Kadıneki Yazı,

Devletin Kürt politikası ve ekonomik sömürü düzeni


Adalet Kaya-25 Ağu 2024

Geçtiğimiz günlerde Kulp Hesandin yaylasının olduğu bölgede başlatılmak istenen maden araştırma çalışmasını engellemek için bölge halkının direnişine tanıklık ettik.  12 köyü ve pek çok mezrayı içine alan bölgenin talan edilmesi söz konusu. Hangi maden aranacak, hangi şirketlere bu arama izni verildiği, nasıl bir yöntemle izin verildiği, Çevre etki değerlendirilmesinin nasıl yapıldığına dair pek çok muğlaklık içeren bu girişim neo kolonyalizm örneği olarak tam anlamıyla bir halk direnişi ile karşılaştı

Türkiye’nin Kürtlere yönelik politikaları, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana değişen stratejiler ve yaklaşımlarla şekillendi. Bu 100 yıl boyunca temel hedef, Kürt kimliğini bastırmak, asimile etmek ve bölge üzerindeki devlet kontrolünü pekiştirmek oldu. Türkiye’nin Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar yüz yıldır sürdürdüğü Kürt politikası; sistematik bir şekilde Kürt kimliğinin inkârı, asimilasyonu ve bölgenin demografik, ekonomik ve kültürel yapısının devlet çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirilmesine dayandı.
 
Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte yeni Türk devleti, ulusal birliğini sağlamanın bir aracı olarak homojen bir Türk kimliği inşa etmeyi hedefledi. Kürt kimliği bu dönemde resmi olarak inkâr edildi ve Kürtlerin Türklükle asimile edilmesi amaçlandı. 1925’teki Şeyh Said İsyanına ve sonrasında gerçekleşen Ağrı ve Dersim ayaklanmalarına karşı devletin sert askeri müdahaleleri, Kürt direnişini bastırma ve bölgeyi kontrol altına alma politikasının parçasıydı. Bu dönemde, Kürt dili ve kültürü yasaklandı, yer adları değiştirildi, Kürtler zorla göç ettirildi. 1980’lere kadar imha ve inkâr siyasetiyle Kürtlük, şiddetle ve katliamlarla bastırıldı.  1980 sonrasında, geniş çaplı askeri operasyonlar, Kürt dilinin kültürünün yasaklanması, zorla yerinden edilme, köy boşaltmalar ve pek çok katliamla Kürtlere yönelik hukuksuzluk ve asimilasyon sürdü.
 
Kürt hareketine ve siyasetine yönelik ağır devlet baskısı ve askeri operasyonlar, Türkiye’nin Kürt politikasının hala temel olarak güvenlik, kontrol ve asimilasyon ekseninde sürdüğünün kanıtı. Türkiye’nin 100 yıllık Kürt politikası, kolonyalist özellikler taşıyan, baskıcı ve asimilasyoncu bir yaklaşımla Kürt kimliğini inkâr etme, Kürt halkını kontrol altında tutma ve bölgenin kaynaklarını devletin çıkarları doğrultusunda kullanma amacıyla şekillenmiştir. Bu süreç, bir tarafta Kürt kimliği, dil ve kültür üzerindeki baskılar ve devletin sert güvenlik politikalarıyla diğer tarafta ise buna karşı örgütlenen direniş hareketleriyle karakterize olageldi. Bugüne kadar asimilasyonu hep bu başlıklar üzerinden konuştuk, tartıştık, derinlemesine inceledik. Fakat bir özeleştiri olarak belirtmemiz gerekir ki; 100 yıllık imha ve inkâr politikasının doğal yaşam ve Kürt coğrafyası üzerinde yarattığı yıkımı, tahribatı ve kurulan ekonomik sömürü düzenini yeterince odağa alamadık. Ekolojik yıkıma karşı toplumsal direnişi daha güçlü örgütlememiş olmamız ve bu mücadeleyi dünya ekoloji hareketleriyle buluşturamamamız geriye baktığımızda en çok özeleştiri vermemiz gereken konulardır.
Türkiye, Kürdistan’da gerçekleştirdiği askeri operasyonları, sadece siyasi baskı aracı olarak değil aynı zamanda çevresel tahribatın bir aracı olarak da kullanıyor. Özellikle kırsal bölgelerde yapılan operasyonlar, köylerin boşaltılmasına, ormanların yakılmasına ve tarım arazilerinin yok edilmesine neden oluyor. Bu, bölgenin kontrol altına alınması ve doğal kaynaklarının sömürülmesi için bilinçli bir politika olarak yüz yıldır sürdürülüyor. Halk, bu sömürü politikasına karşı çeşitli direniş yöntemleri geliştirse de devletin baskıcı politikaları, bu direnişi bastırmak için şiddet ve sindirme yöntemlerini devreye sokuyor. Yine de yerel halkın, ekolojik hareketler ve sivil toplum örgütleri ile bu talana karşı verdiği mücadele, önemli bir direniş geleneğinin parçasıdır.
 
Devletin Kuzey Kürdistan’daki politikası, modern kolonyalizmin ve devlet eliyle gerçekleştirilen çevresel talanın somut bir örneği olarak dikkat çekicidir. Bu bölgede uygulanan politika hem bölgenin demografik yapısını değiştirmeyi hem de ekonomik çıkarlar doğrultusunda doğal kaynakları sömürmeyi amaçlıyor. Kulp’ta hayata geçirilmek istenen maden çıkarma çalışması asimilasyonun bir aracı olarak tüm bunlardan azade değil.
 
Devlet, Bölgede maden çıkarma faaliyetlerine büyük bir ağırlık veriyor. Altın, bakır, mermer gibi zengin maden yataklarının işletilmesi, çevresel tahribata ve köylerin boşaltılmasına yol açıyor. Bu maden çıkarma çalışmaları, ulusal ekonomiye katkı sağlarken yerel halkın yaşam alanlarını yok ediyor ve doğayı geri dönülemez bir şekilde tahrip ediyor. Ayrıca, sömürgeci bir ekonomik modelin sürdürüldüğünün en önemli kanıtı olarak çıkarılan madenlerin çoğu, büyük şirketler aracılığıyla uluslararası pazarlara satılıyor. Kürdistan bölgesindeki maden zenginliklerinin ekonomik bir kazanç kaynağı olarak görülmesi, şirketlere verilen bu tür izinlerin arkasındaki temel motivasyonlardan biridir elbette. Bölgede çıkarılacak madenlerin büyük bir kısmı ulusal ekonomiye katkı sağlarken, yerel halk bu zenginliklerden yararlanamıyor. Maden arama izinleri, ekonomik getiriler için doğal kaynakların sömürülmesi anlamına geliyor. 
 
Maden arama faaliyetleri, genellikle bölge halkının yaşam alanlarını tehdit eder ve onları göçe zorlar. Bu durum, devletin Kürdistan’daki demografik yapıyı değiştirme amacına da hizmet ediyor. Yerel halkın yaşadığı köylerin yakınlarında maden çalışmaları başlatılması, bu bölgelerdeki Kürt nüfusunu azaltma ve bölgenin demografik yapısını devletin kontrolüne uygun hale getirme stratejisinin bir parçası olarak 90’larda şiddetle gerçekleştirilen politikanın günümüzdeki yansıması ve fakat daha sinsice organize edilmesinden başka bir şey değil.
 
Maden arama faaliyetleri, bölgenin ekosistemine ciddi zararlar verirken yerel halkın geçim kaynaklarını tehdit eder ve uzun vadede bölgenin yaşanabilirliğini azaltır. Devletin çevresel etkileri göz ardı ederek bu tür izinleri vermesi, bölge halkına yönelik baskıcı bir politika olmasına ek olarak geniş çaplı bir ekokırımdır. 
 
Geçtiğimiz günlerde Kulp Hesandin Yaylasının olduğu bölgede başlatılmak istenen maden araştırma çalışmasını engellemek için bölge halkının direnişine tanıklık ettik.  12 köyü ve pek çok mezrayı içine alan bölgenin tamamı talan edilme tehlikesi altında. Hangi madenin aranacağı, hangi şirketlere bu arama izninin verildiği, nasıl bir yöntemle arama çalışmasına izin verildiği, Çevre Etki Değerlendirilmesinin (ÇED) nasıl yapıldığı gibi konularda pek çok muğlaklık içeren bu girişim, neo kolonyalizm örneği olarak gerçek bir halk direnişi ile karşılaştı. Kadınlar, gençler ve bölge halkının tamamı, toprağını sömürmek isteyen yabancıya: “ Burası benim toprağım, toprağımı talan etmenize izin vermiyorum” dediler. Geçim kaynağının yok edilmesine ve göçe zorlanmasına karşı ayağa kalkan Hesandin halkı, yaylasına sahip çıkmak için direnecek. 
Hesandin’de yaşayan Ayten’in sözüyle yazıyı noktalayalım:
 
"Burası bizim ülkemiz, yaşam alanımız, atalarımızın toprağı burası. Biz atalarımızın topraklarını kimseye bırakmayız. “


Etiketler : Kadın Mücadelesi, Ekolojik yıkım, Doğa talanı, doğa katliamı, ekoloji, ekoloji hareketi, Örgütlü mücadele, Özgürlük mücadelesi, Mücadele,


...

Adalet Kaya