk yıl içerisinde elimizden geleni yaptık.
Yapılacak olan 31 Mart seçimlerine az bir zaman kaldı, ne düşünüyorsunuz?
Tabi tekrar bir seçim olacak. Mersin'de, Akdeniz ve belki başka bir ilçe olan Toroslar’da çok ciddi bir oyumuz var. Önemli olan burada ötekilerin, Kürtlerin, Alevilerin, ötekileştirilen diğer toplumun bireylerinin bir arada güçlü bir şekilde durabilmesi. Durdukları takdirde çok güçlü bir sonuç ortaya çıkacağına inanıyorum çünkü bu iktidarın oyunları bitmiyor. Oy taşınmadan tutalım, her türlü kirli şeyler yapılıyor. Bütün bunlara karşı hem toplumun uyanık olması lazım hem de belediyelerimizin kadına, gence, yaşlıya, engelliye hizmet edebilmesi için bu paradigma ile yaşayan bu paradigmayı savunan partilerin olması lazım. Bu parti de DEM partidir. Dolayısıyla buradan bir kez daha söylemek lazım; önümüzdeki dönem DEM Parti, batıdaki tek belediyemiz olan Akdeniz Belediyesi’ni, -bizim nefes alma yerimizdi burası, kıymetliydi- tekrar kazanmak için elimizden geleni yapmamız gerekiyor, herkesin yapması gerekiyor. Çünkü sokakta beni çevirip, ‘keşke siz olsaydınız. Ben bunlardan memnun değilim’ diyen insanlar oldu. Siz seçildikten sonra bu toplumun hepsinin belediye başkanısınız ve hepsine eşit derecede hizmet etmek zorundasınız. Bu bakımdan elimizde güçlü bir imkan var. Bu imkanı değerlendirmeliyiz. Kayyum gasplarını seçim çalışmalarında çok güçlü anlatmalıyız. Bunun nasıl bir irade gaspı olduğunu anlatmamız lazım. İdeolojik olarak demokrasinin yerelden kartopu gibi büyüyeceğine inandığımız için, kadın meclisleri, yerel meclislerimiz, mahallemiz olduğu için buna müdahale edildi. Bu sadece eşbaşkanlığa müdahale değildi. Yerelden demokrasinin kendisine, özne müdahaleydi. İşte sistem bunu gördüğü için müdahale etti ve biz o müdahaleye karşı tekrar belediyelerimizi alıp demokrasiyi yerelden inşa etmeyi güçlü bir şekilde önümüze hedef olarak koymalıyız.
Yerel yönetimlerde genelde erkekler ön plana çıkarılıyor. Bunun yanı sıra, eşbaşkanlık sistemi getirildiğinde dahi sizden beklenen bir olgu söz konusu. Siz buna karşı nasıl mücadele ettiniz?
Bir kere erkek mekanları reddettim. Mesela belediyenin girişinde bankolar vardı. Kadınlar boyunu uzatarak uzanıyor çünkü erkek standardına göre yapılmış bankolardı. ‘Arkadaşlar bunları kadınlara göre ayarlayalım’ dedik ve değiştirdik. Mekân ve cinsiyet kodları üzerine bir çalışma yürüttük. Gittiğimiz yerlerde, katıldığımız toplantılarda, belediye meclise toplantılarında bizim de onlar gibi bir çalışma yapabileceğimizi anlatıyorduk. Kendi başkan yardımcılarımız arasında görev paylaşım yaparken eşbaşkanımız ‘teknik birimleri bir kadın yapamaz’ dedi. ‘Niye yapmasın, gayet güzel yapar’ dedim. ‘İmarı bir kadın başkan yardımcısı’ yapamaz dedi. Yapar. İmara bakan başkan yardımcımız bir kadındı ve çok da güzel yapıyordu. Bütün bunlar toplumda bir nevi altüst olmuştu. Fakat tabii mesela belediyeye geldiklerinde özel kaleme geldiklerinde, önce erkeğin odasına girip orada işi halledilmeyince benim yanıma geliyorlardı. O hayır derse ya da orada bir sonuç alınmazsa bana geliyorlardı. Biz bunları da gördük. Çünkü toplum her yolu deniyor, kendi işi olsun istiyor ve kapitalist sistem böyle kodlamış toplumu. Toplum için devlet soyut bir şey. Parlamentoya gidip devleti nerede bulacak? Ya da cumhurbaşkanının kapısına mı gidecek? Başbakanın kapısına mı gidecek? Devlet dediğimiz şey yine belediye kapısı. Oraya gidiyor. O zaman da iktidar bu belediye üzerinde bir vesayet kuruyor. Toplumda eskiden şöyle bir cümle vardı: İktidar partisine oy ver sana hizmet gelsin. Bunun ne kadar yanlış bir anlayış olduğunu gördük. İktidar partisine oy ver çünkü iktidar kendisine kodluyor ve eğer benim belediyem olursa daha çok hizmet veririm diyor. Biz belediyelerimizle bu algıyı yıktık. Kendi belediyelerimizle, Kürt belediyeciliği ile, 3 kadınla başlayan bu hikayemiz 20 yılı aşkın hikayemiz hem çok derin hem çok acıklı hem çok zor hem de gerçekten güçlüdür. Siz nereye giderseniz gidin, bizim belediyemiz kadar topluma saf, arı, tertemiz hizmet eden bir belediyecilik daha göremezsiniz. Biz demokratik bir anlayışla yapıyoruz. Tabiri caizse sistemin kendi içinde rüşvetçilik, para yeme, dolandırma böyle şeyler bizim belediyelerimizde olmaz. Belediyecilik nasıl bir şey? Bir havuz var. O havuza biriken küçük gelirler, vergilerle siz topluma nasıl hizmet ederseniz, o topluma hangi hizmeti edeceğiniz önemli. Mesele bu. Orada toplanan şeyleri, topluma nasıl götüreceğiniz önemli. Götürüyor musunuz götürmüyor musunuz, bu önemli.
Türkiye'nin ilk Kadın Belediye Başkanlarından Latife Bekir’e ‘Belediyeye yönetmek nasıl bir şey?’ diye sormuşlar. Bekir, ‘Belediye, mutfağı idare etmek gibidir’ diyor. Çünkü siz pazara gittiğinizde ne alacağınızı bilirsiniz. Bir kadın bilir. Ama erkekler genelde 10 kilo onu, 5 kilo bunu ver der. Kadınlar bu düzenlemeyi, planlamayı en iyi yapanlardır çünkü aynı zamanda duygusal zekaya sahiptirler. Komşusu açken kendisi tok uyumaz. Kadın toplumsal bir varlıktır. Dolayısıyla bu toplumun kodlarını yıkmak o kadar kolay olmadı ama bir kadın belediye başkanı var burada ve bu işi yapıyor, iyi de yapıyoru gördüler. Evet derse yapıyor, hayır derse olmayacak demektir. Burada buna alıştılar. Aslında bizden sonra yeni gelecek arkadaşlar bu sistemi güçlü bir şekilde oturtabilirler, devam ettirebilirler. Çünkü dediğim gibi siyasal olarak da bizim için çok olağanüstü bir koşuldu. Olağanüstü zamanlardı. Çok kolay olmadı ama bizim burada yaptığımız çok da güçlü, toplumu güçlendiren, moral bulmasını, motive olmasını sağlayan birçok da iş gerçekleştirdik.
Kayyımlardan sonra mahkemelerde bizi yargılayan savcılar, hakimler, hiçbir zaman belediyecilikle ilgili bir hizmet sorusu sormadılar. Niye bunu yanlış yaptınız ya da niye eksik yaptınız demediler. Bizi teftiş eden müfettiş kâğıt üzerindeki yazılara itibar etmeyip aynı zamanda parkta gidip oyun gruplarımızı bile saymıştı. Belediye personeli çalışıyor mu çalışmıyor mu. Hepsini tek tek sorguya çağırarak, nerede oturuyorlar, çalışıyor mu, hangi birimde, işe geliyor mu gelmiyor mu, bu kadar detaylı denetimden geçtik ve bize en ufak bir soru sorulmadı. Çünkü biz işimizi gerçekten iyi yapıyoruz. Eksiklerimiz var, bu hiçbir zaman ideal değil ama biz bu paradigmanın hayata geçmesi için mücadele ettik, elimizden geleni yaptık. İlkti, toplumda buna alışkın değildi. Ama şu anda toplum da buna alışık. En azından üzerinden bir zaman geçti bir deneyim bir tecrübe oldu ve toplum bunu gördü. Bundan sonra seçilecek olan arkadaşlar bunu daha güçlü bir şekilde, paradigma ile birlikte güçlendirmeli ve yerleştirmeli. Bunun için çaba göstermeleri gerekiyor. Çünkü biz mahalle meclislerini, kadın meclislerini kurmak zorundayız. Bu meclislerle geldiği için de tam demokrasinin kendisi bu. Sistem bundan rahatsız. Bu onlar için bir rahatsızlıktı çünkü bütün toplumu olumlu etkileyen bir durumdu. Bundan dolayı da kayyumla gasp edildi belediyelerimiz. Bu gasp tabi hem kadının hem bütün toplumun iradesini gasp etmekti, seçme ve seçilme hakkını reddetmekti. Bu demokrasi falan değil. İşte totaliter rejimler böyle şeylerdir. Bu böyle küçük küçük, lokal lokal merkezi hükümeti inşa eden bir ideoloji oluyor. O da Ulus Devlet ideolojisidir. Tekçilik. Tek bayrak, tek vatan, her şey tek. Oysa yerel yönetimler öyle değil. “Jin, jiyan, azadi” felsefesi ve Demokratik, Ekolojik ve Kadın Özgürlükçü Paradigma’nın Batı’daki ilk temsiliyeti Akdeniz Belediyesi oldu. Bu kapsamda saldırılar da kadın iradesine, kadın felsefesine ve kadının mücadelesine yönelikti. Bu kapsamda, Jin, jiyan, azadî felsefesi belediyecilik için neden önemli?
Jin, jiyan, azadi, evrenselleşen bir slogan haline geldi. Bu hakikaten çok sevindirici bir şey. Bu bir felsefe. Jin, jiyan, azadi’yi sadece kulağa hoş gelen bir slogan olarak görmemek lazım. Bunun bir felsefesi var içi dolu bir felsefe ve bu felsefenin içi aslında yerellerde dolduruluyor. Dolayısıyla bu felsefenin devamcısı olan bu yerellerdir. Hakikat buradadır, yerel hakikattir. Mesela biz siyaset yaparken merkezi siyaset yapıyoruz. Kendi yerel siyasetimizi yapmıyoruz. Eğer yerellerimizin siyasetini yaparsak, felsefesinin içini de doldurmuş oluruz. Kadının hakikati yereldedir. Kadın nerede şiddet görüyor, o mahallede, o sokağın içinde, o hanenin içinde. Erkekler nerede katlediyor, mahallede katlediyor. Orada hızlıca müdahale etmek, hızlıca kadının yaşam hakkını güvenceye almak Jin, jiyan, azadî’nin kendisidir. Kadın nerede yoksulluk, çekiyor nerede devlet şiddetine uğruyor? Devlet şiddeti de kadınlar için çok büyük bir şiddet biçimi değil mi? Hem cinsel bir şiddet var hem ulusal bir şiddet var, kimliğinden, inancından dolayı ayrımcılığa uğrayan kadınlar var. Bunlara nerelerde müdahale edilir, yerellerde. Akdeniz'de, Mersin'de. Jin, jiyan, azadî bu felsefesinin kendisidir.
Jin, Jiyan, Azadî’yi kent ekolojisi ve yaşam çizgisinde nasıl değerlendirirsiniz?
Bu kent ekolojik olarak kimliksizleştirilmiş bir kent. O kadar çok tarif edilmiş ki. Mersin ne bir sanayi kenti ne bir tarım kenti ne de turizm kenti. Her şeyden birazcık var ve bir şahsiyeti yok. Burada uzun zaman, eşbaşkanlık dönemimizde termik santralle mücadele ettik ve ona da karşı davalar açtık. Ben şahsi dava açtım. Ekoloji, doğanın tahribatı, tarımın yok edilişi.. Burada bir liman var. Bu limanın hiçbir gelirinin bölge halkına gelmiyor olması. Bütün bunlar sıkıntılı şeyler ve bütün bunlar için de mücadele ettik. Yani doğanın tahribatı burada çok üst düzeyde gerçekten.
Yaşamın kendisi kutsal diyoruz. Bu kutsallığa ne atfediyoruz. Yaşamın kendisi kadın çünkü. Bütün bu saydığımız değerler aslında jin, jiyan, azadi felsefesinin yerleştirilmiş halidir. Siz orada güçlü mücadele ederseniz, çok güçlü bir yerel sistem oturtabilirsiniz. Toplumumuzun da alıştığı yerel bir sistem var. 5 bin yıldır var olan erkek egemen bir sistem böyle bir belediyeciliği, böyle bir merkezi. Hükümet erkek olacak, kadınlar olmayacak bu siyasetin içinde. Biz bunu hem Türkiye'de hem dünyada altüst eden bir çalışma içine girdik. Eşbaşkanlık böyle bir şey. Dünyada da bunun örneği yok. Dolayısıyla iddialı bir çalışma, iddialı bir mücadele. Çok kolay değil ama imkânsız da değil.