Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
No Result
View All Result

Dünyada Kadın Mücadelesi

Nazan Üstündağ Nazan Üstündağ
13 Aralık 2025
Yazı
0
Dünyada Kadın Mücadelesi
0
SHARES
17
VIEWS
Facebook İle PaylaşTwitter İle Paylaş

Şu anda dünyada kadınlara karşı bir savaş sürdürülüyor. Kadınlara karşı sürdürülen bu savaşı, toplumlara karşı sürdürülen savaştan ayrı ele almak mümkün değil. Birleşmiş Milletler her on dakikada bir kadının öldürüldüğünü söylüyor. Ancak erkeklerin cezalandırılması üzerine kurulan feminist paradigma etkinliğini kaybederek iflas ediyor. Çünkü daha fazla ceza ve koruma talep etmek, devletin gündelik hayattaki güvenlikçi etkisini artırıyor

Dünyadaki muhalif hareketlerin enternasyonalist eğilimleri son iki senedir arttı. Birçok yerde toplumsal hareketler, ulusal sınırları aşacak birliktelikler arayışına girdiler. Büyük ihtimalle geriye doğru baktığımızda Filistin soykırımı ve soykırıma karşı gelme isteği bu gelişimin dönüm noktası olarak anılacak.

Öte yandan Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump’ın hayata geçirdiği çeşitli politikalar da başka bir dönüm noktası teşkil ediyor. Trump’ın politikaları, birçok bağlamda küresel dinamiklerle sadece ülkesel çaplarda başa çıkılamayacağını gösterdi. Bu politikalar arasında diğer ülkelerin ABD’ye olan ihracatını kısıtlamaya yönelik vergiler, Amerika kıtasının diğer ülkelerini de dâhil edecek şekilde göçmenlere karşı açılan savaş, Afrika ve Asya kıtasındaki ülkelerin gittikçe büyüyen dış borçları ve yine aynı ülkelere ABD ve Avrupa’nın yardımlarını büyük ölçüde azaltmaları var. Kısacası faşizmin giderek enternasyonel bir biçimde örgütlenmesi, son yıllarda muhalif hareketlerin mücadelelerinin izleğini değiştirdi.

Aynı çıkarımı kadın hareketleri için yapmak daha zor. Bu yıl, dünya kadın hareketlerinin 1995 yılında Pekin’de yapılan Birleşmiş Milletler toplantısında bir araya gelmesinin 30. yılıydı. Pekin’de kadınlar, “kadın hakları insan haklarıdır” sloganı altında uluslararası örgütleri, özellikle de Birleşmiş Milletleri dönüştürmüş ve hareketlendirmişlerdi.

Bu yıl Pekin’in 30. yıl dönümünde, 1995 yılında yaşanmış başarı kimi zaman gururla, kimi zamansa özlemle anıldı. Kadın mücadelesine bir karamsarlık çöktüğü kesin. Bunun sebebi, Pekin’den bu yana elde edilen kadın kazanımlarına yönelik başlayan saldırılar, mücadelelerin parçalı oluşu, liberal kurumların ve ajandaların mücadeledeki hegemonyası, küresel çapta ortaya çıkan yeni kadın köleliği biçimleri ve cinsiyet eşitliği konusunun ülkelerin ajandalarından birer birer kaybolması. En önemli konu ise o günden bu yana tüm uluslararası kurumların ve feminist hareketlerin önceliği olan kadına karşı şiddetin durdurulamaması, hatta artması.

Hindistan’da toplu tecavüzlerin sayısındaki aşırı artış, tüm Latin Amerika ve Afrika’da kadın cinayetlerinin artarak devam etmesi, bu yıl Türkiye’nin ardından bir Avrupa Birliği ülkesi olan Litvanya’nın İstanbul Sözleşmesi’nden ayrılması, kadınlara karşı şiddetin devamlılığının göstergeleri. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki kürtaj yasaklarının kadınları kriminalize etmesi ve Rusya’nın Çeçen kadın gazetecilerin hapiste ölümüne sebebiyet vermesi ise artık devletlerin kadınları koruması şöyle dursun, kadınların düşmanı hâline geldiği görüşünü pekiştiriyor. Geçen haftalarda ise Meksika Cumhurbaşkanı Claudia Sheinbaum’un kamusal alanda bir erkek tarafından tacize uğraması, kadınların en üst düzeylerde dahi hâlâ kadın kimliklerinden dolayı saldırıya açık hâlinin simgesi hâline geldi. Öte yandan kadınlara karşı saldırıların iç savaşın en belirgin özelliği hâline geldiği Sudan’da her üç kadından birinin tecavüz ve şiddete uğradığı söyleniyor. Bu da artık savaşların kadın bedeni üzerinden gerçekleştiği gerçeğini gösteriyor.

Birkaç sene önce kadın kırımına karşı yeni bir küresel feminizmden bahsediyorduk. Alttan gelen bu küreselleşmenin yarattığı enternasyonalizm, 8 Mart kadın grevlerinde artan bir görünüm kazanıyordu. Ancak COVID salgını bir yandan, uluslararası faşizmin saldırısına karşı feminizmin Polonya’da, Türkiye’de ve ABD’deki hızlı yenilgisi diğer yandan, başka faktörlerle de birleşince şiddete karşı dünya kadın hareketinin biraz da olsa sönümlenmesinde önemli bir rol oynadı. Hindistan, Güney Afrika, Kenya, Arjantin ve Brezilya’da kadın cinayetlerine karşı kimi protestolar düzenlense ve İtalya’da kadın cinayeti tanımı yasaya girse de kadınlar, kadın kırımını azaltacak bir izlek çizmekte zorlanıyorlar.

Üstelik şimdilerde kadınlar yeni bir cephede daha mücadele etmek zorundalar. Sosyal medyayı etkin olarak kullanan ve kendi çevrim içi platformlarında cesaretlendirilen erkekler, siyasetçiler ve gazeteciler başta olmak üzere her yerde kadınlara saldırıyor ve taciz ediyorlar. Kimi zaman bu durum, Arjantin’de geçen haftalarda gördüğümüz gibi, ölüme de sebep oluyor. Yani kadınlara karşı şiddet evden sosyal medyaya, sosyal medyadan eve, sokağa, iş yerine, her yere sinmeye devam ediyor.

Elbette tüm bunlara rağmen kadınlara karşı şiddetle mücadele cephesinde sevindirici haberler de olmadı değil. Örneğin Peru’da yıllar sonra dahi de olsa zorla kısırlaştırılmış yerli kadınların cuntaya karşı açtıkları davayı kazanmaları bir örnek. Fransa’da Gisèle Pelicot’un eşi ve tecavüzcülerine karşı açtığı davayı kazanması ise başka bir örnek. Öte yandan Me Too hareketiyle başlayan ve tacizci erkeklerin ifşa edilmesiyle devam eden hareketler de tüm sorunlarına rağmen dünya çapında ivmesini korumaya ve kadınlara ilham olmaya devam ediyor.

Öte yandan kadın mücadelesinin şiddet alanında karşılaştığı zorluklar ve feminist hareketin küresel bir cephe yaratmada öncü rolünü kaybetmesi, başka alanlarda ivme kazanan kadın mücadelelerini görmezden gelmemize sebep olmamalı.

Bu mücadeleler bize kadınlara karşı şiddet söz konusu olduğunda, cinsiyet ayrımcılığı ve kadın düşmanlığı ile kapitalizm, sömürgecilik, emperyalizm, milliyetçilik ve dinciliğin yoğun iç içe geçmişliğini gösteriyor. Bu iç içe geçmişlik, gittikçe daha fazla eski sloganların yerine yenilerinin gelmesine sebep oluyor. “Kadın hakları insan haklarıdır” ya da “benim bedenim benim kararım” gibi sloganlar yerine “kadını savunmak toplumu savunmaktır” türü bir bakış açısını ortaya çıkarıyor. Bunda burada çok fazla ele alamayacağım insan hakları rejimi eleştirilerinin de ciddi payı var.

Şu anda dünyada kadınlara karşı bir savaş sürdürülüyor. Kadınlara karşı sürdürülen bu savaşı, toplumlara karşı sürdürülen savaştan ayrı ele almak mümkün değil. Birleşmiş Milletler her on dakikada bir kadının öldürüldüğünü söylüyor. Ancak erkeklerin cezalandırılması üzerine kurulan feminist paradigma etkinliğini kaybederek iflas ediyor. Çünkü daha fazla ceza ve koruma talep etmek, devletin gündelik hayattaki güvenlikçi etkisini artırıyor.

Bu seneye damga vuran mücadelelerden biri, feminizm ve kadın mücadeleleri içinde cezalandırma yerine “dönüştürücü adalet” fikrinin yaygınlaşması oldu. Dönüştürücü adalet, toplumsal ilişkileri güçlendirmeye ve toplumsal dönüşüme yönelen bir mücadele aracı ve erkek şiddetini mahkemeye gitmeden önlemeyi önceliyor. Bu fikir, kadınlara karşı sürdürülen savaşı toplum kırımının bir parçası olarak görüyor. Erkeklerle kadınlar arasındaki çatışmayı ait olduğu yere, yani topluma geri döndürmeyi amaçlıyor. Bu sayede toplumsal ve kalıcı bir ahlaki dönüşümün zemininde gerçekleşeceğine inanıyor. Ezilen toplulukların, özelde de siyah toplulukların içinden çıkan bu mücadele biçimi, kadın kırımını bir başka adli mesele hâline getirmeye çalışan liberal söyleme de devleti ve kurumları işe çağırarak güvenlikçi bir yaklaşımı benimseyen feminizme de bir alternatif oluşturuyor.

Bu seneye damga vuran başka bir mesele savaş ve cinsel saldırı meselesi. Savaşlarda ve çatışmalarda yaşanan cinsel şiddet konusu aslında 1990’lardan beri kadınların gündeminde. Nitekim Tigray’dan Nepal’e, Sri Lanka’dan Şengal’e, Bosna’ya kadar her çatışmanın ortaya çıkardığı cinsel şiddet, belki de boyutları ve sonuçları en büyük olan toplum kırım metotlarından biri. Şu anda ise savaş, tecavüz ve cinsel şiddetin en yaygın kullanıldığı ülke Sudan. Sudan’daki toplu kıyımlara rağmen ne orada ne de cinsel şiddet ve çete savaşlarının iç içe geçtiği Haiti’de kadınlar mücadeleyi bırakmıyor. Sağlık hizmetlerini, yemek sağlamayı, çocuklara kolektif bakım vermeyi ve birbirlerine destek olmayı örgütlüyorlar. Cinsel şiddet ve çatışmanın iç içe geçtiği her ülkede, cinsel şiddete karşı mücadele ile barış mücadelesinin birlikte yürüdüğünü görüyoruz. Kadınlar, şiddetin engellenmesinin de şiddet kurbanlarının güçlendirilmesinin de ancak barışın tesis edilmesiyle mümkün olacağını söylüyorlar.

Üçüncü ve hem buna bağlı olarak hem de bağımsız olarak gelişen ve yüzyıla damga vuran başka bir kadın sorunu, yoksulluğun ve yoksullukla gelen şiddetin kadınlaşması ve çocuklaşması. Ölen, hapse giren, iş bulmak ya da başka arzularla göç eden, askerî gruplara veya çetelere katılan, kumar veya alkol alışkanlığına yakalanan, aşırı borçlanan erkeklerin geride bıraktığı kadın ve çocuklar, bugünün yoksullarının çoğunluğunu oluşturuyor. Bu kadınların yeni ve sürdürülebilir geçim ekonomileri yaratmak konusunda onlarca çabası var. Birçok ülkede tarımı canlandırıyor, ekolojik yıkıma karşı önlem alıyor ve temel ihtiyaçlarını karşılamak için kolektif olarak yeni iş alanları yaratıyorlar. Bu alanda STK’lar kimi zaman kolaylaştırıcı, kimi zaman sömürüyü artırıcı roller alıyorlar. Kimi yerlerde kadın yoksulluğu son derece zor şartlarda gerçekleşen bir kadın göçü ile de sonuçlanabiliyor. Pasaportları alınan kadınlar Körfez ülkelerinde köleleştiriliyor, Akdeniz’de kayboluyor. Bu sene ilk kez kadınların hapise düşme hızı erkekleri geçti. Bunun arkasında kadın yoksullaşmasının olduğu söyleniyor. Burada da ekonomik eşitlik, adalet, sürdürülebilir geçim ekonomileri ve elbette sınıf mücadelesi ile kadın mücadelesi birbirinden koparılamaz bir bağlantı içinde.

Dördüncü ve yine bunlarla bağlantılı başka bir mesele ise toprak mücadelesi. Gerçekten de yine Latin Amerika’dan Asya’ya, Afrika’ya ve Avustralya’ya uzanan bir biçimde yerli halklar, topraklarını devletlere, şirketlere ve arazi sahiplerine karşı korumak ya da zorla alınmış topraklarını geri kazanmak için büyük bir mücadele veriyorlar. Bu mücadelelerde kadınlar öncü rol oynuyor; ancak çok yakın zamanda Brezilya’da, Filipinler’de ya da Şili’de olduğu gibi sıklıkla öldürülüyorlar. Bu mücadeleler aynı zamanda devletsiz toplulukların otonomi ve özgürlük mücadeleleri. Üstelik bir kez daha bu mücadelelerde hem kadın ve toplum savunmasının iç içeliği hem de küresel kapitalizm, emperyalizm, patriyarka ve ulus-devlet düzeninin ortak örgütlülüğü öne çıkıyor.

Beşinci olarak ise faşist enternasyonalin küresel bağlamda kadınların üreme özgürlüğüne, LGBTİ+’lara ve muhalif örgütlenmelere tek elden saldırısına tanıklık ediyoruz. Bu sene Uganda’nın ardından Mali’de de eşcinsellik yasaklandı. Amerika Birleşik Devletleri’nde birçok kadın, sadece internette “kürtaj” kelimesini aradıkları için gözaltına alındı. Bu bağlamda demokrasi ve kadın özgürlüğü mücadelesinin ortaklığına dikkat çekmek gerekiyor.

Kısacası kadınlar şiddete karşı mücadeleye devam ediyor. Bu sene, büyük oranda kadına karşı şiddetin diğer şiddet biçimleriyle sıkı ilişkisine dikkat çekilen bir sene oldu. Feministlerin öncülükte geriye çekildiklerine tanıklık ettik. Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası kuruluşların kadınları korumak üzerinden tarif ettikleri misyon, duraklama hatta gerileme devrinde. Bayrak şimdi toprak hakkı, çevre hakkı ve barış hakkı için mücadele eden ve topluluklarını ve topraklarını korumak ile kendilerini korumak konusunda ayrım gözetmeyen kadınların elinde gibi görünüyor.

Etiketler: Birleşmiş MilletlerCOVIDDünyaFeminizmİstanbul SözleşmesiKadın DayanışmasıKadın haklarıKadın MücadelesiKürt kadın mücadelesiSavaşSayı 146
Önceki İçerik

Hakların En Sessize Alınmışı: Anadilde Eğitim ve Kürtçe’nin Kamusal Görünmezliği

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

No Result
View All Result
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.