Sinn Féin Avrupa temsilcisi Martina Anderson ile eski bir siyasi tutsak olarak yaşadığı deneyimleri ve katıldığı “sessizlik zinciri: Kadın siyasi mahpuslar etrafındaki duvarları yıkmak” konferansı hakkında konuştuk
Kısaca kendinizi tanıtabilir misiniz?
Adım Martina Anderson. Hâlihazırda Sinn Féin[1] Avrupa temsilcisiyim. Eski bir siyasi tutsağım. Hapishanedeki 14. yılımda, barış anlaşmamız olan Hayırlı Cuma Anlaşması[2] kapsamında salıverildim. Hemen ardından Kuzey İrlanda Meclis üyesi oldum ve devlet bakanı olarak atandım. Avrupa Parlamentosu’nda (AP) yedi buçuk yıl görev aldım. Sonra Brexit yaşandı ve Britanya’yla birlikte AB’den çıkmak durumunda kaldık.
Öncelikle konuşmanızı dinlediğimde çok etkilendim. Kürt kadınlarının mücadelesiyle de benzerlikler taşıyordu. İrlanda’da zor bir süreçten geçmiş, erkek zihniyetinin cinsiyetçi tutumlarına maruz kalmışsınız. O süreçlerden kısaca söz edip gücünüzü neyden ve nereden aldığınızı bizimle paylaşabilir misiniz?
Tutuklandığımda, bir kadın cezaevine konacağımı düşünmüştüm ama yoldaşımla birlikte bir erkek cezaevine gönderildim. 600 erkek ve sadece 2 kadın vardı. Tam on üç ay boyunca bizim direncimizi kırmak için sistemli bir çaba sarf ettiler. Sürekli çıplak arama yapıyorlardı. Yüksek güvenlikli cezaevinde kalan erkek mahpuslardan bile daha fazla çıplak arama yapıldı bize. Ella[3] ve ben her gün çıplak aramaya, elle tam vücut aramasına maruz kalıyorduk. Üstelik erkek mahpuslar, adi suçlular ağza alınmaz terbiyesizlikler yapıyorlardı. Her gün avluda penceremizin önünde soyunup mastürbasyon yapmaları, bize sözlü cinsel tacizde bulunup her türlü küfrü etmelerini dinlemek korkunç rahatsız ediciydi. Bu cinsel istismar tam on üç ay sürdü. Sonra Londra Old Bailey ağır ceza mahkemesi tarafından ömür boyu hapis cezasına çarptırıldım. Bu cezadan sonra artık bir kadın cezaevine gönderileceğimi düşünüyordum ama yine bir erkek cezaevinin kadın kanadına yerleştirildim. Bu cezaevinde bin erkek ve 40 kadın vardı. Bu cezaevindeki kadınların hepsi de adi suçlu idi. Sadece Ella ve ben siyasi mahpustuk. Buradaki kadınların akıl hastanesinde ciddi anlamda ilgi ve bakım görmeye ihtiyaçları vardı. Kendilerini kesiyorlar, kendi üzerlerinde sigara söndürüyorlardı. Bin bir çeşit psikolojik travma ve zihinsel problemden muzdariplerdi.
Bir de kendilerini tanrının yerine koyan jinekologlar vardı. Hapishanede olduğumuzdan dolayı hiçbirimizin anneliğe layık olmadığımızı düşünüyorlardı. Bu yüzden çeşitli sebeplerle kadınları hapisten çıkarıp birer birer histerektomi operasyonuna sokuyorlardı. Bu kadınların çoğunun dışarıda kendilerine destek olacak kimseleri yoktu. Hapishanedeki tek sesleri de bizdik. Hapishaneye ilk girdiğimizde, IRA yandaşı olduğumuzdan dolayı bizi de sevmiyorlardı çünkü onlar “İngiltere”liydi ve IRA’yı sevmiyorlardı. Ama gitgide bize bağlandılar çünkü iyileştirmek için mücadele ettiğimiz her kötü hapishane koşulu, onların yaşamlarını da iyileştiriyordu. Bu yüzden onların tek sesi, tek dayanağı olduğumuzu anlamaya başladılar. Gitgide bizi daha çok sevdiler ve onlar adına konuşmamız için bize daha fazla bel bağladılar. Benim jinekolog deneyimimse şöyle gerçekleşti. Çok korkunç regl ağrıları çekerdim. Öyle ağrım olurdu ki bayılıp yere yığılırdım. Geceleri hücremde bana ağrı kesici vermezlerdi. Jinekolog, rahmimde polipler olduğunu söyledi. Onları aldırmam gerekiyormuş. Histerektomi yapmak istedi ama ben reddettim. Polis eşliğinde hastaneye gidip yine polisler tarafından ameliyathaneden yarı baygın halde nasıl sürüklenip çıkarıldığımı anlattım bugün. Ayrıca, hapishaneye geri döndüğümde yaşadıklarımı ve o gece ciddi bir kanama yaşayınca bana, “kazara” jinekoloğun rahmime zarar verdiğinin söylendiğini aktardım. Jinekoloğun elinden gelen tek şey bu “kaza”ydı çünkü histerektomiyi reddetmiştim. Ama beni görmezden geldiler, hastanedeki kötü muamele ve yanlış uygulamalarla ilgili endişelerimi, iddialarımı ciddiye almadılar. Bana, “Hayatın boyunca burada, hapishanede olacaksın. Senin zaten çocukların olmayacak” dediler.
Hapishanede iyileştirmek ve düzeltmek için mücadele vermemiz gereken o kadar çok şey vardı ki. Ve kimi koşulları iyileştirdik de. Kampanyalar düzenleyerek, mektuplar yazarak, dışarıda kamuoyu oluşturarak koşullarımızı iyileştirdik. Bizi durdurmaya çalıştılar, sansürlediler, yalnızlaştırdılar, tecrit ettiler ama asla yılmadık. Kampanyalar yürütmeye devam ettik. Nihayet üç hücreyi birleştirip iki hücre haline getirdiler ve hücrelere tuvalet koydular. Çünkü dışarıda, hapishane koşullarına dair büyük bir yaygara koparmıştık. Sonra ben nakledildim. Kocasıyla birlikte başka bir cezaevine nakledilen ilk mahpuslardan biriyim. Onunla hapishanede evlenmiştim. Bu apayrı bir hikâye tabii… Kocam Paul, ben, yoldaşım Ella ve bir arkadaşımız daha, IRA’nın ilk ateşkes ilanından altı hafta önce İrlanda’ya nakledildik. IRA’nın bu ilk ateşkesi, sonraki yıllarda imzalanan barış anlaşmasının önünü açacaktı. Bizse İrlanda’daki bir cezaevinde olmak istiyorduk çünkü ailelerimizin bizi ziyaret etmesi çok daha kolay olacaktı.
Sonra ben salıverildim. Hapishanedeki 14. yılımdı. Ardından kocam da salıverildi ve bir yıl içinde tüm siyasi mahpuslar serbest bırakıldı. Dışarı çıkınca ilk iş üniversiteye gitmeyi düşünüyordum. Zaten lisans ve yüksek lisans yapmıştım, şimdi üniversiteye geri dönüp doktora yapmak istiyordum. Ayrıca, deneyim kazanalım diye teşvik ediliyorduk, bu yüzden birkaçımız iş başvuruları da yaptık. Ama ilk iş başvurumun kabul edilmesi benim için tam bir sürpriz oldu. Yeni açılan Sinn Féin’in kuruluş çalışmalarına katkı sunmak üzere Stormont’a gidecektim. Stormont’ta siyasi bir parti olarak kendimizi yeni yeni kabul ettiriyorduk. Ben araştırmacı olarak çalışmaya başladım, sonra orta kademeli bir yönetici oldum. Sonrasında ALL IRELAND koordinatörlüğüne ve diğer topluluklar ve sendikalarla aracılık direktörlüğüne atandım. Ardından seçimlerde adaylığımı koymam istendi ama hayır dedim. Sonra tekrar istendi; yine hayır dedim. Ne zaman aday olmam istense hayır dedim. En sonunda merhum liderimiz Martin McGuinness gelip beni adaylığa ikna etti. Tereddüt içinde adaylığımı koydum ve meclisin Stormont üyesi oldum. İkinci kez seçildiğimde de McGuinness beni devlet bakanı olarak atadı. O zamanlar AP üyesi olmak gibi bir niyetim yoktu. Ama partimizin AP üyesi görevini bırakınca, benden onun yerine geçmem istendi. Sorumluluklarımdan dolayı Avrupa hakkında bir şeyler bildiğimi düşünüyorlardı, kaldı ki ben de öyle düşünüyordum. Ta ki Avrupa’ya gidip burayla ilgili hiçbir fikrimin olmadığını fark edene dek. İnanılmaz naif olduğumu görmüştüm çünkü içine girdiğim bu kurum hem etki alanı hem de büyüklüğü bakımından dev bir canavar gibiydi. Üstelik ülkemde yürüttüğüm politikayla karşılaştırdığımda buradaki politik dinamikler son derece farklıydı. İşte böylelikle, dimdik bir yokuşu tırmanırcasına zorlu bir öğrenme sürecine girdim ve 2014’te yeniden seçildim. Ve Kürdistan’da olan biten, mahpusların durumları kulağıma çalınmaya başladı. İnsan hakları ihlalleri hakkında konuşan az sayıda milletvekilinden biriydim. Bu yüzden Kürt örgütü, buradaki hapishanelerde mahpuslara neler yapıldığını anlatmak için benimle temas kurduğunda, AP’de Kürt mücadelesinin sesi haline gelmeye başladım. Dediğim gibi, buraya hapishanedeki Leyla Güven’i ve başka birkaç milletvekilini görmeye geldim. Strasburg’da AP’de Leyla Güven’in büyük bir resmini taşıdığım bir fotoğrafım var. Ona ve Abdullah Öcalan’a yaşatılanlara, Öcalan’ın tecridine dikkat çekmeye çalışıyorum.
Yedi buçuk yıl AP üyeliği yaptım ama sonra Brexit yaşandı. Filistin mücadelesiyle yakından ilgileniyordum. Nerede yaşanırsa yaşansın her tür insan hakları ihlalini gündeme getiriyordum. Ama Brexit gelince, İrlanda’da olan bitene daha fazla odaklanmam gerektiğine karar verdim. Filistinliler ve diğer insanlar, onlar adına yürüttüğüm mücadeleye ara vermememi istediler ama bizim kendi mücadelemiz de Brexit yüzünden ciddi bir baskı altına girmişti; daha sıkı ve sert bir sınır çizilecekti. Ve eğer toprak üzerinde de bir sınır çizilirse, bunun İrlanda’daki barışı ve tüm siyasi süreçleri, kazanımları yerle bir edeceğini biliyordum. Bu yüzden AP’de çok ciddi bir savaş verdim. Bir gece Strasburg’da tek başıma yaptığım bir konuşma viral oldu ve milyonlarca insanı harekete geçiren bir fitili yaktı. Çünkü Britanya başbakanı Theresa May’e, sınırını alıp bir tarafına sokmasını çünkü o sınırı İrlanda’ya sokamayacağını söyledim. Ve bu sözler viral olup milyonlara ulaştı. Bir anda herkes, neden İrlandalı bir milletvekilinin AP’de kalkıp da Britanya başbakanına karşı bu tür sözler sarf ettiğini anlamak istedi. Fransa’ya, İspanya’ya, Almanya’ya İrlanda barış sürecini, sınırın İrlanda adasında nelere yol açacağını, nasıl zararlar vereceğini açıklamaya başladık. Ve Avrupa olarak bir sorunla karşı karşıya olduklarını anladılar. Bunu ben yapmasam başkası yapar mıydı, kim bilir? Ben bu yaşananların, Avrupa’nın İrlanda barış sürecini dikkate almasında değerli bir katkı olduğuna inanıyorum.
Nihayetinde, Kuzey İrlanda’da yaşayan bizlerin tüm demokratik taleplerine rağmen AB’den çıkarıldık. Oysa AB’de kalma yönünde oy vermiştik. Halkın çoğunluğu AB’de kalmak için oy vermişti. Ben de AP’den çıkarıldım ve Sinn Féin’in başkanı benden uluslararası bir görev üstlenmemi istedi. Aslında ben bunu istememiştim, artık İrlanda’ya dönmek istiyordum ama Sinn Féin’in Avrupa temsilcisi oldum. Şimdi İspanya, Fransa, Portekiz, Almanya ve İtalya’daki ulusal parlamentolarla temaslar kurup İrlanda barış sürecinden, Hayırlı Cuma Anlaşması’ndan, İrlanda’nın birliğinden bahsediyorum ve İrlanda’nın taleplerinin artık onların da bir problemi olduğunu anlamalarını sağlamaya çalışıyorum.
Konferansta da dinlediğiniz gibi Kürt kadınlarının köklü mücadelesi uzun yıllardır sürüyor, Sakine Cansızlar, Gülten Kışanaklar… Bir bütün olarak Kürt Kadın Hareketi’nin mücadelesini nasıl görüyorsunuz? Uluslararası kadın dayanışmasının önemi hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Bence Kürt Kadın Hareketi geniş bir uluslararası izdüşüme sahip. Bunu bugün bu salondaki katılıma bakarak da görebilirsiniz. Bence strateji ve çalışma programı bağlamında İrlanda’da deneyimlediklerimizden anladık ki her mücadele farklı. Bir mücadeleyi alıp hiç değiştirmeden başka bir yere transfer edemezsiniz ama deneyim paylaşabilir ve birbirinizin yaşadıklarından dersler çıkarabilirsiniz. Biz Güney Afrikalılardan çok şey öğrendik mesela. Afrika Ulusal Kongresi’nin (ANC) barış müzakereleri ve barış sürecimiz boyunca bize çok faydası dokundu. Bence buradaki kadın hareketi bağlamında kilit öneme sahip olan şey mahpuslar ve aileleri. Örneğin Türk toplumunda, İran, Irak veya Suriye’de Kürt mücadelesini desteklemeyen insanlar olacaktır. Gelgelelim Kürdistan’ı, Kürtleri desteklemese de cezaevlerinde yakınları olan Kürt ailelerinin cezalandırılmaması gerektiğine inanan insan hakları eylemcileri de olacak. Dolayısıyla bence, Kürt hareketinin bir düşünüp tartması için paylaşabileceğimiz tek fikir bu. Gerçi hareketin bunu zaten yaptığından da eminim. Mesele, Kürtlerin siyasi mücadelesini desteklemese de uluslararası insan hakları hukukunu destekleyen kurumlara ulaşmak. Ve bence Kürt mahpuslarının kötü koşullarına bu şekilde dikkat çekilebilir. Bunun, mahpusların ailelerine de çok faydası dokunacaktır. Çünkü bizler, çoğumuz mahpus olduk ama biz bilinçli bir karar vererek bunları yaşadık. Kendi kişisel seçimlerimizi yaptık. Ama annem bu seçimi yapmadı, altı kız kardeşim yapmadı, üç erkek kardeşim yapmadı. Ama hapishane çilesini onlar da yaşadı çünkü beni ziyaret etmek, görmek için korkunç bir yol ve eziyet çekiyorlardı.
Dolayısıyla Kürt hareketinin diğer mücadelelerden, diğer mücadelelerin de Kürt hareketinden öğrenebileceği şeyler olduğuna inanıyorum. Bizim deneyimlerimizden de dersler çıkarılabilir çünkü bizzat ben de İngiltere’de hapisteydim; kendi ülkemize dönmek, evlerimize yakın cezaevlerinde kalmak için savaş verdik. İnsan hakları avukatları vardı, rahipler vardı, IRA’yı veya cumhuriyetçi mücadeleyi desteklemeyen bir sürü insan vardı. Ama insani bir temelde, ailelerin haklarını savunuyorlar, cezalandırılmalarını desteklemiyorlardı. Kürt mahpuslara ve Kürt halkına dair farkındalığı artırmak, onların yaşadıklarına dikkat çekmek için bu insanlara ulaşabilmemiz gerek. Bazen mücadeleniz hakkında siz kendiniz değil de başka insanlar konuşmaya başlarsa, belki sizin yaratabileceğinizden daha büyük bir etki yaratır. Ama tabi bence bu örgüt, içindeki insanlarla güçlü olan bir örgüt. Bu insanlar mücadelenin, uluslararası mücadelenin anlamını biliyorlar. Bence bir örgüt olarak onu güçlü tutan ve büyümesini sağlayan şey de bu. Ne var ki hiçbir örgüt her zaman her şeyi doğru yaptığını düşünmemeli. Çünkü hatalarımızdan ders çıkarmazsak gelişemez ve olduğumuz yerde sayarız.
Konferansı nasıl bulduğunuzu kısaca anlatır mısınız?
Bence her gün bir okul günüdür. Bu sabah buraya gelirken bilmediğim birçok yeni şey öğrendim bugün. Bir konferansın ne kadar kıymetli olduğunu da bu gösterir diye düşünüyorum. Bazen insanları bir araya getirip zaten bildikleri şeyleri onlara yeniden anlatma hatasına düşeriz. Ama insanlara, daha önce hiç anlamadıkları şeyleri anlayabilmeleri için yeni araçlar, yeni fikirler verdiniz. Mesela son oturumda anlatılanlar zihnimde hâlâ taze. Utanarak söylüyorum ama Filipinler’de neler olup bittiğinden ve Filipin halkından bihaberdim. Onları dinlerken çok şey öğrendim. Ya da ben Katalanları ve Katalan siyasi mahpusların durumlarını zaten biliyordum ama bence salondaki herkes Katalonya’da olan biteni bilmiyordu. Bence hepimizin ortak yanları var çünkü bugün kadınlar ve kadınların cinsel deneyimleri zemininde konuşmalar yapıldı. Şunu fark ettim ki nerede olursanız olun, ister İran’da, ister Irak’ta, ister Bask Bölgesi’nde, ister Filistin’de, ister Suriye’de, isterse de İrlanda’da bir hapishanede olun, eğer Kürt bir kadınsanız ya da sadece kadınsanız, en iğrenç ve utanç verici cinsiyetçi davranışlara ve cinsel istismara maruz kalıyorsunuz. Ve hepimiz de, bizim direncimizi kırmaya çalışan sistemlerle savaşıyoruz. Bu yüzden bence bugün bu salondaki dayanışma, ortak deneyimlerimizden ve birbirimizin yaşantılarından ders çıkarabilmemizden kaynaklanıyor. Bir konferansın her oturumunda masaya hep yeni şeylerin konduğunu hiç hissetmemiştim, o yüzden bu konferansın örgütleyicilerinin çok iyi bir iş başardıklarını düşünüyorum.
Son bir mesajınız var mı?
Bizim dilimizde bir söz var. Kürt kadınların da bu sözü öğrenmesini istiyorum: “Tiochfadh ár la.” Tercümesi de şu: “Bizim Günümüz de Gelecek.” Bu konferansa da uygun bir söz olduğunu düşünüyorum bunun. Bu yüzden bütün insanların bunu öğrenip söylemesini istiyorum: “Tiochfadh ár la!”
*Çeviri: Melis İnan