Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast
No Result
View All Result
Jin Dergi
No Result
View All Result

Manifesto Okumalarından Notlar

Medya Doz Medya Doz
20 Temmuz 2025
Yazı
0
Manifesto Okumalarından Notlar
0
SHARES
367
VIEWS
Facebook İle PaylaşTwitter İle Paylaş

En kutsal davalar için verilen savaşlar bile fazladan bir damla kan dökmeye başladığında birçok anlamı anlamsızlaştırmaya yetiyor. Kürt halkı olarak ne kadar istemesek de bu anlam yitimini yaşadık. Toplumsal, kültürel ve tarihsel varlığımızı kabul ettiren bir savaş verdik fakat anlamsal varlığımızı yitirmenin eşiğine de getirildik

İmralı’dan çıkan son eser ile yorgun zihinlerimiz yeni bir enerji ile tanıştı. Belki de geleceğimizi şekillendirecek olan manifesto artık herkesin ulaşabileceği bir eser. Manifestoyu okurken olmazsa olmaz iki gerçeklik ile karşılaşıyor insan biri; eleştiri ve öz eleştiriyi doğru yapmak, iki; değişim ve dönüşümü özgürce yapmak… Bu iki gerçeğe göre kendini örgütlemeyenler sadece bu sürecin dışında kalmaz onurlu olan yenilenme eyleminin de dışında kalır. Manifesto da dikkat çekici binlerce kavram var ve her kavram insanı farklı bir anlama yakınlaştırıyor. Bu kavramlardan tarih, anlam, doğa ve komün kavramları ise bilmek için değil, anlamak ve doğru yaşamak içindir.

“Tarih”

Tarih algısı ile sınandığımızı çözmek gerekiyor. Daha doğrusu inşa edilen tarih bizi sınıyor. Bu sebeple olacak ki sayın Abdullah Öcalan tarihin sosyolojisini yaparak, sosyolojiye de tarihsel bir kimlik kazandırıyor, toplumsallığı ve kadın eksenli bir bakış açısını toplumsal tarihin ana sütunu olarak belirliyor. Birçok konuda yeni yorumlar, yeni tanımlar getiriyor. Bu esnek ve özgür zihnin ürünü olan eser, bizdeki katı zihinsel katmanları da açığa çıkarıyor. Egemenlerin çizdiği sınırlarda şekillenen Kürt ve kadın bilinci, kendini özgürce tanımlamaktan mahrum bırakıldığı için özgür yaratımlara da adım atamıyor. Kastik katillerin çemberinde yaşam mücadelesi veren, bu mücadele içinde şekillenen tarihsel bir sosyolojimiz var. Kürdün ve kadının bilinci dışardan enjekte edilen tanımlamalar ile bezendiği için öz bilinç, öz irade, öz saygı kavramları algılarımızda kafeslenmiş bulunuyor. Esasta bu antropolojik bir faciadır. Akış halimiz, donmuş bir gerçekliğe çarptığı için özgün tarih yorumlarımız gelişmiyor. Özgür cins, özgür birey, özgür toplum olamama halimize yeterince öfkelenemiyorsak biraz da var olana alıştırılmış olduğumuz içindir. Yeterince sorgulamayan, gerektiğince isyan etmeyen, eşyanın tabiatı gereği değişmeyen ve değiştirmeyen zihinsel hal, esir alınmıştır. Bunu itiraf edememek özgür düşünmekten kaçmaktır. Sayın Abdullah Öcalan’ın dediği gibi “gözlerimizin önündekini bile görememek” nasıl bir tuzağın içine çekildiğimizin göstergesidir. Kürt ve kadın olarak örtülü bir tarihin rehineleriyiz ve bütün insanlık tarihini özgür bir zihin ile yorumlamadan bu rehin olma halinden kurtulmamız zordur. İktidarın bütün formasyonlarını deşifre etme aklına ulaşmak gerekir ki bu bin bir hile ile kurulmuş tuzaktan kurtulabilelim.

Kendimiz olabilmek için her şeyden önce kendi tarihimizi kastik katillerin elinden kurtarabilmeliyiz. Yanlış yazılan, örtülen, çarpıtılan bir tarihin bireyi olmak, yanlış, örtük ve çarpık olmaktır. Bu sebeple tarihin karanlık dehlizlerine inip özgür bir zihin ile cesur tarih yorumcuları olmak gerekmektedir, belki o zaman karanlıkların bile aydınlık ile anlam kazanabileceğini önce kendimize sonra da bütün insanlığa anlatabiliriz. Çünkü Sayın Abdullah Öcalan’ın yeni tarih yorumlarından da anlıyoruz ki insanlık tarihinde sorun olan en temel gerçek, anlam yitimi ile ilgilidir. Tarih boyunca egemenlerce yapılan anlam spekülasyonları, insanlık tarihine yapılan birer onur ve itibar suikastıdır. Kastik katillerin, insanlığın tarihi değerlerine kastetmesi belki de böyle başlamıştır. Binlerce yıl yanlış tarih ile yaşamak, yanlış yaşamaktır. Bu anlamda tarih yanlış ama ben doğru yaşadım demek ancak katı dogmatiklerin inanış biçimi olarak tezahür edebilir. Bazı yanılgılardan kurtulmak biraz da kendi momentumunu, kendi zamanını, kendi enerjini bulmak ile ilgilidir. Böylece kendisi ile tanışan insan tarihi ile de tanışır. İnsanlık, kadın ve Kürt tarihleri üzerine yoğunlaştıkça kendimiz ile tanışacağımız aşikâr fakat bizim gibi bir halkın sadece tarihi ile tanışması yetmeyecektir bir de tarihimiz ile barışmalıyız. Tarihine ve talihine küsmüş bir halkın kadınları olarak biliyoruz ki bizdeki bu tarifsiz hüzün büyük kaybedişlerin sonucudur. Belki de bu yüzden bu kadar amansız kavgalara giriştik. Şimdi kavgalarımızın ürününü toplamanın zamanına çok yakınız. Jineoloji ile edindiğimiz bilinç önümüze heyecan dolu tarihsel yollar ve yolculuklar seriyor. Kadınlar olarak sadece zamanın değil, mekânın da hafızasını canlandırma görevimiz var.

“Anlam”

Manifestoda dikkat çeken bir diğer kavram da anlamdır. Anlamı, acımasız gerçeklerin çarkında öğütemezsiniz, öğütülmez, öğütülmemeliydi ama bize uygulanan inkâr, imha ve asimilasyon en çok anlamımızı öğüttü. Yine halk olarak ezberleri bozamayan, cesur adım atamayan, alıştırılmış çaresizliğimiz en çok anlamı öğüttü. İçine çekildiğimiz varlık savaşı, zamanla uzayan savaşlar silsilesine dönüştü. En kutsal davalar için verilen savaşlar bile fazladan bir damla kan dökmeye başladığında birçok anlamı anlamsızlaştırmaya yetiyor. Kürt halkı olarak ne kadar istemesek de bu anlam yitimini yaşadık. Toplumsal, kültürel ve tarihsel varlığımızı kabul ettiren bir savaş verdik fakat anlamsal varlığımızı yitirmenin eşiğine de getirildik. Varlığımızı anlamsızlığın pençesinden kurtarmak sanıldığından daha zordur. Masum fikirler ile başlayan, sosyalizmi savunan, demokrasi ve özgürlük isteyen hareketlerin birçoğu içine çekildiği şiddet sarmalında eksen kayması yaşayıp zamanla savaştığı karşıtına benzemeye başladı. Kürt halkı olarak bu konuda çok direndik, kötülüğe yenilmedik ama iyiliğin zaferini de ilan edemedik.

Anlam yitimi ideolojik iflas demektir. Anlamadım, diyerek bu iflas gizlenemez, ancak kendini kandırmak olur. Şunları diyebilmeli ve özeleştirisini verebilmeliyiz: İktidarcı fikirler beynimi hırpaladığı için doğru anlamıyorum. Dogmalarım olduğu için iyi anlamıyorum. Kişiliğimi xwebun gerçekliği ile yaratmadığım için güzel anlamıyorum demek mantığa daha uygundur. Anlam gücünü ve inancı birbirine karıştırarak anlama da bir kalıp bulmak, anlamlara değişmezlik atfetmek, anlamı katı bir inanca dönüştürmek, özgür düşünmenin yasaklandığı toplumlara has bir özelliktir. Bilmeliyiz ki katı inançlar tuzaklar ile doludur ama değişken ve özgür anlamlar, eski kalıpları kırıp yeni kapılar açar. Tek düzeliğin dayatması altında yeni görüşler boy veremiyorsa demokrasiden bahsedemeyiz. Bu sebeple Sayın Abdullah Öcalan’ın başlattığı değişim ve dönüşüm sürecinde en çok ihtiyaç duyacağımız şey anlam gücü olacaktır. Ontolojik olarak anlam kazanmalıyız. Bu anlam zamanını umut zamanı olarak da değerlendirmek doğru olandır.

“Doğa”

Anlam arayışının sonsuzluğu heyecan verici olduğu kadar doğanın hakikatini ve diyalektiğini anlamak da heyecan vericidir. Hiçbir şeyin olduğu gibi görünmediğini doğa sayesinde görüyoruz. Doğayı anlama arayışları bilinci açan bir gerçekliğe sahiptir. Doğaya bağlı olma halimiz, bize enerji veren bir gerçekliktir. Doğa sürekli değişim ve dönüşüm halindedir. Eğer bizde tekrar varsa bu doğadan kopuşumuzu ifade eder. Doğadan kopma hali yaşamdan kopma halini ifade eder. Doğadan öğrenmeyi bıraktığımız zamanlar, erkek dünyasının yanıltıcı bilimciliğine mahkûm olduğumuz zamanlara tekabül ediyor. Kadınların doğadan kopuşu ve eve kapatılışı ile beraber yaşamın, tarihin seyri değişmiştir. Doğadan kopuş ile beynimizin kodları ile oynanması aynı zamana denk geliyor. Kendini ifade etme alanlarımızın azalması da doğadan kopuş ile başlıyor. Bu anlamda kendini ifade edememek bir boğulma halidir. Böylece ifadesiz kadın, boğulan toplum gerçekliğini doğuruyor. Bizi doğuran doğadan kopuş hali öz benliğe yabancılaşmayı da beraberinde getiriyor. Böylece kadın erkeğe, erkek topluma, toplum hakikat algısına yabancılaşıyor. Doğadan kopan insanın beyni ile sadece oynanmamış, beyni laboratuvara alınarak yeniden yapılandırılmış. Bu anlamda doğaları; tekrardan tanımlamak, birinci, ikinci ve üçüncü doğanın ufuk açıcılığında tarihe ve geleceğe bakmak gerekecek. Her zaman birbiri ile savaş halinde olan kadın ve erkek, toplum ve birey, ezen ve ezilen gerçekliği, mutsuz yığınlar yaratmaktan öteye gidemiyor. Şimdilerde bütün toplumlar, bütün kadınlar, bütün erkekler fazlasıyla mutsuz çünkü doğadan kopuk. Mutsuzların birbiri ile savaşından kurtulmanın bir yolu da kendi doğamız ile tanışmaktan geçiyor. Her varlık özünü bulduğunda, doğa ile buluştuğunda mutlu olabilmesi de olasılık dahiline girecektir. Bu ihtimal bile insanı mutlu ediyor.

“Komün”

Yeniden yorumlanmaya muhtaç olan bir kavram da komündür. Klan ile başlayan komünal zihniyet, komünal kültür, toplumu bir arada yaşatan bir gerçeklik olması itibariyle günümüze uyarlama ve örgütlenmenin temel formasyonu olarak ele alma ihtiyacı doğmaktadır. Devlet olgusu ise toplumu dağıtıcı bir etkiye sahip olduğundan burada bir mücadele alanı açmak kaçınılmazdır. Demokratik modernitenin kimliği komün olduğu için devletler ile çelişki ve çatışma halindedir. Bu anlamda Kürdistan’da da devletçi ve tekçi kapitalist modernitenin saldırılarına en çok maruz kalan komünal değerlerdir. Egemenler karşısında komün olarak kalmak, toplumu ayakta tutan bir gerçekliktir. Kendine yeten komün, sınıfsal tutumdan uzak durur. Komünal toplum için örgütlü durmak bir zorunluluktur. Değerlerini savunmak da komünal toplumun diğer bir özelliğidir. Komünal toplum kendini yöneten toplumdur. Zira yönetme erki devlet ile kodlanmış olsa da esas yönetici güç toplumun iç dinamiğinde gizlidir. Bu anlamda komünal yaşayan toplum parçalanamaz. Bunun bilincine varan toplum, başka sistemde yaşamayı tercih etmez. Bu komünal yaşam tercihi, özgür tercihli toplumsallığı da doğurur. Kendine sosyalist diyen her bireyin yeni çalışma alanı, inşa ve dönüşüm alanı komündür. Sosyalist yaşamın özünde komün varsa her birimizin komünalist olması önünde de bizden başka engel yoktur.

Etiketler: AnlamDoğaKadın MücadelesiKomünKomün ve KadınKürt kadın mücadelesiKürt kadınlarSayı 125
Önceki İçerik

İstanbul Sözleşmesi’nde Biz Neredeyiz? 

Sonraki İçerik

Demir Eridi, İrade Kaldı: 11 Temmuz

Sonraki İçerik
Demir Eridi, İrade Kaldı: 11 Temmuz

Demir Eridi, İrade Kaldı: 11 Temmuz

Bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

No Result
View All Result
  • Yazarlar
    • Yazarlar
    • Konuk Yazarlar
  • Söyleşi
  • Portre
  • Çeviri
  • Jineolojî
  • Ekoloji
  • Kültür-Sanat
  • Dosya
  • Sayılar
  • Podcast

© 2024 Jindergi. Tüm hakları saklıdır.