IŞİD’in Şengal’e saldırmasından sonra birçok akrabam ve arkadaşım gibi ben de esir düştüm. Şengal’den alınıp Musul’a götürüldüğümüz geceyi anımsıyorum. O gece bütün feryat figan sesler arasında ben sadece bir şiir mırıldanıyordum…
Bir ağustos ayı ne kadar yakıcı olabilir, bir ölüm ne kadar istenilebilir, bir ah, bir imdat, bir haykırış daha ne kadar gür söylenebilir bütün sağır kulaklar için. Kaç kere öldünüz? Kaç kere en çok istediğiniz şey ölmek oldu? Ve kaç kere ölemediniz istediğiniz halde?
3 Ağustos 2014 yılı, bütün Êzidî kadınlar için yaşamın bir şekilde anlamını kaybettiği tarihtir. IŞİD’in Şengal’e saldırmasından sonra birçok akrabam ve arkadaşım gibi ben de esir düştüm. Şengal’den alınıp Musul’a götürüldüğümüz geceyi anımsıyorum. O gece bütün feryat figan sesler arasında ben sadece bir şiir mırıldanıyordum; Êbdullah Peşew’in bir şiirini…
yüklenin gidin! sizin tohumunuz yeşermez tarlamızda, ölür. sürülerinizin ayakları altında ateşe döner meramız. dut ağacımız bile öfkelenecek taşımayacak çocuklarınızın salıncağını!
Bütün yol boyunca bu dizeleri tekrarlamıştım. Bu barbar çetelerine bizi teslim eden resmi savunma birliklerini, bölgesel ve ulusal yönetimi, esir alınan onlarca kadını, bir kez daha kırımdan geçen bir halk gerçekliğini düşünmeden edemiyordum.
Musul’a vardığımızda onlarca kadın 3 katlı bir eve hapsedildik. Önce hepimiz için sadece gözlerimizin görüneceği kara çarşaflar geldi, giymek zorunda kaldık. Daha sonra bulunduğumuz odaya sürekli bir erkek geldi, hepimiz çarşafları çıkarıyoruz ve beğendiğini işaret ediyordu. İşaret edilen saçından tutulup dışarı çıkartılıyordu.
Sahar Ali
250 dolara satıldım
Ben 250 dolara Abu Hesen Al Manas’a satılmıştım. Birkaç gün sonra Manas ile beraber artık bulunduğum yer Telafer’di. Çok ağır tecavüzler, sistematik taciz ve saldırılara maruz kalıyordum, diğer bütün kadın arkadaşlarımla.
Telafer’de Manas’ın ‘Burası benim evim’ dediği bir yerde 18 yaşında bir kadın ile karşılaştım. Bizden önce kardeşiyle beraber esir düşmüş ve Manas’ın dini nikahlı eşi olduğunu söyleyen bir kadındı. Birkaç gün sonra benimle de dini bir nikah kıydı Manas. Yaklaşık 26 gün sonra yanımda bulunan Fehruz (Manas’ın ilk eşi) bana kaçabileceklerini, bir adet küçük tabancasının ve 5 mermisinin bulunduğunu söyledi. Kaçarken kurtulamama ihtimali bile bana bu sistematik işkence ve tecavüzden daha makul geliyordu.
Bir söz verdim o an kendime
Fehruz’dan yaralarımın iyileşmesi için birkaç gün daha beklemesini istedim. İyileşirsem eğer daha kolay olacağı konusunda Fehruz’u ikna etmiştim. İki gün sonra Manas bana birinin gövdesinden ayrılmış kafasını getirdi. Fehruz, kaçmaya çalışırken yakalanmış. Bir söz verdim o an kendime, her ne olursa olsun buradan kurtulup Fehruz ve diğer bütün kadınların hesabını soracaktım.
58 gün daha beni ayakta tutan bu sözle her şeylerine katlandım. Ve bir gün 17 saat hiç durmadan yürüdüm. Kurtuldum sanıyordum. Mücadelem yeni başlamıştı. Ailemden hiç kimseye ulaşamamıştım. 84 gün… Bir daha hiçbir yerde görülmeyecek, yaşanmayacak 84 gün geçirdiğim yerden çok uzaklardaydım artık. Fehruz’u düşünüyordum. Ve bütün yürüdüğüm yol boyunca Fehruz için o topraklara göz yaşımı bıraktım.
Hikâyem yoluma ışık
Norveç’teyim, Bergen Üniversitesi’nde (The University of Bergen) Yaratıcı Sanatlar ve Tasarım bölümünü okuyorum. Bölgesel yönetimin ihanetini, Yerel Savunma Birlikleri'nin fedakârlığını ve cesaretini, halkımın kırımını, ailemi ve Fehruz şahsında bütün kadınları çalışmalarımın teması olarak belirledim.
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü nedeniyle bu yazıyı sizinle paylaşıyorum. Mücadelenin böylesi zamanlarda doruğa ulaştırılması artık kaçınılmazdır. 25 Kasım’da mücadelenin boyutunu anlayabilmek için ise yukarıda yaşadığım hikâye benim yoluma ışık olmaktadır.
Bugün dünyanın her yerinde kadınlara yönelik sistematik şiddet artarak devam ediyor. Mısır, Tunus, Suriye ve Lübnan, İslami baskı altında tutulan İran, ganimet olarak görülen Êzidî kadınlar, kürtaj hakları elinden alınan ve güvenceleri olan İstanbul Sözleşmesi'nin gaspı ile karşı karşıya kalan Polonyalı kadınlar, mülteci kadınlar, özellikle toplumsal şiddet dışında devletin de çok yoğun bir şiddetine maruz kalan Kürdistanlı kadınlar…
Yarı yolda bizden koparılanlar için daha fazla koşacağız!
Toplumun yüzde 50’sini oluşturan, hareketin dinamosu olan kadınlar, direnişleriyle erkek zihniyetin korkulu rüyası olmuşlardır. Bugün erkek egemen zihniyet, hedeflediği itaatkâr toplumu yaratma ülküsü peşinde koşmaktadır. Bu politikaların esas hedefi ise, kadın bedeni ve cinselliğinin denetlenmesi, erkek egemenliğinin güçlendirilmesidir.
Dünyanın şiddet gören yarısı değil, hayatın yarısı olduğumuzu haykırıyor erkek egemenliğine ve şiddetine meydan okuyoruz. Dünya ancak bizim ellerimizle savaşsız, sömürüsüz, adil ve cinsiyet özgürlükçü olacaktır.
Savaşa yatırılan paranın, askeri harcamaların yarısının kadınların yaşam hakkının korunması için yatırılması, dayanışma evlerinin sayısının arttırılması, kadınlara yeni istihdam alanlarının açılması elzemdir. Biz kadınlar bir kere daha diyoruz ki; doğurmak kadın bedeniyle ilgilidir ve doğurma ya da doğurmama kararını devletler, iktidarlar, erkekler veremez. Sadece ve sadece kadınlar verebilir. Kadınlar olarak, devletin bedenimiz üzerinde otorite kurmasına, erkek egemenliğini her gün yenden inşa etmesine izin vermeyeceğiz
Her türlü cinsiyetçi şiddetin ve eşitsizliğin, savaşın ve sömürünün olmadığı bir dünya özlemi içerisinde dirençle mücadele edeceğimizi bir kez daha belirtiyoruz.
Êbdullah Peşew’in de dediği gibi ‘sizin tohumunuz yeşermez tarlamızda, ölür.’ İnkârcı, retçi, asimilasyoncu hiç kimsenin tohumları bedenimiz, zihnimiz, mücadelemiz üzerinde yeşermeyecek. Bir ferman, bir kırım, bir cinayet daha yaşanmayacak. Bir gülüş daha sönmeyecek. Bir kişi daha eksilmeyeceğiz. Yarı yolda bizden koparılanlar için daha fazla koşacağız!. Fehruz artık esir düşmeyecek! Manas artık işgal edemeyecek, peşmerge bırakıp kaçtı diye yılmayacağız. Biz savunacağız, biz koruyacağız, biz yaşatacağız!
*Norveç Êzidî Kadınlar Dayanışma Derneği Aktivisti