Kadıneki Yazı,

Katledilişinin 26. yılında Konca Kuriş: İslam’da zaman kimin için akar?


Şehide Zehra Keleş-14 Tem 2024

Bu soruların ortak bir meydan okuması var: toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı reform. 20. Yüzyılda daha fazla tanıklık ettiğimiz sosyalist, feminist veya “görece” demokrat dindarların reform çabaları, dogmatist radikaller nezdinde yalnızca tahrifattan ibaret oldu. Tahrifat ise, bu gruplar için dine topyekun karşı olmaktan çok daha tehditkar bir eylem. Kısacası, Konca’nın soruları, bu soruları dindar bir kadın olarak sormakta ısrar etmesi sebebiyle çok daha tehlikeli hale geliyor: “Öncelikle Müslüman bir kadın olarak haklarımı istiyorum”. Çünkü bu ilkel teolojik düzeyde; Konca “aile”. Aynı soruları sorabilecek herhangi bir “seküler” feminist ise “ailenin dışında” ve belki de “cariye”. Dolayısıyla, “ümmet” içerisinde “aile” den gelen çatlak sesin yarattığı etki çok daha büyük oluyor

Bir kurum olarak dinde zaman, erkekler için ve erkeklerin dümeni çevirdiği yöne doğru akar. Nasıl ki tarihi yazmanın tekelini elinde bulunduran erkekler yalnızca kendi kahramanlıklarını, savaşlarını, zaferlerini ve dünyanın seyrini değiştirdiğini düşündükleri hezimetlerini yazdılarsa; geleneksel fıkıh da erkekler tarafından, erkeklerin deneyimlerini merkeze alarak, erkeklerin namını ve menfaatini sürdürmek üzere yazıldı. Bugün hala kadınların hayatlarının sınırlarını belirlemek üzere referans alınan fıkhi hükümlerin tamamı, en basit anlamıyla belirli bir metnin belirli bir cinsiyet tarafından yorumlanmasına dayanıyor. Kadınların hayatı; tarihin belirli bir kesitinde, belirli bir topluluğun başından geçenlere ilişkin aktarılmış rivayetlere kusurlu erkeklerin getirdiği yorumlar gerekçe gösterilerek sınırlandırılıyor. Kusurlu erkeklerin yorumlarına karşı çıkan kadınlar ise, “kusursuz” Tanrı ile savaştıkları gerekçesi ile radikal grupların hedefine oturtuluyor. Konca, hedefteydi. Konca’yı hedefe oturtan şey, kusurlu erkeklerin yorumladığı dini sorgulaması oldu.

Konca’nın bedeninin nasıl işkence gördüğü, nerede öldürüldüğü, hatta son sözlerinin ne olduğu üzerine pek çok detay medyada yer bulsa da; Konca’nın hedef alınmasının ardındaki feminist mücadele aynı ilgiyi görmüyor[1]. Bizim muradımız, Konca’nın dindar ve feminist bir kadın olarak kendisine kültürel olarak aktarılmış fakat inandığı Tanrı’nın sıfatları ile bir arada düşünemediği dini bilgi ile baş etme çabasının, dogmatistler tarafından nasıl/neden tehdit olarak algılandığını bugün yeniden görünür kılmak. O halde, Konca’nın 1990’lı yıllarda kamuoyuna açık bir şekilde tartışmak istediği sorulardan bazılarını tekrar hatırlayalım:

  1. Kadınlar regl dönemlerinde neden ibadetten alıkonuyor?
  2. Kur’an’da başörtüsü ifadesi yer alıyor mu?
  3. Çok eşlilik günümüz şartlarına uyuyor mu?
  4. Anadilde ibadet edilemez mi?
  5. Kadınlar mirastan neden eşit yararlanamaz?
  6. Kadının ekonomik özgürlüğünün önündeki dini engel nedir?

Bu soruların ortak bir meydan okuması var: toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı reform. 20. Yüzyılda daha fazla tanıklık ettiğimiz sosyalist, feminist veya “görece” demokrat dindarların reform çabaları, dogmatist radikaller nezdinde yalnızca tahrifattan ibaret oldu. Tahrifat ise, bu gruplar için dine topyekun karşı olmaktan çok daha tehditkar bir eylem. Kısacası, Konca’nın soruları, bu soruları dindar bir kadın olarak sormakta ısrar etmesi sebebiyle çok daha tehlikeli hale geliyor: “Öncelikle Müslüman bir kadın olarak haklarımı istiyorum”. Çünkü bu ilkel teolojik düzeyde; Konca “aile”. Aynı soruları sorabilecek herhangi bir “seküler” feminist ise “ailenin dışında” ve belki de “cariye”. Dolayısıyla, “ümmet” içerisinde “aile” den gelen çatlak sesin yarattığı etki çok daha büyük oluyor.

Tesadüf değil ki, pek çok farklı ülkede Müslüman dindar kadınların feministleşme hikayesi dini kaynakların yeniden yorumlanmasına dayanan “tefsir” hareketleri ile başlıyor. Kadınlar kendilerine erkekler tarafından yorumlanan bütün hükümleri bir kez de kendi akıl ve deneyimleri ışığında okuyarak işe başlıyor. Bu yeniden yorumlama-reform çabasının başarılı olması, erkeklerin bilgi üzerindeki iktidarının zayıflaması ve ataerkil kalkan haline gelmiş dinin artık kullanışlı bir baskı aracı olmaktan çıkması anlamına geliyor. Tam da bu nedenle, özellikle kadınları ilgilendiren hükümlerle/yorumlarla ilgili eleştirel düşüncenin önü büyük kurumsallaşmalar ile kapatılmış durumda. Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı ve devasa bir ahtapot gibi tüm yerellere sirayet etmiş erkek cemaatleri, bu epistemolojik şiddetin yeniden üreticileri olarak işlev görüyor. Tüm “İslam” ülkelerinde erkeklerden oluşan “ulema sınıfı”, mevcut rejimler tarafından korunup güçlendiriliyor. Konca ise asıl tahrifatın, bu epistemolojik şiddetin kendisi olduğunu korkusuzca haykırıyor. Tam da bu nedenle, Hizbullah’ın radarına giriyor.

“Bugünkü Kur’an meallerindeki hatalardan çok şikayetçi olup, bunları bir dini tahrif olarak görüyorum. Şimdiye kadar Kuran’ı hep erkek egemen toplum çevirdiğinden dolayı kadınlarla ilgili olan hükümlerde çok sert çeviriler yaptıklarını büyük bir esefle kınıyorum. Ben, Rabbimin bana vermiş olduğu geniş yolda haklarımı istiyorum.”[2]

Pakistan doğumlu Müslüman feminist Dr. Asma Barlas, Konca’nın da karşı çıktığı “erkek aktarımlı dine teslim olma” mecburiyetinin “İlahi mesajın evrenselliği” ilkesi ile çeliştiğini ileri sürer. Barlas’a göre, dini metni tarihsel bağlamı içerisinde yorumlamaktan kaçınan geleneksel fıkıhçılar, özellikle kadınlara dair hükümleri 7. Yüzyıl Arap yarımadasının spesifik durumlarına hapseder.[3] Erkekler 21. Yüzyılın gerekliliklerine uyarlanmış giyim-kuşam kodları, hafifletilmiş ailevi sorumluluklar ve hatta bankalarla ilişkilenme gibi finansal esneklikler ile içine doğdukları toplumda “yaşanabilir” bir İslam’a kavuşurken; kadınlar nerede ve ne zaman doğduklarından bağımsız bir şekilde 7. yüzyıl Arap Yarımadası’na hapsolmuştur. Böylece, erkekler için zaman akar, hüküm değişir, seçenekler artar. Kadınlar için ise zaman 7. yüzyıl Arabistan’ında durmuştur,  akmaz. Akla ve yoruma kapı aralanmaz, kadınlara seçenek sunulmaz. Oysa ki, tam da Barlas’ın dediği gibi, bir metinden ne anladığınız “onu nasıl okuduğunuza, ona hangi soruları yönelttiğinize ve karşılığında hangi cevapları duymayı tercih ettiğinize bağlıdır”. İşte bu nedenle, Hizbullah’ı harekete geçiren Konca’nın sorduğu/yönelttiği sorular oldu. Bu sorular, yüz yıllardır ezberden verilen cevapları değiştirecek nitelikteydi.

“O onurlu kadın Havle binti Salebe haklarını araması uğruna peygamberle tartışıyor ve şikayetini Allah’a bildiriyordu. Ben de Konca binti Nilüfer, Müslüman bir kadın olarak; beni suçlayan,  evrensel olmayan kafalara sahip insanları Rabbime şikâyet ediyor, haykırıyor ve çığlık atıyorum.”[4]

Konca hem dini pratiklerin ve fıkhi hükümlerin arkasındaki ataerkil mutabakatı ifşa etti; hem de Müslüman erkeklerin dayandığı ontolojik eşitsizlik anlatısının altını kendi yaşam tercihleri ile oydu. Konca meydan okuyuşunu yalnızca “tehlikeli sorular” sorarak değil, aynı zamanda erkeklere serbest bırakılmış fakat kadınlara yasaklanmış “meşru” haklarını kullanarak yaptı. Dindar bir kadın olarak kamusal hayata katıldı, televizyona çıktı, erkeklerle tartıştı, araba sürdü, dilediği gibi “örtündü”, dilediği usullerde “ibadet” etti ve en önemlisi “aile” kurumu ile hiçbir zaman barışmadı. Aile kurdu, evlendi, anne oldu fakat ailenin kadınlar için nasıl bir cehenneme dönüşebileceğini hiçbir zaman unutmadı, ailenin kusurlarını saklamak için üzerine bir örtü gibi serilmedi, aile içi şiddet ve emek sömürüsü ile bizzat mücadele etti. Kadın sığınma evlerinin açılması için başlatılan kampanyalarda, aktif rol üstlendi. Özel alana, eve ve aileye sığmadı. Hidayet Tuksal’ın deyişiyle, “hanımefendilik ideolojisi” nin konforuna sığınmadı.

“Bir gece eve dönerken; üç adamın bir kadını zorla arabaya bindirmeye çalıştığını gördük. Annem gece nöbetindeki taksicilere dönüp ‘Görmüyor musunuz arkadaş? Kadını zorla götürüyorlar. Bir şey yapsanıza’ diye bağırdı. Adamlara doğru koşmaya başladı, ama gidene kadar adamlar kadını arabaya zorla bindirip götürdüler. Annem ‘Niye yardım etmediniz?’ diyerek başladı taksicilerle kavga etmeye. Taksicilerden bir tanesi ‘Aman abla, gece gece o kadının sokakta ne işi var?’ dedi. Annem ‘Ne demek istiyorsun lan sen? Ben de kadınım ve sokaktayım.’ diye bağırdı o taksiciye.”[5]

Konca’nın hem teolojik bilginin yeniden yorumlanması için gösterdiği cesaret hem de kendi hayatının iplerini elinde tutma mücadelesi, ilham verici fakat “sıra dışı” değil. Tanzimat sonrası dönemde Fatma Aliye’yi, Şeref Hanım’ı, Hayriye’yi, Kadınlara Mahsus Gazete’de din ve kadın meselesi üzerine yazan pek çok Osmanlı dönemi entelektüel kadını okuduğumuzda, bugün belki bir asır sonra yaptığımız eleştirilerin ve tartışmaların hiç de “orijinal” olmadığını görüyoruz. Eğer Tanzimat bir batılılaşma hareketi olarak okunursa, “inançlı” kadınların kendi akranı olan erkeklerin bu “batılılaşmaya” kolayca adapte olurken kendilerine din aracılığıyla nasıl set çekildiğini çokça tartıştığını görebiliriz. Örneğin, Fatma Aliye’nin Refet romanı 1896’da yayınlandı. Bir kadın karakter olan Refet okulu bitiriyor, öğretmenliğe başlıyor ve babasından kalma mirasın peşine düşüyor. Bunun için babasının memleketine gidip erkek akrabalarla mücadele etmesi lazım ve bu fikri arkadaşı Şule’ye anlatırken şöyle diyor:

“Şimdi oraya gidip de şeriat-ı garra-yı Muhammediye’nin, bir kadını ve bir acizi dahi nasıl himaye eylediğini onlara gösterir ve kendi malımdan dahi bana para vermeyerek beni mahva çalışanlara parasız iratsız olarak nasıl meydana çıktığımı… göstermek isterim!”

Kısacası, Konca’nın mücadelesi Konca ile başlamadı ve Konca’nın katledilmesi ile toprağa gömülemedi. Örneğin, hem Müslüman feministler hem de siyahi hareket içerisinde oldukça tanınmış bir isim olan Amina Wadud, 2005 yılında Amerika’da kadın-erkek karma bir cemaate imamlık yaptığı için yine radikal İslamcı gruplar tarafından ölüm tehdidi aldı. Buna rağmen, bir kurum olarak dinin ataerki ile işbirliğine karşı feminist hermenötiği savunmaktan vazgeçmedi. Hatta, feminist yorumlama yoluyla ataerki-fıkıh mutabakatını zayıflatma mücadelesini, radikallerin vazgeçilmez kavramını tersten sahiplendiği “toplumsal cinsiyet cihadı” (“gender jihad”) kavramı ile anlatmaya başladı.[6] Wadud, bugün Türkiye’de Konca’nın sorduğu soruları soran dindar kadınların ilk başvurduğu kaynaklar arasında.

Ancak, bu noktada Konca’nın kıymetli mücadelesinin doğru anlaşılmasının önüne geçen yaygın bir yanılgının altını çizmekte fayda var. Türkiye’de Müslüman feminizm tartışmalarında düşülen en büyük hata, ataerkil aile idealini sorunsallaştırmayan fakat özel alanın sınırlarını aşarak kamusal alana dair birtakım hak talepleri etrafında örgütlenen İslamcı kadınların “de facto Müslüman feministler” (Badran, 2008: 34)[7] olarak görülmesi oldu. Bu hata, Konca Kuriş gibi özel alanın ataerkil kurgusu ile derdi olan bir feministin isminin, yalnızca kamusal alanın nimetlerinden eşit bir şekilde yararlanmak isteyen, özel alandaki tahakkümleri ise sorgulamaktan kaçınan ve hatta sorgulanmasının meşruiyetini baltalayan bir takım dindar entelektüel kadınla yan yana gelmesine sebep oldu. Oysa ki Konca; her şeyden önce “makbul” ve “hanımefendi” bir kadın olmayı reddetmesi, toplumsal cinsiyet normlarına meydan okuyuşu,  yalnızca “Kemalist rejim” ile değil kendi inandığı sistem içerisindeki statüko ile de mücadele etmeye cüret etmesi, eleştirel düşünce kendi kutsallarının çizdiği sınırlara dayandığında geri adım atmaması ve marjinalleştirilmiş “diğer” kadınlar ile yan yana durmaktan imtina etmemesi ile bambaşka bir ufuk açıyor. Feminist dergi Pazartesi’nin 8 Mart 2000 tarihinde yayınladığı ve Konca Kuriş’e ayırdığı sayıda çok fazla tanıklık ile anlatıldığı üzere, Konca farklı ezilme biçimleri arasında hiyerarşi kurmadan tüm eşitsizliklerin karşısında durabilme tutarlılığı ile de söz konusu kadınlardan ayrışıyor.

Konca’nın mücadelesi, farklı ideolojik bagajları ve inanç aidiyetleri olsa da bugün hala tüm kutuplaştırıcı ve “bölücü” stratejilere rağmen ataerkil mutabakata karşı yan yana durabilme kararlılığı gösteren kadın hareketinin hafızasında yaşıyor. Evinde, ailesinde, mahallesinde, okulda, işyerinde, camide, var olduğu irili ufaklı her alanda eşitlik ve haysiyet mücadelesi veren kadınlar/LGBTİ+’lar olarak, Konca’nın tüm tehditlere rağmen kendisini mücadeleden alıkoyamamasını anlıyor, bu inadı tanıyoruz. Katledilişinin 26. Yıl dönümünde; bedelinin ne olacağını göre göre üstüne yürüyen, eşitliği savunmaktan ve bu dünyayı inandığı gibi yaşamaktan kendini alamayan Konca’nın anısına saygıyla.


[1] Çamdereli, R.& Değer, A. (2022) Konca Kuriş (1961-1998). https://www.havlekadin.com/feminist-bilgi/konca-kuris-1961-1998/

[2] Pazartesi Dergisi, Mart 2000, s.8.

[3] Barlas, A. (2001). The Qur’an and Hermeneutics: Reading the Qur’an’s Opposition to Patriarchy 1. Journal of Qur’anic Studies, 3 (2), 15-38.

[4] Pazartesi Dergisi, Mart 2000, s.8.

[5] Kuriş, Yahya. (2014). Ot Dergisi, Kasım Sayısı, Röportaj.

[6] Wadud, A. (2006). Inside the Gender Jihad: Women’s Reform in Islam. London (UK): Oneworld Publications.

[7] Badran, M. (2008). Engaging Islamic Feminism. A. Kynsilehto (Ed.), Islamic Feminism: Current perspectives içinde (s. 25-36). Tampere (Finlandiya): Tampere Research Institute.


Etiketler : Kadın Mücadelesi, Feminizm, Konca Kuriş, Müslüman Feminizm,


...

Şehide Zehra Keleş