Foto: Tébourbi Photography, 2013.
Arap Baharı’ndan on yıl sonra, Souad Mahmoud muhafazakârlık ve metalaştırma ile karşı karşıya kalan kadınların mücadelelerini yazdı: "Bahar" özellikle feminist olmasa da biz kadınlar onu vatandaşlık sorununu gündeme getirmeye zorladık
Farklı Arap ülkelerinde onlarca yıldır var olan gönüllü kalkınma mantığının, değişen derecelerde de olsa, kadınların durumunu elle tutulur bir şekilde iyileştirmeyi mümkün kıldığını kabul etmeliyiz. Daha iyi yaşam standartları ve şehirleşmeyle birlikte kadınların eğitime ve işe erişimleri bu durumun desteklenmesine katkı sağladı. Fakat daha genel anlamıyla sosyal değişimlere katkı sağladı. Evlilik yaşının artması dahil, doğum oranlarının azalması, aile formunun çekirdek aile halini alması gibi… Kadınlar kalkınmanın anahtar aktörü, sosyal değişimin bir faktörü olarak ortaya çıktılar. Bu dinamikler sürekli olarak muhafazakâr sosyal normlar ve kurallar tarafından engellenmek istense bile.
Kuzey Afrika ve Ortadoğu'daki son ayaklanmaların arkasındaki itici güçlerden biri tam vatandaşlığa erişim arzusu olmuştur ve olmaya devam etmektedir. Bu vatandaşlık arayışı, bu halkların yaşadığı baskıdan ayrılamayacak bir dizi talebi kapsamaktadır.
Kadınlar bu halk ayaklanmalarına kitlesel bir şekilde katıldılar, ancak hepsi illa ki feminist değildi -bundan çok uzak! Tunus veya Mısır "dégage" de olduğu gibi! veya Fas'taki 20 Şubat Hareketi. (1) Bu gösteriler, öncelikle yurttaşlığın iki temel boyutu olan istikrarsız sosyoekonomik koşullar (özellikle yoksulluk ve işsizlik) ve siyasi koşullar (kamu özgürlüklerinin olmaması) nedeniyle açıklanabilir.
Bir başka açıklama da, bu güçlerin belirleyici unsurunun her şeyden önce bir haysiyet mücadelesine dönüşmesidir. Bu bakış açısına göre, güçlü bir duygusal yüke sahip olan bu hedefe ne kadar yoğunlaşırsa, seferberlik de o kadar geniş olacaktır. Çünkü herkesin talepler arasında birbirini bulma olasılığı yüksektir. Saygınlık, demokratik özgürlük idealleri ve eşit haklarla beraber gittiği için feminist aktivistlerin ve diğer kadınların, yaşadıkları toplumsal baskıyı ve eşitsizliği göstererek kendilerine karşı ayrımcılığı ifşa etme durumu şaşırtıcı değildir, siyasal savaşa atıldıkları enerji aracılığıyla deneyimledikleri toplumsal baskıyı ve eşitlik eksikliğini örneklemektedir.
Bazı devletlerdeki bazı kazanımlar dışında (Tunus ve Fas'ın yeni Anayasasında kağıt üzerinde yer alan eşitlik gibi) sözde "Arap ayaklanmaları", özellikle kadınlar ve erkekler arasında yeni güç ilişkileri dengesine ilişkin vaatlerini yerine getirmedi. Aslında, protestoların en yoğun olduğu zamanlarda bile, bu ayaklanmaların çoğu cinsiyet eşitsizliğine ve kadına yönelik şiddete kör olmaya devam ediyor. Daha da ciddi olan şey, birçoğunun cinsel şiddete sahne olması. Ancak ondan önce bile, eşitlik hakkı ile gerçek hayatta uygulanması arasındaki uçurumun genişlemesini durdurmadığı halde, çalışan kadınların hem seküler hem de dini çevrelerde metalaştırılması olgusuna odaklanmayı önemli bulduk.
Dahası, gerçekleştirilmekte olan reformlar çelişkili durumlarla karşı karşıyadır: kısmen dinsel olarak esinlenen hukuk normlarının ikiliği ve modern aile kuralları, yine hukuk sistemleri ile sosyal gerçeklik arasındaki boşluğu temsil eden ve aynı zamanda kadınların kamusal veya özel yaşamlarında değerlendirilmelerine bağlı olarak iki yönlü bir yasal statüye sahip olmalarına yol açar.
Pek çok ülkede dini referanslara sahip partilerin iktidarı elinde tutması, kadın ve demokrasi ilişkisine meydan okuyor. Sadece bu değil, mevcut küreselleşme bağlamında dünyanın bu bölgesindeki siyasi rejimler, şu anda popüler olan konularla ilgili belirli politikaları değiştirerek, uluslararası bağışçılara ve kamuoyuna iyi niyetli olduklarını göstermek için "vaatler" vermeye çalışıyorlar. Bu şekilde, bu devletler, kadınların koşullarını ele alarak, kendilerini "modern" rejimler olarak sunabilmeleri için insan haklarının uluslararası uygulaması açısından konumlandırabilirler.
On yıl sonra, sonuçlar tatmin edici olmaktan uzak. Siyasi temsil, kaynaklara erişim ve insana yakışır iş söz konusu olduğunda eşitsizlikler çarpıcı olmaya devam ederken, yoksulluk özellikle işçi sınıfındaki kadınları (kentsel, yarı kentsel veya kırsal alanlarda) etkiliyor. Kadınlar olarak, kararların bizsiz veya bizler dışlanarak alındığını görüyoruz. Örgütlenmeye ve direnmeye devam ediyoruz, kadınlar ve toplumsal hareketler lehine değişimler başlatıyoruz.
"Bahar", kitlesel katılımla özellikle feminist olmasa da biz kadınlar onu vatandaşlık sorununu gündeme getirmeye zorladık. Böylece onun potansiyel başarılarından yararlanacak tek kişi erkekler değil. Her gün yeni sınırlar, özgürlük, etki ve güç alanları yaratmak için gelenekleri yeniden yorumluyor, kısıtlamalara rağmen her zaman bulunduğumuz kamusal alanlardaki yerimizi her gün garanti altına alıyoruz. Burası özgürlük alanlarını kapmamıza izin veren "küçük ihlallerle" inşa edildi. Şehirde ilerliyoruz, üretiyoruz, müzakere ediyoruz, direniyoruz, kendimizi güçlendiriyoruz ve tahakküm ilişkilerini boşa çıkarıyoruz. Biz teslim olmaya istekli değiliz. Hayatımıza mal olan şiddeti reddeder, direnişimizi öne çıkarır, ulusal ve uluslararası kamuoyunu harekete geçiririz. Eşitsizlikle ilgili farkındalığımız, etkileşimli atölyelere kitlesel katılım ve kurulu düzeni değiştirmek ve bizi tam yurttaş yapmak için ailelerle birlikte çalışarak şekillenir.
Rejimler genellikle "kadın sorununu", sonuçta kadınların kendileriyle pek ilgisi olmayan birden çok çıkar için manipüle ederler. Öte yandan, MENA'daki (Ortadoğu ve Kuzey Afrika) kadınlar, tam ve kapsayıcı vatandaşlık hakkımızın uygulanması için kendimizi seferber ediyoruz. Bununla birlikte, ataerkil veya devlet vesayetinin birçok biçimine ilişkin kurtuluş deneyimleri, toplumsal ilişkilere göre özellikle cinsiyet, sınıf ve din açısından farklılık gösterdiğinden, hepimiz kentsel alanlara erişebilmek ve şiddetle mücadele edebilmek ve ayrıca miras, mülk sahipliği, çocuk bakımı ve kendi bedenlerimiz üzerindeki kontrol açısından kaynaklardan adil payımızı almak için toplumsal cinsiyet adaletini talep ediyoruz.
Kadına yönelik şiddeti destekleyen genel ataerkil yapıya meydan okumanın yanı sıra, bu ihlallerin esasen kadınların siyasi katılımını sınırladığını düşünebilir miyiz? Aile içi şiddetle mücadele iradesi ile gerçek gerçeklik arasında önemli bir uçurumun olduğu Libya'da durum budur. Ülkede yaşanan kurumsal ve kamusal şiddet, genel olarak kadınların güvensizliğinin başlıca nedenlerinden biri ve kamusal meselelere erişimlerinin önündeki bir engeldir. Tabandan gelen kadın aktivistlerin katılımı, feministlerin toplumlarda kadın yurttaşlığı mücadelelerine büyük katkısını göstermektedir. Sadece toplumsal hareketlerin öfkesinin patladığı zamanlarda vurgulanmış olsalar da, bunlar aynı zamanda hem hukuk metinlerinde hem de sosyal uygulamalarda kadınların başarılarına sürekli meydan okunan toplumlarda gündelik mücadelelerdir.
Kadınların eğitime, niteliklere, işe ve aile planlamasına erişiminin yanı sıra göreceli ifade özgürlüğü gibi ulusal düzeydeki bu faktörler, dünya kadın konferanslarının sonucu olan programlar gibi uluslararası faktörlerle birleştirilir. Arap ülkelerinde tüm bunlar, resmi örgütlerden kopan ve özgürleşme ve eşit haklar taleplerini geri getiren önemli bir ilişkisel kadın ağının ortaya çıkmasına neden oluyor. Bu dernekler, özellikle Tunus Cumhurbaşkanı Habib Bourguiba ve ondan sonraki kuşaklardan beri hapishanede bulunan öncü solcu kadınlardan, genellikle zaten partilerle veya sendikalarla meşgul olan kadınlardan geliyor.
Yasal Haklar: Bir Gordian Düğümü (2)
Arap ve Müslüman dünyasında kadınların yasal hakları, esasen muhafazakârlığa karşı mücadelelerin kristalleşmesidir. Her Mağrip ülkesinin siyasi, ekonomik ve sosyal tarihinin belirli yönlerine bakılmaksızın, kadın emeği açısından eğilimler benzerdir. Demografik geçiş, eğitime ve niteliklere erişim (şu anda orta ve yükseköğretimde genç erkeklerden daha fazla genç kadın var) ve çalışan kadınların sosyal temsilinin evrimi, işgücündeki varlıkları açısından emek dünyasında kesinlikle bir evrime yol açmıştır. Bununla birlikte, ücretli ve istikrarlı işlerin düşme eğilimi gösterdiği, savunmasız ve kayıt dışı istihdamın ve işsizlik ve yoksulluğun artması ile bu dinamik hayal kırıklığına uğrar. Cinsiyete dayalı ayrımcılığı sona erdirme mücadelesi nadiren birinci öncelik olarak görülse de, örneğin Filistin'de kadınların mücadeleleri bağımsızlık mücadelesiyle iç içe geçmiş durumda – ve bu hepimiz için siyasi bir kazanç.
(1) "Dégage!" sloganı ("dışarı!" veya "ayrıl!" anlamına gelir) Tunus'ta ortaya çıktı ve farklı ülkelerdeki sözde "Arap baharı" sırasında – hatta Mısır'da bile – işaretlerde, gösterilerde ve taleplerin bir parçası olarak ortak bir simge haline geldi. İngilizce daha yaygın olarak konuşulmaktadır. “Dégage” sloganı, özel taleplerine göre farklı yerlerde farklı şekilde kullanılmıştır. Fas'ta, örneğin 2011'de, bu seferberlikler bağlamında ortaya çıkan 20 Şubat Hareketi, “19. Madde, dégage!” olarak adlandırılacaktı. Krala sınırsız yetki veren ülkenin Anayasasından o maddeyi çıkaran bir anayasal reform talep ediyordu.
(2) Gordian Düğümü, Küçük Asya'daki Frigya kralı ve Büyük İskender ile ilişkilendirilen bir efsanedir. Genellikle birisi "kutunun dışında düşündüğünde" kolayca çözülebilen zorlu bir sorunun metaforu olarak kullanılır.
*Çeviri: Mizgin Tekin
*Kaynak: https://capiremov.org/en/analysis/the-challenges-of-grassroots-feminism-in-arab-countries/
*Souad Mahmoud Tunus Kadın Yürüyüşü, Tunus Demokratik Kadınlar Derneği (Tunisienne des Femmes Démocrates-ATFD) ve Tunus Genel İşçi Sendikası (Union Générale du Travail Tunisien-UGTT) üyesidir.