11 Temmuz’da Dukan’da yalnızca silahlar bırakılmadı; bir halk, tarih sahnesine yeni bir sözle çıktı. Artık eller tetikte değil, inşada
Hewlêr’den sabah yedide çıktık,
Gözlerde umut, yüreklerde tarih…
Her adım bir hatıra,
Her nefes bir kavganın iziydi.
İlk durak: Mehmud Berzenci
Kürdistan’ın derin yüreği,
Tarihin fısıldadığı bir alandı orası,
Şikefta Casenê…
Mağaralarda yankılanan yeminlerin tanığı.
Tarihi anlar,
Ancak tarihi yerlerde filiz verir.
Çubuk Barajı’nda başlatılan bir yürüyüştü bu,
Abdullah Öcalan’ın pusulasında
sessizlikten doğan en büyük çığlık…
Ve şimdi…
Dukan’da,
Tarihin nabzı yeniden attı.
Otuz yürekli insan,
Silahlarını bıraktı o taş mağarada
Ama silahlar değil,
bir halkın özgür iradesi yankılandı kayalarda.
Bu sadece bir imha değil,
Bu bir başkaldırının yeni evresiydi.
Barışa uzanan eller,
Demokratik bir toplumun temellerini kazıyordu.
Anlar…
Kürtler için hep kutsaldır.
Her takvim yaprağı,
Öcalan’ın düşünce atlasında bir yol,
bir iz, bir ışık…
Evet, 11 Temmuz’du.
Tarihe kazınan bir sabah.
Adı “silahsızlanma”ydı belki,
Ama özü:
İnkarın bittiği, varlığın tanındığı o andı.
Ve bir anne –
İki evladını özgürlük uğruna toprağa veren –
Başını dimdik tutarak dedi ki:
“Mutlaka sonuç alacağız.”
İşte o cümle,
Bütün açıklamaların kalbiydi.
Silahlar sustu,
Ama bir paradigma konuşmaya başladı:
Kadınların ve gençlerin öncülüğünde
Yeni bir yaşam doğuyordu.
Ve o yaşam;
Meşakkatli ama onurluydu.
Bu yolda,
Yol da kadındı,
Yolcu da…
Özgür irade,
Her adımda biraz daha büyüdü.
Ve alana döndüğümde…
Gözlerimde bir an,
Dudaklarımda bir slogan duruyordu:
“Umudumuz güçlü, çünkü Önderliğimiz var.”
Sahnede Hayatın Kendisi Vardı.
Ve sonra…
O anın sahipleriyle buluşuyorum.
Ekranlardan tanıdığımız simalar,
Sürekli röportajlarda yüz yüze geldiğimiz o yüzler…
Ama bazılarını,
O şikeftin ağzında,
Oval bir halka olmuş otururken tanıyoruz.
Bakışlarında sessizlik,
Ama içlerinde çağlar konuşuyor.
Gazetecilere tebessümle baş sallıyorlar.
Zaman kısa, an çok,
Sözler seçiliyor dikkatle.
Aralarında,
Beyaz saçlarıyla dinginliğin ve bilginin sureti olan Tekoşin Ozan…
Yoğun röportaj akışı içinde,
Nazikçe geri çeviriyor isteğimi.
Ama araya sıkıştırdığım küçük bir soru,
Kalbinin kıyısına dokunuyor:
“Aşağıya indiğinizde ilk ne düşündünüz?”
Kısa bir tebessüm,
Ve ardından gelen o sade, ama derin cümle:
“Sahneye çıktığımda, demokratik toplumun oluşum biçimi gözümde belirdi.”
İşte bu,
Bir halkın hayalini zihninde taşıyan birinin diliyle dökülmüş hakikatti.
Sonra diğerlerine yöneliyorum.
Kısa ama anlamlı sorular…
Bir sorumda:
“Merasimi nasıl gördünüz?”
İçlerinden biri,
Bir soruyla cevap veriyor:
“Asıl siz gazeteciler nasıl gördünüz? Biz o ana odaklanmıştık…”
Ve bir başka ses,
Törende Kürtçe metni okuyan Nedim Sever,
Verdiği bir röportajdan dönerken sohbete katılıyor.
Sormadan edemiyorum:
“Tarihi bir anda olmak nasıl bir duyguydu?”
Herkesi gözlemlemiş…
Merdivenlerden inmiş,
Sandalyeye oturmuş,
Ama o yoğunlukta sloganları duymamış olacak ki,
Şöyle soruyor hafif bir şaşkınlıkla:
“Sloganlar atıldı mı acaba?”
Gülümsüyoruz…
Evet, hem girişte hem çıkışta.
Cevabı duyunca,
Sandalyeye biraz daha yaslanıyor,
Omzundaki yük hafifliyor sanki.
Tam o sırada,
Grubun öncülerinden Bese Hozat,
Mağaranın içine giriyor.
Selamlaşıyor…
Yanındaki yabancı gazeteci soru yağmuruna tutunca,
Ben araya girip soruyorum:
“Bundan sonra ne olacak?”
Cevabı net, ağır, sorumluluk yüklü:
“Biz ciddiyiz. Adımlarımız da bu yönde.
Önderliğimizin de belirttiği gibi,
Devletin de bu adımları aynı ciddiyetle atması gerekiyor.”
Sözler tamamlanır tamamlanmaz
Spontane başlayan başka bir röportaja geçiyor.
Grubun gençlerinden biri,
Bir kadın gerilla,
Gülümseyerek dudak kenarındaki uçuğu gösteriyor:
“Hazırlıklar çok yoğundu… ondan çıktı,” diyor.
Gülüşü yorgun ama yürekli.
Bir yara değil;
Bir mücadele izi sanki.
Hepsi tek tek,
Sözlerini, bakışlarını, yüreklerindeki hikâyeleri bırakıyorlar bize.
Son sorular da soruluyor,
Cevaplar da alınıyor.
Ve artık ayrılık zamanı.
Yakılan silahlar…
Kepçe yardımıyla bir bir kaldırılıyor.
Kazanlar büyük,
Ama silahların eridiği kadar
bir çağ da geride bırakılıyor.
Yeni bir tarih,
Yeni bir eşik,
Ve biz,
Bu yolculuğun tanıkları olarak
Sessizce ayrılıyoruz o kutsal alandan.
Ama içimizde,
yanmaya devam eden bir meşale daha var artık.
Gözümüzle gördüğümüz,
yüreğimizle hissettiğimiz,
zihnimizdeki o beyazlıkla hakikatin buluştuğu noktada —
gürleşen bir sesle dönüyoruz geriye…