Tüketimin kadınlaştırıldığı ve evin bir tüketim mekanı olarak ele alındığı kapital örgütlenmeye karşı evin yeniden üretim mekanı olarak ele alınması ve yaşamsal bağının yeniden kurulması, emeğin yaşamın her alanında anlam dünyasından kopartılan bağlamının yaşam lehine yeniden inşası ile mümkün olabilir
8 Mart 1857. New York’lu 40 bin kadın dokuma işçisinin “Eşit işe eşit ücret” talebi ile başlattıkları grevde, fabrikada “çıkan” yangın sonucu 129 kadın işçi hayatını kaybetti. 1910’da Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda Clara Zetkin ve Rosa Luxemburg hayatını kaybeden kadın işçiler anısına mart ayının bir gününün Dünya Kadınlar Günü olarak anılmasını önerdi. 1911’de Sosyalist Enternasyonalin çağrısı ile milyonlarca kadının bir araya geldiği mitinglerle kutlandı.
Kadın emeğinin ve mücadelesinin büyük bir mirası olarak bugün hala dünyanın her yerinde yaklaşık iki asırdır aynı talep ve mücadele yankılanıyor. Üstelik sadece kapitalizme karşı değil, erkek egemen sisteme karşı da.
Kapitalist sistem içerisinde emek tanımı, değeri maddi olarak ölçülebilir ve alınıp-satılabilir bir metaya dönüştürülmüş durumda. Erkek egemenliği üzerine inşa edilen bu olgu, kadın emeğini ise tamamen değersizleştirmiş, yok saymış, bu emeğe ihtiyacı olduğu durumlarda “değersiz” pozisyonunu koruyarak piyasaya eşitsiz koşullarda sürmüştür. Oysa emek, bugün yaşadığımız dünyayı baştan sona var eden en temel kavram. Kapitalist ekonomi literatüründe kapladığı yerden öteye bir mana yüklenmeyen emek kavramı, birlikte yaşamın örgütlendiği ilk zamanlardan beri kutsal görünen, saygı duyulan ve yaşamı inşa eden en temel ahlaki yaklaşımlardan biri olarak görülmüştür. Emek, toplumsal üretime ne kattığı, nasıl değiştirip dönüştürdüğü, hangi toplumsal ihtiyaca karşılık olduğuna dair bir süzgeçten geçirilip yaşama aktarılmıştır. Birlikte yaşayan bireylerin yaşam üzerinde emek doğrultusunda söz hakkına sahip olduğu, ilk birlikte yaşam deneyimi olarak Neolitik süreçlerde, emek toplumsal ihtiyaca karşılık gelecek bir kapsamda ele alınmış, kadınların kendileri gibi emekleri de değerli bir statüye ve saygıya layık görülmüştür. “Neolitik dönemin ortalarına doğru artı ürünün armağan yoluyla paylaşılmasıyla ilk ekonomik faaliyet, kadın etrafında şekillenmiş, ekonominin ilk temel özellikleri ana-kadın kültürünün izlerini taşımıştır. Pazarın gelişimi ve ardından pazarın değer belirlemede tek belirleyen alan olmasıyla birlikte ekonominin karakteri kadın kültüründen uzaklaşma eğilimine girmiştir. Kadının bu sürecin dışında tutulmasıyla birlikte ekonomi tek yanlı gelişmiş, kadın bedeni ve emeği üzerinde deneyimlenen sömürü sistemi daha sonra tüm topluma ve halklara uyarlanmıştır.”[1] Tarihsel süreç içerisinde armağan ekonomisinin yıkılması, emeğin maddi değer ile ölçülebilir bir hale getirilmesi sadece ekonominin tanımını değil bütün toplumsal formların değişmesine yol açmıştır. Oysa modern kapital örgütlenmenin hala giremediği kırsal alanlarda ekonomik faaliyetler hala yaşam ritüelleri ile şekillenmektedir. Geçmişten gelen emeğe yabancılaşmamanın toplumsal örgütlenişi, hasat zamanlarının birlikte ritüeller eşliğinde ve toplu yapılması, ekonomi faaliyetlerine inancın, doğanın döngüsünün dahil edilmesi gibi toplumsal ilişkileri ayakta tutan bir işleve dönüşmüştür. Emeğin birlikte üretimi, yaşamdan ve anlamdan kopmayan bir ekonomi anlayışı ortaya çıkarmıştır. Bugün ise emeğin ve ekonominin salt birer “karın doyurma işlevi” olarak ele alınması, her iki kavramın da içinin boşaltılması, yaşama anlamından koparılarak bir yabancılaşma açığa çıkarmış ve emeğe duyulan yabancılaşma, yaşama duyulan yabancılaşmayı da beraberinde getirmiştir. Tüm bu kapital örgütleniş kadın emeğinin gaspı, yok sayılması ve emeğin erkek iktidarına girmesi ile paralel ilerlemiştir.
Kadınların üretim ve emekten dışlanması evlere kapatılma, erkeğe itaat ve tahakküm kültürünün dayatılması ile paralellik göstermiştir. Ekonomik faaliyetlerin, ev dışı bir örgütlenme olarak ele alınması ve kâr piyasasının oluşturulması kadın emeğinin değersizleştirilip, emeğin manasının erkekleştirilmesi ile mümkün olmuştur. Bugün bir erkek işi olarak görülen ekonomi tarafından emeğin tanımı yapılmakta ve “emek piyasası” kavramı ile sadece pazara yani piyasaya giren emek, emek olarak görülmektedir. Oysa, yaşamı yaşam olarak var eden her türlü efor, düşünsel, zihinsel, fiziksel toplumsal aktivite emek ile şekillenmektedir. Kadınların ev içi emeğinin görünmezliği, ev dışı alandan düzenli ve sistematik olarak dışlanmaları her gün yeniden üretilen erkek egemen sistemin en sarsılmaz politik, ideolojik yaklaşımlarından biri olmuş durumda. Kadınlar bedeni, kimliği ve emeği yaşamı ören bir statüden ters yüz edilmiş bir şekilde tamamen yaşamdan dışlanmaya çalışılmış bir pozisyona itilmişlerdir. Zaman içerisinde emeğin kapitalistleştirilmesine rağmen ise kadınlar emekleri ile yaşamda var olmaya, yaşamı var etmeye devam etmişlerdir. Evin örgütlenmesi ve ev ekonomisinin çevrilmesi bugün her ne kadar erkek egemenliği tarafından “basit” işler kategorisinde değerlendirilse de yaşamlarımızı ayakta tutan ve yaşam döngüsünü her gün yeniden örgütleyen tam da bu emeğin varlığıdır.
Kadınların emek mücadelesi bin yıllardır devam etse de bugün en örgütlü halini yaşamaktadır. Kapitalist modernite her türlü emeği sistem içi bir forma sokmaya çalıştıkça, kadınlar emeği kapitalist modernitenin elinden kurtarma mücadelesini yaşamın her alanında vermektedir. Sistemin emek ve örgütlü ekonomi tanımına karşı bir yandan kadın emeğinin değeri ve başka bir ekonomi mümkünlüğü mücadelesi veriliyor. Emek mücadelesi veren sendikaların dahi kadın emeğini çoğu zaman görmezden gelen politikalarına karşı, bu mücadele sadece sistem içinde karşı değil, mücadele alanlarında da değiştirilip dönüştürülmeye çalışılıyor.
Emek kavramının mevcut anlamından sıyrılması ve kapitalizmden arındırılması için ekonomi anlayışımızın baştan bir tasavvura ihtiyacı var. Tüketimin kadınlaştırıldığı ve evin bir tüketim mekanı olarak ele alındığı kapital örgütlenmeye karşı evin yeniden üretim mekanı olarak ele alınması ve yaşamsal bağının yeniden kurulması, emeğin yaşamın her alanında anlam dünyasından kopartılan bağlamının yaşam lehine yeniden inşası ile mümkün olabilir. Bugün her şeyin endüstriyele tabii kılındığı, emeğin kölelik olarak piyasaya sürüldüğü, “el emeği” tabirinin deyim yerindeyse marjinal ve otantik bir kavrama indirgendiği emek anlayışının yerine, demokratik saiklerle örgütlenmiş, kadın emeğinin yaşam emeği olarak ele alındığı, ekolojik bir yaşamın mümkünlüğü içerisinde tartışabilmek önemli. Bireyin değil, toplumun birlikte ürettiği, üretimin ihtiyaç temelli hayata geçirildiği, yaşamın diğer faaliyetleri ile olan kozmik bağının yarılmadığı bir mümkünlük. Bugün dünyanın birçok noktasında emeği kapitalizmden kurtarmaya çalışan alternatif ekonomi modelleri hayata geçirilmeye çalışılıyor. Kapitalist dünyanın çeşitli yollarla içine sızarak yeniden kendi sistemine dahil etmeye çalıştığı bu ekonomi modellerinin uygulandığı alanlarda ekonomik faaliyetler demokrasinin tartışıldığı, erkek egemenliği ile mücadele edildiği, ekolojik yaşamı önüne koyan modeller olarak kendini örgütlemesi, ekonominin salt yalnız başına ele alınmadan örgütlenebilmesinin elzemini de gözler önüne seriyor. Bunun için öncelikle emeğin anlamının değişmesi, değişim değerine biçilen mananın patriyarkadan ve kapitalizmden kurtarılması önemli. Değersiz görülen kadın emeğinin, yaşam emeği olarak yeniden örgütlendiği, alternatif bir ekonomi modelinde ekonominin bin yıllar sonra yeniden kadın emeğini merkeze alarak inşa edilmesi ancak mevcuttan bir çıkış yolu olarak kendini var edebilir. Mevcut dünyamızda her türlü sömürü ilişkisinin emekle olan dip bağı, sömürü sistemi ile mücadelede de bunu önümüze koyuyor. Emeği özgürleştirmek, yaşamla yeniden buluşturmak, emeği kapitalizmden kurtarmak alternatif bir demokratik, komünal ekonomi modelinin hayata geçirilmesi ile mümkün.
[1] Elif Kaya, Jineolojî Dergisi, Demokratik, Komünal Ekonomi Deneyimi ve Kadın Emeği, 16. Sayı, s.14, 2020.