Şehriban Aslan
DAİŞ’in 15 Eylül 2014’te saldırısının ardından 134 gün süren direnişle Kobanê, 26 Ocak 2015 tarihinde özgürleştirildi. Kürt halkının ve kadınların günlerce sokaklara aktığı, sınırlara akın ettiği 2014-2015 sürecinde, yüzlerce kişi sınırları geçerek Kobanê direnişine katıldı. Bu tarihi anları gazeteciler de kamera ve fotoğraf makinalarıyla kayda alarak, direnişi ölümsüzleştirdiler. Gazeteci Şehriban Aslan ile Gazeteci Nurcan Yalçın, tanıklıklarını ve yaşadıklarını anlattı
Kobanê direnişinin başladığı 2014 yılında JINHA muhabiri olan Şehriban Aslan, haber takibi yapmak için gittiği Bilecik sınırında askerler tarafından atılan ve başına isabet eden sert bir cisim nedeniyle yaklaşık 10 gün yoğun bakımda kaldı. Şehriban Aslan’a yaşadıklarını sorduk…
Kobanê direnişinin tanıklığını bir gazeteci olarak anlatır mısınız?
Kobanê direnişi başladığında ben de elbette bir gazeteci olarak orada olmak istiyordum. Savaş muhabirliği deneyimimin olmaması nedeniyle o dönem haber müdürlerim ve editörlerim gitmemden yana değillerdi. Kobanê’ye geçmek zaten zordu ama sınırdan haber takip etmek de önemli bir işti. Çünkü savaş ve direniş sadece Kobanê’nin içinde değildi, bölge kentlerine de sirayet etmişti. Özellikle sınırların bulunduğu kentlerde daha yoğun bir hareketlilik söz konusuydu. Ben de gazeteci olarak sınır hattından bu sürece tanıklık etmek ve bu direnişi kayda almak isteyen onlarca gazeteciden biriydim. Daha sonra yoğunluktan dolayı sınıra gönderildim. Bilecik sınırına gittik birkaç meslektaşımla ve aslında durumu bilsek de yine de hem bir heyecan hem de bir bilinmezlik söz konusuydu. Sınıra geldiğimde de binlerce kişinin sloganları kulaklarımı çınlatmaya başlatmıştı. Gerçekten bir gazeteci için tarihi bir tanıklıktır Kobanê. Halk günlerce sınırda bekliyordu ve sınırın öbür tarafına geçmek için uğraşıyordu.
Sınırın bu tarafından yani askerler tarafından da halka saldırılar oluyordu. Bir yanda sınırın diğer tarafında yoğun çatışma sesleri geliyordu, Kobanê’de sıcak bir çatışma yaşanıyordu. Bazen bu sesler çok yoğunlaşıyordu ve sınırın bu tarafında da hareketlilik oluyordu, halk olan biteni uzaktan seyretmeye dayanamıyordu. Halk sınırdan hiç ayrılmıyordu. Özellikle kadınların ve gençlerin katılımı yoğundu. Onlarca kadın ve genç gün içinde sınırı aşarak Kobanê tarafına geçiyordu. Halkın kendi topraklarını bu kadar sahiplenmesi ve bunun için sınırları aşması çok önemli bir şeydi. Tüm dünya da bunu hayretle izliyordu. Yabancı gazeteciler bizi arayıp bilgi almak istediğinde aktardıklarımız, anlattıklarımız karşısında şaşırıyorlardı ve gelip yakından görmek istediklerini söylüyorlardı.
Kobanê direnişinde sınırda haber takip ettiğiniz sırada yaralanmıştınız. Neler yaşadınız, sizin için nasıl bir süreçti?
Evet, maalesef öyle vahim bir durum yaşadım. O nedenle sınırdaki tanıklığım çok uzun sürmedi. Sınıra gidişimin üçüncü günü sabah saatlerinde yine askerler halka saldırdı. Biz de o anları kayda almaya çalışırken, bulunduğumuz noktaya askerler tarafından sert bir cisim atıldı ve başıma isabet etti. Zaten daha sonrasını hatırlamıyorum. Gözlerimi açtığımda bir hastane odasındaydım ve aradan 1 haftadan uzun bir süre geçmişti. Başımda doktorlar, hemşireler gidip geliyordu. Tabi şu an hala o tanıklığın kısa sürmüş olmasının hüznü de var ama başıma aldığım o darbenin izlerini da hala taşıyorum. Aylarca çalışamadım ve toparlanmam çok uzun sürdü. Aradan 10 yıl geçti ama bıraktığı kalıcı hasar nedeniyle hala tedavi görüyorum. Bazen konusu açılınca arkadaşlar bana ‘Kobanê gazisi’ diyorlar. Aslında evet, bir nevi Kobanê gazisi olmuş oldum. Keşke bunları yaşamasaydım ve halkın direnişine daha fazla tanık olsaydım. Yıllar geçti ama hala tüm dünya Kobanê’ye konuşuyor. 50 yıl sonra bile bu direniş ve kazanım konuşulmaya devam edecek.
Nurcan Yalçın
Nurcan Yalçın da 2014’te JINHA’da muhabir olan gazetecilerden biriydi.
Sizin tanıklığınız nasıl başladı, o süreç için basının çok önemli bir rolü vardı. Bu rolün önemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
19 Temmuz 2012’de gerçekleşen Rojava devriminin üzerinden iki yıl geçmişti. Barbar DAİŞ çeteleri 15 Eylül 2014 tarihinde Kobanê kentine saldırdığında ben de JINHA’da çalışıyordum. Gazetecilikte daha önce savaş tecrübem yoktu. Buna rağmen sınır hattında haber takibi yapmak için büyük bir heyecanla kendimi önermiştim. Belki başta savaşın bu denli ilerleyeceğini bilmiyor veya düşünemiyordum. Evet, aslında daha önce DAİŞ çetelerinin nasıl barbar olduğunu Şengal katliamından biliyordum. Tüm dünyanın gözü önünde binlerce Êzidî katliamdan geçirilmiş ve binlerce kadın esir alınıp köle pazarlarında satılmıştı. Bu da Kürt halkında büyük bir etki yaratmıştı.
Eylül ayında sınır hattında başlayan nöbet eylemlerini takip etmeye gittiğimde bu öfkenin ne kadar büyük olduğunu görmüş ve şaşkına dönmüştüm. Binlerce Kürt genci, kadınları, anaları, 7’den 70’e Bakur halkı sınır hattına akın etmeye başlamıştı. Biz gazetecilerde günlerce sınır hattında nöbet eylemlerini sürdüren halkı takip edip sınırın diğer tarafındaki çatışmaların giderek şiddetlendiğine tanıklık ediyorduk. Çatışmaların Kobanê kent merkezine yaklaştığı haberleri gelmeye başladığında, yüzlerce kişi Eylül ayının o dayanılmaz sıcaklığı ve çölün tozları içinde kendilerini sınırın tellerine vurup Kobanê’ye geçtiler. Yüzlerce insan Kobanê’ye giderek savaş tecrübesi olmamasına rağmen gönüllü olarak savaştı ve biz de buna canlı tanık olduk.
Lozan antlaşmasıyla yüzyıl önce Kürdistan’ı dört parçaya ayırıp, örülen tel örgülerin anlamsızlığı bir kez daha gözle görüldü o an. Yüz yıl da geçse o tellerin bu halkın kan bağını zerre kadar zayıflatmadığını tüm dünya görmüştü. O günden sonra sadece Bakur halkı değil tüm dünya Kobanê için ayaklanmış ve gönüllü savaşmak için Kobanê’ye akın etmişti. Çok sayıda devletin destek verdiği barbar DAİŞ çeteleri en gelişmiş tekniğiyle Kobanê’ye saldırdığında Rojava halkı buna karşı büyük bir irade savaşı veriyordu. Bakur halkı da sınır hattında aylarca Türk devletinin bütün baskılarına rağmen büyük bir direnişle irade savaşına destek veriyordu. Halk her sabah Suruç’un Mahser köyünde insan zinciriyle yüzlerini yoğun çatışmaların yaşandığı Kobanê’ye dönüp YPJ ve YPG’nin direnişini selamlıyordu. Annelerin sınır hattından zılgıtlarla destek verdiği, gençlerin Bakur ve Türkiye kentlerinde eylemleriyle sahip çıktığı Kobanê 26 Ocak 2015 tarihinde özgürleştirildi. Kobanê direnişi tarihin en görkemli direnişiydi ve aynı zamanda bir irade savaşıydı. Dünya tarihinde benzeri olmayan bir halkın etten duvar ördüğü öz iradesiyle özgürleştirdiği bir kent olmuştu Kobanê…
Kobanê için Amed ve diğer illerde de yoğun bir tepki söz konusuydu. 7-8 Ekim olaylarını da sahada takip eden gazetecilerden birisiniz. Amed sokaklarında yaşananları nasıl gördünüz?
Gazeteciler büyük bir emekle aylarca Kobanê sınır hattında haber takibi yaptı. Ben de uzun bir süre sınır hattında nöbet tutan kadınların sesi oldum ve direnişini yazdım. Orada nöbet tutan her bir kadının ayrı bir hikayesi vardı. Kobanê’den gelen kadınların hikayelerini yazıyor, acılarını dinliyor ve bekleyişlerine tanıklık ediyordum. Kobanê direnişine katılan 70 yaşındaki Apê Nemir lakabıyla bilinen Xelil Osman ve Binevşa Piçuk gibi birçok Kobanêli ile tanışıp hikayelerini yazdım. O süreç gazetecilik anlamında birçok anlamda tecrübe oldu. Gazeteciğin ne kadar kutsal olduğunu o zaman anladım. Basın büyük bir kamuoyu oluşturmuş ve Kobanê’nin adını ve direnişini tüm dünyaya duyurmuştu. Yapılan her haber dünya kamuoyunda yerini buluyordu. Bundan dolayı o dönem Türkiye hükümeti dünyanın gözü önünde yaşanan Kürt halkının bu direnişine tahammül edemiyordu.
7 Ekim 2014 günü, AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan Gaziantep’te yaptığı konuşmada “Kobani düştü, düşüyor” demişti. Erdoğan’ın bu sözleri büyük tepki toplamıştı. Erdoğan’ın bu sözleri Bakur’da 6 Ekim günü başlayan halk ayaklanmasını daha da büyüttü. Olayların başladığı gün ben de Amed’de haber takibi yapıyordum. Amed halkı gece saat 12 civarında adeta sel gibi sokaklara aktı. Herkeste büyük bir öfke vardı. Çünkü Kobanê düşerse Kürt halkı açısından büyük bir kayıp olacaktı. Kürt halkı bu bilinçle Kobanê için bir an bile durmadı ve buradan oraya güç verdi. Amed sokakları savaş alanına dönmüştü. 3 gün süren yoğun çatışmaların ardından çatışmalar duruldu. Onlarca kişi yaşamını yitirdi o çatışmalarda. Sadece polis değil, Hizbullah da sokaklarda Kürt halkına, gençlerine saldırıyordu ve Kürt halkı aslında burada hem polise hem de Hizbullah’a karşı direniyordu. Bunlara tanık olmak ve tarih için notlar bırakmış olmak bizim için çok kıymetli.