Her gün kendimizden biraz daha uzaklaşarak bedensel varoluşumuzla bağımızı yalnızca aynada yeni ihtiyaçlar belirleyip tüketmek üzerine kuruyoruz ve toplumsal hayatta belli bir ideale ulaşma gayesi günün sonunda tam anlamıyla bir endüstriye hizmet edilmesi sonucuna götürüyor
Çoğumuzun bu ara en çok muhatabı olduğu bir konu üzerine biraz soru sormak niyetindeyim. Konu güzellik meselesi. Daha doğrusu güzel olanın estetik, bakım, pürüzsüzleştirme ile olan bağı. Arttırıyorum: bu bağın tam da patriyarkanın beden politikaları ile ilişkisi üzerine.
Son zamanlarda o kadar çok hepimizin üzerine konuştuğu bir mesele oldu ki, okuduğumuz kitaplardan, yaptığımız tartışmalara, sanal medya içeriklerinden, sabah ilk aynaya baktığımızda kendimizle kurduğumuz zihinsel, duygusal ilişkiye kadar bu gündemin içindeyiz sanki. Göz altı morluklarımıza yaptığımız ışıltı dolgusu hasta gibi görünmemek için, beslenmemize getirdiğimiz ağır kısıtlamalar enerjik ve sağlıklı olmak için, botoks fresh ve canlı görüntümüz için, sporda edilecek karın kası görüntüsü güçlenmek için, çene dolgusu yüzümüzdeki orantısızlığa tanrısal bir müdahale imkânı sunduğu için, kaş dövmesi kaştaki dökülmeye engel olamadığımız “zorunluluğu” için…. Çoğaltabiliriz örnekleri, zira tam da kendimizden yola çıkarak sayıyorum tümünü… Adına estetik denilen bu uygulamaların neredeyse tamamının, tüm cinsiyetleri belli bir kalıpla nesneleştirip metalaştıran sistemden bağımsız düşünülmesi söz konusu bile olamaz. Her gün kendimizden biraz daha uzaklaşarak bedensel varoluşumuzla bağımızı yalnızca aynada yeni ihtiyaçlar belirleyip tüketmek üzerine kuruyoruz ve toplumsal hayatta belli bir ideale ulaşma gayesi günün sonunda tam anlamıyla bir endüstriye hizmet edilmesi sonucuna götürüyor.
Yaşamı beden aracılığıyla deneyimliyor olduğumuz gerçeği üzerine düşünürken bu bedenin evrensel bütünlük içinde böyle hizalanıp belli bir kalıba sokulmaya çalışması evrene, bütüne, bir olana ne kadar katkı sağlayacak diye de düşünmek mümkün. Bu imkân üzerine tartışırken ise karşımıza devamlı bazı sorular çıkıyor; güzellik nedir, estetik nedir, sanat nedir, estetiğin etikle, iyi olanla, toplumsalla olan bağı nedir, yaşamın beden aracılığıyla sanatsal bir şekilde kurulması mümkün mü, peki bu kurma hali hakikatin kurulması ile ne kadar ilişkili?
Bu tartışmalar yeni değil, yani etiğin estetikle olan ilişkisi hem etimolojik hem de tarihsel felsefi tartışmalarda fazlasıyla yer bulmuş bir konu. Ama estetiğin günümüz yaklaşımındaki güzellikle olan ilişkisi gerçek bir handikap. Hem kadın olarak beni hem de tüm toplumsallığı parça parça özgürlüklerden uzaklaştırdığını hissediyorum. Öyle ki bu yazıyı yazarken kimin nasıl istiyorsa bedenini o şekle sokabileceğine dair özgürlük imkânı, kadınların halihazırda her hücresine müdahale edildiği böylesi bir zamanda söz kurma ihtimalimi köşeye sıkıştırıyor. Ne zorlu çelişki! Yine de estetiğin güzel olanla bağını, “güzeli kurtarmak” için kendimize çokça soru sormamız gerektiği üzerinden birlikte tartışalım isterim.
Güzelin iyi ile olan bağı, bedenin evrenle olan bağlantısallığı ve evrenin bir olma hali içinde salt bedenin görüntüsü üzerine ifade edilen “güzel” kavramının zeminini kaydırıyor. O yüzden meseleyi belki de bu bağ üzerinden yeniden yeniden ele almakta fayda var.
Nitekim etik de estetik de felsefenin bir alanı olarak hem toplumsal ahlak ve siyaset hem de sanat bakımından tartışma konusu olmuş, oluyor. Ancak kapitalist modernite ile birlikte bilginin parçalanması, parçalı uzmanlık alanları oluşmasına ve bu kavramların, ilgili alanların gündemine sıkıştırılmasına neden olmuş. Bugün estetik en iyi anlamda sanatla, mevcut anlamda ise bedenleri metalaştırmanın bir biçimi olarak anlaşılmaya başlamış. Bu durum estetiğin etikle sıkı sıkıya bağını koparmış, yaratım ve değer üretmenin bir hali olmaktan uzaklaşması sonucunu doğurmuş.
Byung-Chul Han “Güzeli Kurtarmak” kitabında tam da buradan bahisle güzelin hakikatten, etikten ve gerçek olandan koparılmasını, güzel olmayan güzellik anlayışını aktarıyor.
Han, günümüzde güzelin pürüzsüzlükle anlaşıldığını ifade ediyor. Yanisi şu; güzel pürüzsüz, yarık olmayan, çatlak ve girintili olmayan, saydam, dokunma iştahını kabartan, gözü yormayan, yaralamayan, direnç göstermeyen, farklılık ve çeşitlilikten arındırılmış bir şekilde sunulur. Güzel -pürüzsüz- bu haliyle pornografiktir. Pozitif olma, tüketilir ve beğenilir olma ile ilgilidir. Kendimize baktığımızda hissettiğimiz şeyleri düşünelim: negatife tahammülümüz yoktur. Telefonlar, televizyonlar, sanat eserleri, sanal medya fotoğrafları ile kullanılan filtreler, tüm güzellik adı altında satılan botoks, dolgu, parlatma, yontma, cilalama ve bilimum cerrahi operasyonlar… nihayetinde pürüzsüz olma arzumuza dairdir. Hiçbir engebe içermesin isteriz. Mükemmellik sıfatını taşıyan, insanı alt üst etmeyen, beğenmeyi hak eden bir beden. Bakınız: günümüz beden algısı, bedeni pürüzsüz, çıkıntısız, bel, kalça, kaslı görüntü ile aynılaştıran “ideal forma” sokma uğruna çabalarımız… Ve tüm bu çabalar en nihayetinde tüketime, bakıp geçmeyi ifade eden like(beğen) formuna içkindir.
İşte burada durup kendimize hakikaten bakmamız, güzelliği tüketimin tahakkümünden kurtarıp derin düşünceyle bağını hatırlamamız, bu yapılanların gerçek güzellikle ilgisi olmadığını fark etmemiz gerekiyor sanki. Han da ekliyor; tüketim ve güzellik birbirini dışlar. Güzel, düşünsel duraklamaya davet eder. Arzu ve ilgiyi yok eder. Dolayısıyla sanat her şeyi tüketim ve spekülasyonun boyunduruğu altına sokan kapitalizmle uzlaşmaz.[i]
Haliyle estetiğin parçalanmış ve hakikatinden uzaklaştırılmış bu hali kabul edilemezdir. Bedenimi parçalayıp kendime yabancılaştıran bu sistem estetiği etikten, sanattan, yaratmaktan, güzel olandan koparır. Bedenimiz bu zorunluluklara sıkıştırılır. Zorunlulukların kalkmadığı bir toplumda güzelin politikası da mümkün değildir. Han’ın ifadesiyle; “Güzelin politikası, özgürlüğün politikasıdır.” Bize dayatılan estetik anlayışı düşünüldüğünde özgürlüğün politikası da ne ola ki diye düşünebiliriz. Ancak kadın mücadelesi etik deneyime yaratımın estetiği anlayışıyla yaklaşan deneyimlerle dolu.
Estetik etikle bütünlüklü ele alındığında Aristotales’in mutluluk etiğinde, kendine özgü iyi-güzel anlamına gelen kalokagathiasını hatırlatır. Güzelin politikası iyi ile tamamlanır. Yaratımın estetiği etik ve politik olanla ilişkilidir. Güzel olan, iyi olan ontolojiktir, hakikatle ilişkilidir ve bu bakımdan politiktir. Güzeli estetikte değil ontolojik olanda konumlandıran Heiddegger Aletia olarak sanattan bahseder. Sanatın, varlığın kendini tezahür etme biçimlerinden biri olduğunu düşünür. Varlık sanat aracılığıyla açıklığa kavuşur. Burada sanatı salt müzik, resim gibi güzel sanatlar bakımından değil, güzeli ve iyiliği eyleyenler olarak canlılığın kurduğu ilişkisellik içinde görebiliriz.
Yine Nietzche’de ifadesini bulan sanat, dünyada üretilen sanat değil, dünyanın kendisini sanatsal bir şekilde yaratma imkânıdır. Anlamından koparılmış tüm meta anlatıların yıkılması ve nihilizmde boğulmamak için de dünyayı ve toplumsallığı sanatsal olarak var etme imkânıdır. Kant; “Güzel, ahlaki iyinin sembolüdür” ve bize hakiki bir ahlak duygusu hatta bir özgürlük tecrübesi verir, der. Estetik olarak güzel olandan fazlasıdır ifade edilen. Kant’a göre güzel ve yüce evrensel bir ortaklık yaratır, bu da dünya yurttaşlığı deneyimine, ideal bir dünyada yaşamaya dair umut verir.
Bu tartışmalara bakınca güzelin filtrelenmiş cildimizle kendimize yabancılaştığımız, estetiğin güncel koşullarda pek de sanatla bağının kalmadığı halihazır durumumuz bir itirazı gerektirmiyor mu gerçekten? Bu itiraz estetiğin çarpıtılan anlamlarına yaşamsal ve pratik bir müdahaleyi gerektiriyor hatta. Bedenin estetik müdahaleye değil, beden aracılığıyla deneyimlediğimiz yaşamı, estetik olarak kurmaya ihtiyacı var.
İşte “Jineolojînin etik-estetik felsefesi, güzel-ahlaki olanın tanımından başlayıp yaratımına kadar dahil olmayı içerir. Güzel ve çirkin olanın, ahlaki ve ahlaki olmayanın gelişim-inşa süreçlerini hissetmeye, yaşamaya çalışır. Ki çirkinin nasıl güzelleştirileceğine, ahlaki olmayanın nasıl etik kılınacağına dair felsefe üretsin, değiştirip dönüştüren, özgürlük örgütlenmesine ve mücadelesine sürekli güç katan bir bilim olabilsin.”[ii] Jineolojî özgürlüğü yaratmanın etik estetik ilkelerini oluşturur. Bugün bu yolu kuranlar, kadınlar; benzeşen, aynılaşan, sistemin pürüzsüzlük anlayışı, like formu güzellikle ilgili ya da sanatsal olan değildir diyor.
Güzeli bugünün krizli anlamından kurtarmak en çok biz kadınlar açısından kritiktir diyor. Bozulmuş güzellik anlatılarının pürüzsüz yüzü olmaya itiraz edip etik ve estetik olanı kendi eylemselliğimizde var etmek, güzelin politikasını yapmak gibi bir iddiamız ve yaklaşımımız var diyor. İşin özü, kadın mücadelesi estetiği hakikatine kavuşturma imkânlarını kuruyor. Hem de tüm bu beden politikaları ve sinsi saldırılara rağmen…