Kadıneki Yazı,

Yoksulluğun Kadınlaşması: AKP iktidarının “yoksul kadın portesi”


Ayşe Acar Başaran-28 Nis 2024

Kadınların istihdamdan uzaklaşması sadece yoksulluğu beraberinde getirmiyor. Bu yoksulluk nedeniyle kadınlar şiddet ortamlarına geri dönmek zorunda kalıyor ya da şiddet ortamlarından uzaklaşma şansını bulamıyor. Bu şekilde yoksulluk, her türlü şiddeti de beraberinde getiriyor. Kadınlar şiddet gördükleri ortamdan uzaklaşmak istediklerinde, herhangi bir sosyal güvenceleri olmadığı için yaşam mücadelesi daha da ağır hale geliyor

AKP, iktidara geldiği günden bu yana kadınları birey olarak görmeyen, erkek ve aile içerisinde tanımlayan (eş, kardeş veya anne), dört duvar arasına sıkıştırmaya çalışan, kadınların emeğini sömürürken istihdama katılmasını ve kendi ayaklarının üzerinde durmasını engelleyen, çalışma alanlarında da cinsiyetçi iş bölümünü savunan politikalar yürüttü. İlk belgelerine baktığınızda bile cinsiyetçi tutumlarını görmek mümkündür. AKP iktidarının ilk yıllarında kadınların verdiği büyük mücadele ve Avrupa Birliği’ne (AB) uyum süreci çerçevesinde İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanması, Kadın Bakanlığı’nın kurulması, 6284 sayılı kanun, 10. Kalkınma Planı’nda Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Bütçeleme’de farkındalık oluşturma maddesi gibi çok önemli kazanımlar elde edilmesine rağmen çok kısa bir süre sonra AKP iktidarı esas paradigmasına geri dönerek kadın kazanımlarının tümünü hedef aldı. Bu politikaların topluma yansıması şiddet, taciz, tecavüz ve emek sömürüsü olarak kendini gösteriyor.

Türkiye ve Kürdistan’da her gün en az bir kadın, erkek-devlet şiddeti sonucunda yaşamını yitiriyor. Erkek-devlet şiddeti sonucunda katledilen, tacize ya da tecavüze maruz bırakılan kadınlar için bir adalet mekanizmasının olduğunu söylemek de imkansız. Failler erkek egemen yargı tarafından iyi hal indirimi ya da infaz düzenlemeleriyle, cezasızlıkla ödüllendiriliyorlar. Kürdistan’da genç kadınlar İpek Er ya da Gülistan Doku örneklerinde olduğu gibi özel savaş politikalarının hedefi oluyorlar. 4+4+4 eğitim sistemiyle küçük yaştaki kız çocuklarının okuması engelleniyor.

AKP-MHP ittifakının 2015’ten bu yana yürüttüğü Kürt sorununu savaş, inkar ve imha yoluyla çözme politikaları ise toplumun sadece demokrasi, hak ve özgürlükler açısından değil, ekonomik açıdan da bir zayıflamasına sebep oluyor. Halk, savaş politikaları ile yoksul bırakılıyor. Meydan meydan gezip mermi fiyatından dem vuran, savaşı derinleştirme söylemleri kuran AKP-MHP ittifakı bir taraftan da yandaşlarına rant alanları açıyor. Kendileri lüks ve şatafat içinde yaşarken topluma “şükür” fetvasında bulunuyorlar.

Bugün doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine Türkiye ve Kürdistan’ın dört bir yanında kadınlar, gençler, işçiler, emekçiler ‘geçinemiyoruz, açız’ diyorlar. Bu ekonomik krizden de tabii ki en fazla kadınlar etkileniyor. Zaten toplumun en yoksulu olan kadınlar bu süreçte daha da yoksullaşıyor, yoksulluk kadınlaşıyor.

Bu tespit ışığında kadınların yaşadığı bu çoklu adaletsizliği gündemleştirmek ve özgürleşerek mücadelemizi büyütmek için 2021 yılında HDP Kadın Mclisi olarak ‘Kadınlar için Adalet’ kampanyasını başlattık. Bu kampanya sürecinde kadın ve adalet kavramının neredeyse hiç yan yana gelmediğini bir kez daha deneyimledik. Bugün Türkiye ve Kürdistan’da kadına yönelik şiddet öncelikli yakıcı bir gündemken, kadınlar yaşam haklarının ve özgürlüklerinin mücadelesini verirken; kadınların yoksulluk meselesinin neredeyse hiç konuşulmadığı bazı küçük araştırmalar haricinde bu konunun neredeyse görünmez kılındığı aşikar.


Bu kampanyayla, Kadın Meclisi üyelerimizle birlikte Türkiye ve Kürdistan’ın dört bir yanında kadınlarla buluştuk. Onlarca şehirde yüzlerce kadınla yüz yüze görüşerek binlerce km yol kat ettik. Bursa’dan Ağrı’ya, Malatya’dan Aydın’a, Konya’dan Iğdır’a... Kampanyaya başlarken bütün meslek gruplarından kadınlarla bir araya gelme perspektifiyle hareket ettik ancak çalışmamızla beraber bir hakikat kendini daha net bir biçimde göstermiş oldu: Kadınların çoğu merdiven altı fabrikalarda, tarlalarda ya da parça başı iş denilen yönetemle kendi evlerinde güvencesiz ve ucuz işgücü olarak çalışıyorlardı. Bu kadınların hepsinin ortak özelliği büyük bir emek sömürüsüne maruz kalmalarıydı.

Tarlada çalışan tarım işçilerinin büyük çoğunluğunu kadınlar ve hatta kız çocukları oluşturuyordu. Tarım işçileri için tarlalar, sadece çalışma mekanları değil, aynı zamanda yaşam alanlarıydı. Tarlalara yakın yerlerde kurulan çadırlarda kalıyor, ortak tuvalet ve banyo kullanıyorlardı. Burada bahsedilen banyo ve tuvaletlerden bahsederken, evlerimizdeki gibi düşünmemeniz gerekir; genellikle brandalarla çevrili alanlar, kadın ve erkeklerin ortak olarak kullandığı yerlerdi. Ortak kullanım alanları, kadınlar için taciz ve tecavüz tehlikesi anlamına geliyordu. Birçok yerde, kadınların üstü kapalı bir şekilde aktardıklarından bu tehlikeleri anlıyorduk. Görüştüğümüz kadınlara kaç saat çalıştıklarını sorduğumuzda, cevapları genellikle "24 saat" oluyordu. Kadınlar, yaz sıcağının altında saatlerce tarlada çalışıyor, ancak tarladaki işleri bitince gün onlar için bitmiyordu. Yaşam alanları olan çadırlara dönüyor, yemek yapıyor, çamaşır yıkıyor, temiz su temin ediyor, temizlik yapıyor ve çocuklara bakıyorlardı. Kadınlara çalışma sonrasında aldıkları ücretleri sorduğumuzda, birçoğu ne kadar para aldığını bilmiyordu; çünkü aldıkları para genellikle erkekler tarafından kontrol ediliyordu. Ayrıca, tarlada çalışan kadınların, erkeklerle aynı işi yapmalarına rağmen aynı ücreti almadıklarını da gördük. Kadınların çoğu, aldıkları ücretin günlük mutfak masraflarını bile karşılamadığını ifade ediyordu. Görüştüğümüz neredeyse hiçbir kadının kendi adına bir sigortası yoktu; ya eşi ya da babası üzerine sigortaları vardı, ya da hiç sigorta yoktu. Bu durum, kadınlar için yıllarca çalışsalar bile emekliliğin hayal olarak kalması demekti. Parça başı iş yapan kadınların durumu da farklı değildi; fabrikalarda asgari ücret ve sigorta ile yapılması gereken işler, kadınlara günlük ihtiyaçlarını bile karşılayamayacak ücretlerle yaptırılıyordu.

Özellikle Antep ve Adana'da şahit olduğumuz, ancak daha yaygın olan parça başı işlerde (kuru meyve ya da kuruyemiş ayıklama, tekstil işlerinin bir kısmı gibi) çalışan kadınlar, evlerinde yaptıkları bu işlerden ücret alıyorlar. Örneğin, tüm gün bir çuval fıstık ayıklayıp, bunun karşılığında ancak evin ekmek ihtiyacını karşılayacak kadar para kazanabiliyorlar. Sermaye sahipleri, asgari ücret ödeyip işçi sigortası yatırmak yerine bu işleri kadınlara yaptırıyor; kadınlar ise çocuklarının ve evlerinin küçük ihtiyaçlarını karşılamak için bu işleri yapıyorlar. İktidar ve erkekler açısından, kadınların evde hem bakım yükümlülüğünü sürdürmeleri hem de kadın emeğinin sömürülmesi için bir yöntem bulunmuş oluyor. Devletin, kadınları kendi ayakları üzerinde durabilecekleri bir istihdam politikasından ziyade, kadınlık rollerini pekiştiren bu yöntemi yaygınlaştırmayı istemesi oldukça olağan. Parça başı işlerde de tarım işçilerine benzer şekilde sigorta yapılmadığı için kadınların kendi adlarına sosyal güvenceleri bulunmuyor ve 70-80 yaşındaki kadınlar bile çalışmak zorunda kalıyor.

Kampanyamızdaki en önemli tespitlerden biri, çoklu kimliklerin birleşmesiyle ortaya çıkan ayrımcılığın kadınlara yansımasıydı. Hem Kürt hem de kadın olmak, son zamanlarda toplumda derinleşen milliyetçiliğin daha çok hedefi haline gelmek demek. Özellikle tarım işçileri, gittikleri yerlerde bir yandan emek sömürüsüne maruz kalırken, bir yandan da ırkçı saldırıların hedefi oluyorlar. Gitmeleri için çağrı yapıp çalışmaları istenirken, toplumsal yaşama katılmamaları yönünde baskılarla karşı karşıya kalıyorlar.

Bu süreçte, toplumda yok sayılan ve ayrımcılığa uğrayan bir diğer kesim Romanlar. Kampanyamız çerçevesinde Roman kadınlarla da bir araya geldik. Yaşadıkları yerlerde hizmet alamamanın yanı sıra, metropollerde bile tuvalet ve temiz su ihtiyaçlarının karşılanmaması gibi sorunlarla karşıya Romanlar. Birçoğu, başka bir alternatif sunulmadığı için müzik veya eğlence sektöründe çalışıyorlar.

Sokak müzisyenleri ve cafe/bar çalışanlarıyla yaptığımız görüşmelerde ifade edildiği gibi, eğlence sektöründe sözleşme yapılmıyor. Bunun sonucunda işverenler istedikleri zaman çalışanların işine son verebiliyor, ancak yaşadıkları zorluklar sadece işlerini kaybetmekle sınırlı değil. Kadınlar, bu alanlarda da her türlü tacize maruz kalıyorlar. Bu sektörde sigorta girişleri yok, alınan ücret hiçbir şeye yetmiyor. 70 yaşında, keman çalan Roman kadının "bu yaşta hala çalışmak zorundayım" sözlerinden durumun vehametini anlamak mümkün.

Kampanyamız kapsamında engelli ve engelli bakımı yapan kadınlarla da bir araya geldik. Devletin sağlamcı ideolojisi nedeniyle engelliler, toplumdan tamamen izole bir yaşama mahkum ediliyor. Toplumsal cinsiyet normları nedeniyle erkek engelliler kısmen toplumsal yaşama katılsa da kadın engelliler bu kadarına dahi erişemiyor. Hem aile içinde hem de dışarıda her türlü şiddete maruz kalıyorlar.

İktidarın evde bakım politikasıyla engelli ve yaşlı bakımı da kadınların sırtına yüklenmiş durumda. Görüştüğümüz birçok kadın, bakımını yaptıkları engellilerle beraber kendilerinin de toplumdan izole edildiğini ifade ediyorlardı. Sosyal devlet mantığıyla yapılan ödeme ne kadar engellinin bakım masrafı olarak ifade edilse de, bu yardımın yapılması için evde çalışanın olmaması şartı nedeniyle kadınlar istihdam alanlarından çekilmek zorunda kalıyorlar. Engelli çocuk doğumunun sorumluluğunun çoğu zaman kadınlara yüklenmesi nedeniyle, kadınlar çocuklarını tek başına büyütmek zorunda kalıyorlar veya ev içinde sürekli bir biçimde psikolojik ve hatta fiziki şiddete maruz kalıyorlar.

Kampanyamız boyunca yaptığımız en önemli tespitlerden biri, okul çağındaki kız çocukları ve üniversite öğrencilerinin durumuydu. Ücretsiz olduğu iddia edilen eğitimlerini tamamlayabilmek için genç kadınlar yaz aylarında tarlalarda, fabrikalarda veya parça başı işlerde çalışıyorlar. Çünkü öğrenciler, devlete bağlı indirimli yurt bulma konusunda ve günlük ihtiyaçlarını karşılamak konusunda zorlanıyorlar. Ekonomik zorluklar nedeniyle birçok genç kadının eğitimine ara vermek zorunda kaldığına şahit olduk. Açıktan okuma yönteminin bir taraftan çalışıp bir taraftan evde bakım yükümlülüğü de almak zorunda kalan kız çocukları ve genç kadınlar için çok yaygın olduğunu gözlemledik. Kadınlar açısından güvenceli istihdama katılım bu kadar zorken, 2016 darbe teşebbüsünden sonra binlerce kadının ihraç edilmesiyle istihdama katılım oranı daha da azalmış oldu.

Tüm bu zorluklar ortadayken, kadınların ekonomik krizle birlikte bu zorlu koşullarda çalışması bile imkansız hale geliyor. Çünkü ekonomik krizin derinleşmesiyle birlikte ilk gözden çıkarılan kadınlar oluyor. İktidarın yarattığı "kadınlar çalıştığı için işsizlik var" algısının yansımalarını her yerde görmek mümkün. Kadınların istihdamdan uzaklaşması sadece yoksulluğu beraberinde getirmiyor. Bu yoksulluk nedeniyle kadınlar şiddet ortamlarına geri dönmek zorunda kalıyor ya da şiddet ortamlarından uzaklaşma şansını bulamıyor. Bu şekilde yoksulluk, her türlü şiddeti de beraberinde getiriyor. Kadınlar şiddet gördükleri ortamdan uzaklaşmak istediklerinde, herhangi bir sosyal güvenceleri olmadığı için yaşam mücadelesi daha da ağır hale geliyor.

Her ne kadar kampanyamızın üzerinden 3 yıl geçse de süreç kadınlar açısından daha da ağırlaşarak güncelliğini koruyor. Çalışma yaptığımız süreçte Dolar 11 TL iken bugün 32’yi aşmış durumda, ekmek fiyatı 2,5 TL iken şu anda 15 TL, açlık sınırı 16 bin TL, yoksulluk sınırı %51 TL. Tabi ki ekonomik kriz sadece kadınları etkilemiyor; bütün toplum iktidarın yürüttüğü savaş, rant politikalarının sonuçlarını her gün, her an yakıcı bir biçimde yaşıyor. Ancak kadınlar için bu durumun daha da ağır olduğunu kabul ederek başlamak belki de çözümün ilk adımı olacak. Yoksulluk Konya, Urfa, Bursa, Ankara, Adana, Malatya, Adıyaman, Mersin tarlada çalışan kadınlardır; Adana ve Antep’te kapılarının önünde ya da depolarda parça başı iş yapan kadınlardır; İzmir ve Aydın’daki Roman kadınlardır; Ağrı’daki Koçer kadınlardır; İstanbul’da, Batman’da tekstilde çalışan kadınlardır.

Kadının yaşama bütün potansiyeliyle katılamadığı hiçbir yerde ilerleme yoktur, olamaz. Kadın özgürlükçü bir fikir, toplumsal cinsiyet normlarından arındırılmış bir yaşam bizleri ileriye taşıyacaktır. Bu anlamda kadınların eğitime, istihdama, yaşama katılması için her türlü koşul ve alternatif oluşturulmalıdır. AKP-MHP iktidarının kadın düşmanı politikalarına karşı kazanımlarımız en yüksek perdeden savunulmalıdır. “Jin, jiyan, azadî” felsefemizle dünyaya yayılan ortak ses, mücadelemizin bel kemiğidir. Yol uzun, yapacak çok şey var, güç ise fikrimizde ve kadın mücadelemizdedir.


Etiketler : Kadın Mücadelesi, İşçi kadınlar, Kadın yoksulluğu,


...

Ayşe Acar Başaran