Kadın kazanımlarının ve kurumsallaşmalarının mayasıyla oynamaya kalkarlar. İlk hamleleri eşyaşamın siyasi temsili olan kadın belediye eşbaşkanlarından nikahlarını kıymalarını istemek olur. Ya da siyasi temsillerden bu kıyımın şahidi olmalarını… Milliyetçiliğin, cinsiyetçiliğin ailesine karşı savaş açtığın, mevcut aileleri demokratik ailelere dönüştürmek için çırpındığın o yerde seni bir anda egemenin temsili haline getirmeye çalışır
İnsanların bir arada kalma, dayanışma ve yaşamı beraber sürdürme eğiliminin doğurduğu icatlar şahanedir. İnançların, kültürlerin, ritüellerin bizzat bu eğilimle açığa çıktığını söylemeye cüret ettirecek kadar şahane. Yan yana gelmek, yan yana kalabilmek ama düşmeden, düşkünleşmeden beraberliği sürdürmek; bu icatların yarattığı konfor kadar yüklediği sorumlulukla beraber ele alındıkça mümkün hale gelir.
Her ne kadar dijital platformlarda artık arabesk bir tınıyla paylaşılıp dursa da Antoine de Saint-Exupery, Küçük Prens’inde “emek verdiğin her şeyden sonsuza kadar sorumlu olursun” derken benzer bir bağı hatırlatandır. Yine, dinlerin sistemle uzlaşmış, anlamı ters yüz edilmiş hallerine bile yeterince yakından bakarsak göreceğimiz; birlikte gerçekleştirdikleri ve zaten birlikte kalabilmek için ürettikleri ibadetlerinde arkaik ya da dinleşmemiş inanç sistemlerinden gelen sembollerle dolu olduklarıdır.
Elbette beraber olmak ya da kalmak her zaman, arzulanan anlam derinliğine denk yaşanmamıştır. Tarihsel akış içinde değişen/değiştirilen yaşam sisteminde erkekliğin korunmasına, kaba menfaatlerin, kazanmanın niceliğe bağlı olduğu savaşma hallerine ya da kan bağına, aileciliğe dair zorlamaların etkisiyle sürüklenen, can çekişen beraberliklerle de karşılaşırız. Hatta öylesine çoktur ki bu karşılaşmalar, başka türlü bir tarihin de olduğunu unutturan, görünmezleştiren illüzyonlar oluştururlar.
İnançların “uzmanı” olmasak da anlatılan hikayeler bugün başka türlü, eşitliğe, özgürlüğe, toplumsal dayanışmaya dayanan ilişkiler kurabilmenin mümkün olduğuna dair epistemolojiler üretmeye yardımcı olur. Ezîdîlik işte, inkâr edilemeyecek kadar yanı başımızdadır. Hem bireysel ilişkileri hem topluluk ilişkilerini ahret kardeşliği ahlakına göre belirleyen bu inanç; kan bağı olmayan iki kişinin yaşam boyu kardeş kılınmasını ve birbirlerine karşı sorumluluk almasını toplumsal dayanışmanın bir parçası olarak görür ve yürütür. Düğün, ölüm, sinet, mor kirin, bisika pora gibi ritüellerde ahretlik, yardımcı ve koruyucu olarak sorumluluk alır. Erkeğin ahret kardeşini kadınlardan da seçebildiğini söyleyen kaynaklar olsa da genel yansıması erkeklerden seçebildiğidir. Ancak kadınlar hem erkek hem de kadınlar arasından seçim yapabilir. Kadınlar açısından durum evlenince değişir; evlendiği erkeğin ahret kardeşi, kadının da ahret kardeşi olur. Erkeklikten tamamen azade olmasa da kadınlar için kimi katı kuralları olsa da Ezîdîlik, açığa çıkardığı, bin yıllardır sürdürdüğü bu gelenekle toplumsal dayanışmanın, anlamlı birlikteliklerin kadim örnekleri arasındaki yerini korur.
Bektaşilik ve Ocak Aleviliğindeki musahipliğin de aynı yolda yürüyenlerin, inanç ortaklığı taşıyanların birbirleriyle konuşması, sohbet halinde olması yani sözü üretmesi, birbirlerini gözetmesi yani dayanışmayı geliştirecek ilişkiler oluşturması için açığa çıktığı belirtilir. “Musahipsiz ile durma, oturma. Bir içim su içersen külli ziyandır” diyerek musahipliği inancın şartı olarak niteler. Bektaşilikte musahiplik için iki çiftten bahsedilir. Bir çiftin kendisine denk olan başka bir çiftle musahip olabileceği söylenir. Ocak Aleviliğinde ise evlilik şartı bulunmaz ama her iki yaklaşımda da musahipler arası denklik aranır. Buradaki denklik, alim ile cahilin, mazlum ile zalimin musahip olamayacağı türden bir belirlemedir. Bugün hala toplumsal değerlerin, özgürlük ve eşitlik inancının aşınmasının sebebi olarak görülen yalan, hırsızlık, bencillik, dedikodu gibi davranışlar musahiplerin de yasaklandığı davranışlardır.
Sadece inançların değil iktidar, hiyerarşi ve tahakküm karşıtı toplumsal hareketlerin tarihinde de benzer motivasyonlar vardır. Yaşanılanların adının henüz sömürgecilik, ırkçılık, yoksulluk, cinsiyetçilik diye konmamış olduğu zamanlarda bile bunlara karşı örgütlenen Heretikler, Babek, Mazdek, Hürremiler ya da Karmatiler bu hakikatin örnekleridir. Onlardan bu yana birlikte, özgürlük ve eşitliğe dair hakikatin sözünü üretmek, bunun için dayanışmak ve iktidarlara karşı birlikte hareket etmek sosyalist, feminist ya da inanç eksenli mücadelelerin ortak mirası olmuştur.
Yakın tarih deneyimleri açısından da 70’lerde sol hareketler içinde yer alan erkeklerle sohbet ederken ilk fark edilen dimağı güçlü olanların kendi dönemlerini “feodal ilişkiler ve toplumsal cinsiyet rollerinin yaşamın akışını belirleyen temel ölçüler olarak addedildiği bir dönem” diye ifade etmesidir. Yanı başlarındaki kadınlarla, anneleri, eşleri, kardeşleri, kuzenleri ile kurdukları bağ bunlara dayanır. Onlar da bir yandan bunların konforunu diğer yandan çıkmazlarını yaşarken sol mücadeleleri cezbedici kılan önemli faktörlerden biri de iki cinsin aynı zeminde, eşite yakın ve birlikte yer almasıdır. Bu farkındalıktan maalesef dönemin solunun da solcularının da kadın özgürlüğüne hak ettiği önemi vermeleri çıkmaz. Ama bugün hala kadın ve erkeğin beraber mücadele etmesi en peşine düşülesi ütopya olarak yerini korur.
Kürt Özgürlük Hareketi-Kürt Kadın Hareketi ise tarihte geriye gittikçe, tarihsel yorumu geliştirdikçe mücadele gerekçesini de iddiasını da ilkeli, ahlaklı ve en geniş beraberliklerde tanımlamaya başlar. Özgür eşyaşam kuramıyla ahret kardeşliğini de musahipliği de ötekilerin var olma direnişindeki yoldaşlığı da gören, kurdun, kuşun, karıncanın varoluşunu da kendine sorumluluk edinen olur. Ama kalbine kadın özgürlüğünü koyarak, hakikatini bununla ifade ederek kapitalist moderniteye meydan okur.
Tarihin gösterdiği, kadın ve erkeğin sürekli birbirine doğru çekildiğidir. Özgürlük ve eşitlik arzusu, bu çekilmenin en büyük motivasyonu olduğu kadar gerilimin de sebebidir. Çünkü bu tarihte sürekli karşılaştığımız bir diğer var olma biçimi ise tahakküm mekanizmalarının; monarkların, oligarkların, ulus-devletlerin, bu devletlerin kurumlarının, sermayeyi elinde tutan tekellerin birbirine doğru çekilen yaşamları birbirinden koparmak için tüm aygıtlarını devreye koyduğudur. Bilirler, üzerine yükseldikleri zemini altlarından çekip alabilecek olanlar, bu beraberliklerden çıkacaktır. Özgür kadınlar ve özgür erkekler…
İnsanların birbirleriyle ve doğayla kurdukları bağı türlü argümanlarla, öğretilerle yüzlerce yıllık inşalarla bozuma uğratabilmeleri özünde kadın ve erkek arasındaki ilişkiyi ne kadar kontrol altında tutabildiklerindedir. Bu kontrol mekanizması, her iki cinsi de sürekli kafeste hissettiren, aralanan herhangi bir kapıdan geçebilmek için kendisinin arzuladığına dönüşmesi gerektiğini öğretendir. Kapatılma duygusuyla her an kendine, kim olduğuna daha fazla uzaklaşır ve öyle bir an gelir ki artık varoluşuna dair hafızası yok olur. Kafesin kapısının açık olup olmadığı kontrol bile edilmez.
Bunun uzantısı olarak modern dünyada gündelik olarak karşılaştığımız kadın-erkek çelişkileri yeni öğretilerle sürekli derinleştirilir. Direniş tarihinin bahsettiğimiz inançlarındaki ya da toplumsal hareketlerindeki “düşkünlük” halinin sebepleri ile modern dünyanın kadınları derin buhranlara sürükleyerek özgürlük ve eşitlik fikrinden koparan psikolojik tanıları birbirleriyle direkt bağlantılıdır. Erkeklik kurumsallaşmış, bunu diri tutan erkek davranışları çeşitlenmiştir. Kadınların özgürlük ve eşitlik mücadelesinin tarihselliği, uğradıkları cinsiyetçi saldırıların adını koymakta ustalaşmaları, hayatlarımıza manipülasyon, gaslighting, breadcrumbing, ghosthing gibi kavramları sokar.
Düşkün erkeğin, kadına ancak bu davranış biçimleriyle yaklaşırsa güçlenebileceğini düşündüğü çukur ya da “o” kafes bu yüzyılda, yeniden, bu kez farklı erkeklik modelleriyle kadınlara döner. Güzel olan her şeye işgalci mantığıyla yaklaşan, onu ele geçirmeye çalışan, ele geçirdikten sonra türlü hilelerle güzele dair ne varsa tüketen ve arkasını dönüp giden erkeği binlerce yıl öncesinden tanırız tanımasına. Ama kapitalist modernitenin bu yüzyılında erkekliğin yeni pratikleri çok daha örtülü ve saçaklıdır ve henüz yeterince ifşa edilmemiştir.
Erkeklik bir yandan kapatılma mekanlarında bildik yöntemleriyle; geri-geleneksel, kaba, retçi tarzıyla devam ederken diğer yandan eşit ve özgür ilişkilerin örgütlenmesi için kurulan alanlarda da sisli havadan faydalanarak ince ince süren yeni biçimleriyle devrededir. Kurumsal işleyişlere, usullere hâkim, politik etki gücü geniş, modernist dünyayı iyi gözlemleyen, bu dünya içinde kadını en rahat nerede, ne zaman, hangi koşullarda düşüreceğini ama düşürdükten sonra suçu nasıl eşitleyeceğini bilen o tacizciler ve tecavüzcüler tarafından erkeklikler üretilir-yeniden üretilir.
Özel olan politiktir, bunun teorisini en iyi o yapar ama duygusal bir kadın-erkek ilişkisinde yaşanılabilecek her şeyi yaşadığı halde ilişkisini gizlemek ister. Güzeli yaratmaya, güzel olanı kadınla yaşamaya, kadınla yoldaş olarak yola devam etmeye cesareti de inancı da olmadığından inkârı kolay olsun hatta diğer gizlenenlerle çakışmasın diye türlü hokkabazlık peşine düşer. Tüm paylaşılanlara rağmen siz aslında “sevgili” ya da “beraber” değilsinizdir, öyle sanmışsınızdır. Buna inandırır. Ama aslında boğazına kadar erkekliğe batmıştır. Ve erkeklik düşkünlüktür, sizi de düştüğü o yere çekmeye çalışır.
Bir de cüretkâr olanlar vardır. Kadın kazanımlarının ve kurumsallaşmalarının mayasıyla oynamaya kalkarlar. İlk hamleleri eşyaşamın siyasi temsili olan kadın belediye eşbaşkanlarından nikahlarını kıymalarını istemek olur. Ya da siyasi temsillerden bu kıyımın şahidi olmalarını… Milliyetçiliğin, cinsiyetçiliğin ailesine karşı savaş açtığın, mevcut aileleri demokratik ailelere dönüştürmek için çırpındığın o yerde seni bir anda egemenin temsili haline getirmeye çalışır.
Yetmez… Belki de yıllar sonra farkına varacağınız, yıllar sonra failin kim olduğunu anlayacağınız manipülasyonlarla karşı karşıyasınızdır. Karşınızdaki erkek sizinle ortak-politik bir zeminde olduğu için, entelektüel ve görev sahibi biri olduğu için, sokakta, adliyede, cezaevlerinde omuz omuza direnebildiğiniz için ona güvenirsiniz. Dayakçı çıkar. Tacizci çıkar. Özgürleşmeye çalışan bir kadının özgüvenini manipülasyonlarıyla yerle bir ederek sivil ölümüne sebep olur. Artık direndiği bütün eylemler, yaptığı bütün değerlendirmeler mekruhtur.
Tüm bunlar ve daha fazlası… Yeni(den) erkeklik zihniyeti, kadın ve erkeğin özgür ve eşit koşullarda beraber olması ve eş zamanlı olarak toplumsal beraberliğin üretilmesi için verilen mücadelelere karşı işlenen suçların zihniyetidir. Toplumsal tarihin taşıdığı değerleri yok etmeye çalışan devlet ve kurumlarının zihniyeti bu erkeklerde bedenleşmiştir.
Bu zihniyete ve bedenleşmeye karşı yönünü, yüzünü kadın özgürlüğüne çevirmek, kurtuluşu orada aramak farkındalığın kademeli olarak açığa çıktığı süreçler ister. Hareket, bu yeni(den) erkeklerle-erkeklikle uzlaşmanın olmayacağı, pozitif hukuk kurallarının mekanik yaklaşımlarını aşan yerine cins bilincini, cins sevgisini ve dayanışmasını koyarak sistemini kurmaya girişendir. Kadınların içine sürüklendikleri yeni/modern köleliklere itiraz ettiklerinde “neden şimdi, neden yaşandığında gelmedin” gibi yargılamalara, tartışmalara maruz kalmadıkları o alanlardan örgütlü güç çıkarabilecek olandır.
Tam da bu sebeple ekonomik, sosyal, kültürel çıkmazların erkek egemen karakterini ortaya koyarak çıkışı kadın özgürlüğünde, özgür eşyaşamda tarifler. Bu da erkek egemen ve kapitalist sistem bizlere kafesin kapısı açık mı diye kontrol etmeyi hatta bir kapısının olduğu gerçeğini unuttururken kafesi “beraber” ortadan kaldıralım mı demeye, kafesi ortadan kaldırmaya cesaret etmektir.