Ancak bizler biliyoruz ki direniş, anlamdan doğar. Kadın, eğer kendi özüne ve hafızasına geri dönerse, özel savaşın tüm araçlarını işlevsiz kılabilir. Bu nedenle kadınların bilinçlenmesi, örgütlenmesi ve özgürlük çizgisinde kenetlenmesi hayati önemdedir. Kadın eksenli bir yaşam, ancak özel savaşın tüm ağlarını delip geçen bir bilinçle mümkündür
Evrenin varoluşsal dengesi, doğa, insan ve yaşam arasındaki ahengin sürdürülmesini gerektirir. Ne var ki, bu dengeyi alt üst eden egemen zihniyet, sadece doğayı ve toplumu değil, kadın bedenini ve ruhunu da bir savaş alanına çevirmiştir. Özel savaş politikaları tam da bu noktada devreye girer. Silahsız ama sistematik; görünmez ama yıkıcı bir savaş biçimi olarak özel savaş, kadınların öz benliğini, kimliğini ve toplumsal varlığını hedef alır.
Özel savaş, doğrudan fiziki saldırıdan çok daha fazlasıdır. Kadının aklına, ilişkilerine, inancına, toplumsal rollerine sinsice sızarak parçalamayı hedefleyen bir psikolojik kuşatma biçimidir. Kadının öz savunma refleksini zayıflatmak, onu toplumdan koparmak ve bireyselleştirerek yalnızlaştırmak temel amaçtır. Bu yönüyle özel savaş, erkeğin kadına tahakkümünün kurumsallaşmış, planlı ve devlet destekli versiyonudur.
Toplumun anlam haritasını şekillendiren kadın, özel savaşın ilk hedefidir. Çünkü erkek egemen iktidar çok iyi bilmektedir ki bir kadını düşürdüğünde bir toplumu düşürmüş olur. Bu nedenle, medya yoluyla dayatılan beden algısı, ekonomik bağımlılık, ahlaki yozlaşma, kadınlar arası rekabetin körüklenmesi gibi araçlarla kadın, kendi kimliğinden ve direniş kültüründen koparılmak istenir.
Ancak tarihin en derin katmanlarında bize başka bir yol gösterenler de vardır. Sümer mitolojisinde İnanna, yaşam-ölüm döngüsünü göğüsleyerek yeraltı dünyasına inen tanrıçadır. Gücünü yalnızca yücelik ve güzellikten değil, ayrıca yeniden doğuştan alır. Yeraltı yolculuğuna çıkarken her geçitte bir simgesel değerini geride bırakır: tacını, mücevherlerini, kıyafetlerini… Ve en sonunda, çıplak ve savunmasız kalır. Bu iniş, İnanna’nın hem kendini hem sistemin karanlık yüzünü tanımasıdır. Kadının özüne yaptığı bu yolculuk, bugüne uyarlanarak yeniden anlamlandırıldığında özel savaşın görünmez zincirlerini kırmanın metaforik bir ifadesidir.
Bugün Kürdistan’da özel savaş; tıpkı İnanna’nın her geçitte soyulması gibi, kadını katman katman zayıflatmayı hedeflemektedir. Ancak İnanna’nın öyküsünün en çarpıcı kısmı, geri dönüşüdür. Yeraltında öldürülür ama kadim kadın bilgeliği sayesinde yeniden dirilir. Çünkü kadının iradesi öldürülemez. Bu mit, kadının en karanlık koşullarda bile yeniden doğma ve direnişi büyütme gücünü bize öğretir.
Kürdistan’da özel savaş, ajanlaştırma, aile içi erkek şiddetini teşvik, toplumsal yabancılaşmayı körükleme, estetik algısıyla beden-ruh diyalektiğini koparma, kültürel çözülmeyi hızlandırma ve genç kadınların mücadele saflarından koparılması gibi birçok yöntemle sürdürülmektedir. Bu savaş, görünmez duvarlar örer, kadının zihnine, duygularına ve karar mekanizmalarına sızar. En tehlikeli yönü ise, kadının düşmanını tanımlamakta zorlanmasıdır. Çünkü özel savaş, düşmanını kadın kılığına sokabilir, hatta kadının kendisine dönüştürebilir.
Ancak bizler biliyoruz ki direniş, anlamdan doğar. Kadın, eğer kendi özüne ve hafızasına geri dönerse, özel savaşın tüm araçlarını işlevsiz kılabilir. Bu nedenle kadınların bilinçlenmesi, örgütlenmesi ve özgürlük çizgisinde kenetlenmesi hayati önemdedir. Kadın eksenli bir yaşam, ancak özel savaşın tüm ağlarını delip geçen bir bilinçle mümkündür.
Kadınlara karşı yürütülen özel savaşın boşa çıkartılması, kadınların kendi öz savunma sistemlerini inşa etmesiyle mümkün olacaktır. Bu sadece fiziksel güvenlik değil, ideolojik, kültürel ve duygusal savunmayı da kapsayan bir direniş biçimidir. Kadının kendini tanıması, düşmanını tanıması kadar önemlidir. Özgürlük çizgisi, ancak bu tanımanın içinden yeşerir.
Kadınlar olarak bizler, özel savaşın bizlere giydirmeye çalıştığı rolleri reddederek, toplumsallığın, doğallığın ve direnişin diliyle konuşmalı, yaşamalı ve üretmeliyiz. Çünkü kadınların örgütlü varlığı, sadece kadın özgürlüğünün değil, ekolojik ve demokratik toplumun da en güçlü teminatıdır. Ve tıpkı İnanna gibi, en karanlık zeminlerden dahi yeniden doğmayı, kendi ışığını yaratmayı bilmeliyiz.