Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
No Result
View All Result

Ekolojik Yaşam’ın Başlangıcı Olarak “Barış”ı Düşünebilmek

Leyla Çite Leyla Çite
28 Eylül 2025
Yazı
0
Ekolojik Yaşam’ın Başlangıcı Olarak “Barış”ı Düşünebilmek
0
SHARES
40
VIEWS
Facebook İle PaylaşTwitter İle Paylaş

Toplumsal hak ve statülerin kazanılması, onarıcı adalet gibi konuların konuşulduğu barış sürecinden geçerken aynı varlık ve haklar savaşın çok daha geniş ve görünmez kılındığı hallerde sömürü altında iken gerçek bir barıştan bahsetmek mümkün hale gelmez. Aslında barış sürecine devletin, tüm öznelerin ekolojik bir bakış ve etikle yaklaşması demokratik bir bakışı da doğasında barındırmaktadır

Bir kurum olarak “savaş” yaşam varlıklarını ve yaşamın kendisini yok etmeye dayanan tahakkümün en yıkıcı boyutu olarak karşımızda duruyor. “Savaş, en büyük ekolojik yıkımdır” söylemi savaşın taraflarıyla birlikte tüm yaşama ve onun üyelerine yönelik bir saldırı olması sebebiyle ve bu yıkıcılığın tüm yaşam varlıklarını kapsamasından ileri geliyor. Barış’ı şart koşmak, yaşamdan yana durmayı seçmek tam da bu noktada varlıkların kabulü ve yaşamını savunan bir başlangıç olarak ekolojik yaşamın da ön koşuludur.

Demokratik Toplum ve Barış çağrısıyla birlikte yaşanan tarihsel süreçte farklı coğrafya ve ülkelerde yaşanan deneyimlere benzer şekilde ‘barış’ konuşulurken yaşamın tüm üyelerine ve yaşamın bizatihi kendisine karşı savaşçı-tahakkümcü ilişki biçimlerinin daha da derinleştiğini görüyoruz. Bizlere çoklu krizler yaşatılan bu kaoslar döneminde başka bir yaşam ve anlam mücadelesinin en çok büyüdüğü yerde tahakküm sistemlerinin saldırılarının da bu denli artması kaçınılmaz. Belki de önemli hale gelen mesele krizlerden çıkış yolunu yerelden evrensele doğru örgütlemek; toplumsal olan ve doğal olan içindeki değişimleri, çelişkileri birlikte okuyabilmek ve düşünebilmek.

“Toplumsal olan “ekolojik”, ekolojik olan “toplumsal”dır tespiti doğal-biyolojik varlık olan insanın ömrü 20 milyarı aştığı düşünülen evren tarihinde evrimsel gelişimini toplumsal politik bir varlık haline gelene dek tamamlamaya devam ettiği ve buradan doğru öz bilince ulaştığı gerçekliğinden gelir. Toplumsal olanın doğal, doğal olanın toplumsal olandan ayrılmasıyla gerçekleşen kopuşlar bugün uçuruma dönüşen doğa-kültür ilişkisinin temellerini oluşturmuştur. Elbette ki evren varlığının bize anlattığı hikaye evrenin ikilikler, başlangıç bitişlerden çok daha fazlası olduğu, toplumsal ve doğal olanın birbirinden uzaklaşsa da birbirinden tamamen kopmadığı ile ilgilidir. Tıpkı tüm savaşçı, tahakkümcü sistem ve anlayışlara karşın hakikati unutulmayan ve pratik eylemleri her daim devam eden özgürlük ve direniş hareketleri gibi.

Dünyanın farklı coğrafyalarında gerçekleşen ekolojik kriz ya da olayların en küçük ekosistemden en büyüğüne birbirine etki ettiği, evrenin ilişkisel bir döngüde birbirine görünmez bağlarla bağlı enerjiler, varlıklarla sarılı olduğunu söyleyebiliyoruz. Bugün Mersin Akkuyu’da gerçekleşecek bir nükleer patlamanın tüm dünyaya etki etmesi yahut iklim değişikliğinin sonuçlarını tüm dünya birlikte hissediyor ve yaşıyor olduğumuz gerçeği gibi Türkiye’de gerçekleşecek barış ve demokrasi adımlarının başta Ortadoğu ve dünyadaki tüm halklara etki edeceği de bir gerçekliktir. Ekolojik bilinç esas olarak parçadan bütüne bu döngüselliği ve diyalektiği görmek, yaşamı bu etkileşimsel diyalektikte okumakla başlayabilir.

Kendi yerelimizden evrene bu ilişkisellikle baktığımızda barışın sadece toplumsal alanda dönüşecek barışçıl ilişkilerle gelmeyeceğini biliriz. Tıpkı özgürlük kavramının sadece insanlar ya da sadece bazı halklar için gerçekleştiğinde tüm yaşam ve onun varlıkları adına da  “özgürlük” anlamına gelmeyeceği gibi. Barışın ekolojisini kurmak yaşamın tüm üyeleri arasında kurulacak tahakkümsüz bir ilişki biçimini ve tüm yaşam varlıkları için özgürlüğü, doğal varoluşu gerekli kılar. En azından bu ideale doğru yol almak adına var olan ekolojik yıkımlara, doğanın ve yaşam varlıklarının kolonyal bir anlayışla sömürgeleştirilmesine karşı barışın ön koşulu olarak etik ekolojik bir duruşu savunmayı ve sürece bu etik anlayışı dayatmayı gerektirir. Dayatmayı gerektirir diyorum çünkü erkek egemenlikli işleyen devlet anlayışı ve sermaye güçleri doğanın, havanın, suyun, ağacın, kurdun, kuşun varlığını ve özgürlüğünü kabul noktasına yakın durmayı bırakın onlar üzerinde kurdukları bu tahakküm ve mülkiyetten vazgeçmekten çok uzaktalar. 90lı yıllarda özel savaş politikalarıyla, güvenlik adı altında kurulan barajlar, köy yakmalar, boşaltmalarla yaşamın tümüne karşın yürütülen Ekokırım şimdi şirketler eliyle; vahşi madencilik, siyanürlü altın madeni arama, GES’ler, HES’ler ve onlarca talan türüyle yine sonuçları zorla yerinden edilme, insansızlaştırma olacak şekilde yürütülmekte. “Bugün bölgede yürütülen ekokırıma toplumsal ekoloji perspektifinden bakıldığında, bölgedeki bu madencilik furyası insan topluluklarının ve doğanın benzer şekilde tahakküm altına alındığı bir sömürü düzenine işaret eder. “Güvenlik” söylemi, ekolojik tahribatlara dair her türlü itirazı bastırmanın aracı haline gelmiştir. Doğa, bir kez daha hem savaşın hem kapitalist çıkarların kıskacında nesneleştirilmiştir. Bu durum, barışın yokluğunda ekolojik yıkımın ne denli kolaylaştığını göstermektedir. Savaşın devamı sadece silahların patlamasıyla değil, aynı zamanda doğanın sistematik biçimde metalaştırılmasıyla da sürdürülmektedir.”(1) Son yıllarda her şehrin doğal varlıklarına dönük yapılan saldırılar, orman yangınları (bilinçli yahut bilinçsiz), ağaç kesimleri de yerelden evrensele biyolojik çeşitliliği hedef almış; kimi coğrafyalarda onarılması güç kırımlara sebep olmuştur.  Güvenlik politikası olarak ormansızlaştırma, doğayı düşman görülene karşı pasif bir siper olarak kullanma haline sermayenin de yıkım talan politikalarına dahil edilmesiyle sömürü ve rant alanı olarak doğanın kazanç aracına dönüştürülmesi de eklenmiştir.

“Toplumsal Ekoloji perspektifinden bakıldığında bu durum bir “ekosoykırım” olarak adlandırılabilir, yani belirli bir bölgenin ekolojisinin bilinçli politikalarla yok edilmesi ve o bölgenin insansızlaştırılması sürecinin iç içe geçmesidir.”(2)

Doğanın insansızlaştırılması, insanın da doğasızlaştırılması anlamına gelir. Tüm ekokırımlarda savaşçı ilişki biçiminin bütünü oluşturan özneleri ayırması ise evren birliğine ve özgür varoluşa yönelik bir savaştır esasında. Kürdistan coğrafyasında toplumun yaşam alanlarına, doğal alanlara yapılan saldırılar etkileri ve sonuçları düşünüldüğünde tarih, kültür ve kimliğe dönük de bir kırım olarak kendini göstermeye devam etmektedir. Toplumsal hak ve statülerin kazanılması, onarıcı adalet gibi konuların konuşulduğu barış sürecinden geçerken aynı varlık ve haklar savaşın çok daha geniş ve görünmez kılındığı hallerde sömürü altında iken gerçek bir barıştan bahsetmek mümkün hale gelmez. Aslında barış sürecine devletin, tüm öznelerin ekolojik bir bakış ve etikle yaklaşması demokratik bir bakışı da doğasında barındırmaktadır. Çünkü yaşamın bilgisi olarak gördüğümüz ekolojiyi demokrasiden ayrı tutmak mümkün değildir.  Yaşamın bilgisini ahlaki politik ilkelerle birleştiren toplumsal güç, her varlığın iradesi ve öz gücüyle var olduğu komünle kolektif aklı ve demokrasiyi yaratır.  O nedenle de ekolojik olan demokratik, demokratik olan ekolojiktir sözünü eyleme yansıtabiliyorsak etik ekolojik bir noktaya gidebiliyoruz demektir. Somut bir örnekle üzerine düşünecek olursak Kulp Hesandin yaylasında yaşayan köylülerin kendilerine ait karar mekanizmalarıyla yaşadıkları yerle ilgili söz kuramamaları “demokratik” olmayan bir yönetim biçimine, bununla birlikte doğanın ve varlıkların da özgür olamadığı, özne olamadığı, özne şirketlerin yaşam varlıklarını nesneleştirdiği ve orada vahşi madencilik yürütmeye çalıştığı pratik ise “ekolojik” olmayan bir duruma işaret eder. Ekolojik olmayan demokratik, demokratik olmayan ekolojik olamamıştır. Demokrasiyi hakikatine kavuşturacak şey ise yaşamın tüm varlıklarını   var oluş biçimiyle, özgünlüğüyle, özgür varoluşuna ulaşmayı destekleyecek şekilde alan açacak olan ve varlığın sözünü meclise taşıyacak olan ekolojik etik bakıştır. Tüm bu kesişimsellikler içinde yaşam alanlarımız, yaşam varlıkları için bir barış ortamı olmadığı; coğrafya ve doğa özgürleştirilmediği sürece toplumsal alan için gerçekçi bir barışın mümkün olamayacağını biliriz. Çünkü dağlardan akan özgür suyu içememek, tahakkümcü ilişkilerle bozulmamış doğal oksijenle ciğerlerimizi dolduramamak, doğa sömürüsü ve kadın, çocuk emeği sömürüsü dolu besinlerle yaşamımızı geçirmek de aslında yaşamın döngüsü ve bizler üzerinde yürütülen savaşın bir ömür yavaşça yaşadığımız sonuçlarıdır.  Demokratik toplum şiarıyla örülmek istenen Barış süreci ise biz kadınlar ve yaşam savunucuları olarak tüm yaşam varlıkları arasında örülecek barışçıl, tahakkümsüz ilişkileri ve demokratik ekolojik bir yaşam pratiğini ; 3.doğaya doğru bir adımı da ifade ediyor.(doğanın ve toplumun tekrar uyum ve denge içeren bir ilişkiye ulaştığı, bütün haline geldiği yeni bir yaşamı ifade eden kavram;3.doğa) Gerçek anlamı toplumsallaştırıldığında  ve pratiğe döküldüğünde esasında tüm yaşam için ,yaşamın tüm üyeleri için “Ekolojik Yaşam” ; sonsuz bir barışı , savaşçı tüm ilişkileri sonsuz reddedişi  ; yeniden bütünleştiğimiz  doğal varoluş ve özgürlük halini ifade edebilir.

Son Not:

  • Ekolojik Yaşam dergisi, Barışın Ekolojisi sayısı / Savaşın Ekolojik Boyutu ve Barışın Ekolojisi/Agit Özdemir (s. 51)
  • Ekolojik Yaşam dergisi, Barışın Ekolojisi sayısı / Savaşın Ekolojik Boyutu ve Barışın Ekolojisi/ toplumsal ekoloji perspektifinden bir inceleme Agit Özdemir (s. 44)
Etiketler: Doğadoğa katliamıDoğa talanıdoğa ve kadınFeminizmKadın MücadelesiÖzel savaş politikalarıSavaşSayı 135
Önceki İçerik

Eğitim Politikaları İle Toplumsal İnşa

Sonraki İçerik

Doğanın Bedeni- Tanrıçaların Besta’da Dirilişi

Sonraki İçerik
Doğanın Bedeni- Tanrıçaların Besta’da Dirilişi

Doğanın Bedeni- Tanrıçaların Besta'da Dirilişi

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

No Result
View All Result
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.