Özgün örgütlenme, cins olarak kadının kendi öz gücünü, cins sevgisini ve düşüncesini yaratacağımız en temel zemindir. Özerk örgütlenme, özgün örgütlenmeden bir adım daha önde olmayı ifade ediyor. İnisiyatif daha fazladır, resmiyeti, hareket alanı daha geniştir. Aslında özgünlüğü aşmıştır
Bir şeyi anlamlandırma süreci, onu tanımlama çabası ile başlar. Doğru bir tanım, doğru yaşamın ilk adımı olabilir. Tanımı yapılmayan bir şeyin bilimi de geliştirilemez. Dolayısıyla özgün ve özerk örgütlenme tanımından başlayacak olursak; Şehit Sara Heval’in özgün örgüt ve ortak kimliğe ilişkin şu değerlendirmeleri, bizim açımızdan tanımlamayı anlamlandıran en önemli yerde duruyor:
“Özgünleşme karakteri, özgürlük ilkeleri ve onun örgütsel ilişki boyutuyla ifade edildiği oranda sorunlar aşılabilir ancak. Özgünlüğün örgütlülüğü ortak kimlikse, her birimizin ifade ve inisiyatif yeteneği onun temsil düzeyidir. Nerede olunursa olunsun, kadın kendi bağımsız, ilkesel duruşuyla var olur. Bu olmadığında veya yetersiz olduğunda, dar-yetki kimliği öne plana çıkar ki, farklı güç arayışları ve dengeler de burada kendini gösterir. Bir yerde kadro özgünlüğünü salt yönetim kimliğinde görüyor ve onun inisiyatifi sınırında dolanıyorsa, orada doğru temsiliyet (özgünlük anlamında) de, doğru cins mücadelesi de olmaz. Bunun için en başta öncülükte zihniyet değişimi oluşturmak ve özgürlük hareketimizin geneline yansıyan bir dönüşüm sağlamak önem kazanmaktadır.”
Özgün örgütlenme, cins olarak kadının kendi öz gücünü, cins sevgisini ve düşüncesini yaratacağımız en temel zemindir. Özerk örgütlenme, özgün örgütlenmeden bir adım daha önde olmayı ifade ediyor. İnisiyatif daha fazladır, resmiyeti, hareket alanı daha geniştir. Aslında özgünlüğü aşmıştır. Ayrı bir işleyişi, programı, tüzüğü ve prensipleri vardır ama bütünlük içinde de yer alır. Hem genelin içinde temsili bulur hem de bağımsız karar alma, uygulama gücü ve inisiyatifi vardır. Kadının öz kimliğini, düşüncesini, duruşunu ve karar gücünü temsil eder. Bu yönüyle özgün örgütlenmenin asıl temeli zihniyettir, cins bilincinin zirveleşmesidir.
Bu anlamda “Yaşam nedir ve toplumla bağı nasıldır?” sorusuna verebileceğimiz cevap da tüm özgün özerk örgütlenmelerimizin zirvesidir diyebiliriz. Toplum tanımını doğru yapacak olursak, en doğru tanımı Sayın Abdullah Öcalan’ın şu sözlerinde bulabiliriz:
“Toplumsal örgüler, organlar, yapılar, sistemler özünde anlamca belirlenirler. Anlamını en iyi dile, söze, yapılanmaya kavuşturan toplumlar en gelişmiş toplumlar tanımına kavuşurlar. Bunlar özgürleşme düzeyi gelişkin toplumlardır. Özgür toplumlar kendilerini anlamlandıran, dillendiren, konuşturan, ihtiyaca göre çok yönlü yapılandıran toplumlardır. Özgürlükten yoksun toplumlar ise tersine, dillerini geliştirememiş, açıkça konuşturamamış, kendilerini çok yönlü yapılandıramamış toplumlardır.”
Dolayısıyla toplumu oluşturan bireylerin sıfatları, aslında toplumun da sıfatı oluyor. Yani özgür bir toplumda köle bireyler yoktur mesela. Ya da özgür bireyler, köleci bir toplum oluşturmazlar gibi. Bu temelde özgün-özerk örgütlenmenin zirveleşmesi, özgür bir toplumun yaratımıdır.
Bilinç ve irade sahibi olmak kadar, hangi bilincin sahibi olunduğu ve iradenin nasıl kullanıldığı özgürlük kavramıyla bağlantılı sorgulanmaya muhtaçtır. Örgütlenen, nasıl yaşayacağına karar vermiş kadınların bunu toplumsal örgütlenmelere, yasalara, anlaşmalara ya da kültürel, dini, etnik temeldeki yapılanmaların özgün ve özerk örgütlenme biçiminin toplumsallaşması da, kadın devriminin bedenleşmesinin diğer bir boyutunu oluşturur. Sayın Abdullah Öcalan’ın kadın devrimi ile bağlantılı dile getirdiği kadının toplumsal sözleşmesi bunu hedefler. Örgütlenme, mücadele ve devrimi geliştirmeden erkeklerin, devletlerin kadının toplumsal sözleşmesini kabul etmeleri, o ilkelere göre hareket etmelerini beklemek hayalcilik olur. Kadının toplumla sözleşmesinin ilkelerini belirlemek, hem de mücadele ile kazanım elde edilmiş alanlarda uygulanmasını sağlamakla kadın kazanımları garantiye alınır, toplumsal kültüre nüfuz eder.
İnsanlık tarihinin önemli süreçlerinden birini yaşıyoruz. Eskiye ait değerler sorgulanırken, yeni yaşam alanına dönük arayışlar gelişiyor ve bu arayışlar kapitalist sistemin dayanaklarını temellerinden sarsıyor. Ulus-devlet yapılanmasının toplumsal gelişimi engellemesi, bilim-teknik alanındaki gelişmeler, bu toplumsal arayışın sebeplerinden olurken; özünde komünal yaşam değerlerinin ataerkil, egemen sistem karşısında bir özgürlük potansiyeli olarak varlığını sürdürmesi ve uygun koşullarda yeniden yaşam bulmasının ifadesi oluyor. Bu anlamda doğaya ve insana yabancılaşmayı getiren devletçi, hiyerarşik yapılanmalar yerine yerelde özgün örgütlenmeler ile her türlü toplumsal formun yaşam koşullarına ulaşması, halkların dayattığı yaygın bir durum oldu. Bu anlamda gelişmeleri, özgürlük eğiliminin toplumsallaşması olarak tanımlamak yerinde olacaktır.
Roza Lüksemburg’un “Hareket etmezsen zincirlerini fark edemezsin.” sözü ekseninde hareket etmeye çalışan her kadın, yüreğini, bedenini, duygu ve düşüncesini saran zincirlerin acısını hissetmekte ve buna öfke duymakta, kendince tepki göstermektedir. Kendi doğasını keşfetmek ve tarihinin bilincini edinmek, erkek egemenliğinin kadın üzerinde yürüttüğü operasyonların yarattığı kadın kimliğinin yıkımını gerçekleştirmek ve kendini yeniden inşa edecek iradeyi geliştirebilmektir. Özgürlüğün bireysel temelde ele alınması da liberalizmin yarattığı diğer bir yanılgıdır. Kadın özgürlüğü ancak toplumsal özgürlük temelinde gelişebilir. Kadın kurtuluş ideolojisinin ilkeleri bu temelde belirlenmiştir.
Bunun yanında özgün ve özerk örgütlenmenin toplumsallaşması, soyut istemler ve idealler olmayı aşarak, somut çözüm modelleri ile ifade edilen bir gerçeklik haline geldi. Halkların ve ezilenlerin düşünsel, toplumsal, siyasal, askeri tüm kaybettirdiklerini geri alabilmeleri, kaybedilen halkayı doğru tespit edebilmek ve bunu çözebilmekle ancak mümkündür. Kadının mahkum olduğu zihniyet, ideoloji ve sömürü gerçekliği ele alınıp çözümlenirse, kendi kurtuluşu ve bununla birlikte toplumun yenilenmesinde oynayacağı rol belirginleşecektir. Binlerce yıllık düşürülmüşlükten ve parçalanmışlıktan kurtulabilmesi, ancak bunun örgütlü gücü ve araçlarını yaratabilmesi ve her türlü insanlık dışı uygulamalara karşı kendini savunma ve özgürleştirme gücüyle yakalanacaktır. Özgün özerk örgütlenme modeli ile toplumda güç olup var olabilmenin tek koşuludur. Mevcut sistem içerisinde güç olmayı başaran kadın, toplumun da güvencesidir. Bu anlamda yaşamı özgürlük ve eşitlik temelinde geliştirmek, özgün-özerk örgütlenme açısından temel amaçtır ve ilkesel bir anlama sahiptir. Var olabilmek ve güç olabilmek de ancak mevcut dönemin koşullarına göre birçok yol, yöntem, araç ve gereci kullanarak mümkündür. Kadının üretim biçimi, barışçıl bir karakter yaratır. Kadının şiddete ihtiyacı yoktur. Hatta kendisi açısından en zararlı olgu şiddettir. Şiddetin gelişimini önlemek için her önlemi aldığı görülür. Toplumda kadının etkili oluşu, toplumun da barışçıl bir karakter kazanmasını sağlar. Bin yıllar süren ve dünyanın birçok yerine yayılan anaerkilliğin yayılma biçimi, zoru gerekli kılmaz. Kadının ideolojik yaklaşımının sonucu, şiddet ve zoru toplumda gerekli kılan hususlar açığa çıkmaz. Özgün özerk örgütlenme, topluma eşitliğin hâkim olduğu bir süreci yaratıp, şiddete ve savaşlara yabancı bir toplum yaratır. İnsanlar üretimle meşguldür ve yaratma eylemi, yok etmenin önündedir.
Charles Fourier, “Kadınların özgürlüğü, bir uygarlığın yargılanması gereken denek taşıdır.” der. Yani bir uygarlığın gelişmişlik düzeyi, kendisinin yarattığı, biçimlendirdiği kadının gerçekliğiyle ele verir.
Tüm çağlarda ve toplumların tarihinde kadının gelişimi ve geldiği düzeyi incelediğimizde gördük ki, kadının tarih dışına itilişiyle eşitlik ve özgürlük duygusu yıkılıyor; onun yerini baskı, şiddet, zor ve onun politik, siyasal ve askeri kurumları alıyor. Bu da insan soyuna yeryüzünü yaşanmaz kılıyor. Acı, umutsuzluk, ahlaki çöküntü ya da insan zihin ve yüreklerinin esir alınışı ve kontrolsüzce gelişen bireycilik, kadının tarih sahnesinden atılmasıyla şiddetin çocuğu olarak doğuyor ve günümüze kadar da büyüyerek devam ediyor. 21. yüzyılda, neolitiğin yaratıcı gücü olmanın bilinci ile kadın, erkeğin egemenliğinde kalmayı kabul etmiyor. Erkek egemenlikli sistemin yarattığı şiddetin ve ahlaki çöküntünün derinden farkına varıyor. Tarihsel gücü, inancı ve birikimiyle bu yüzyılı göğüslemeye aday oluyor. Yükselecek demokratik bir hareketlenmede, yeniden yaratacak bir yeryüzü hedefliyor. Karşı-devrim sisteminin özünden boşalttığı, gelenek ve göreneklerin yok ettiği, tükettiği insan bu yaşamda yeniden doğuşa çekilir. Her doğuş sancılı ve zorlu, ancak bir o kadar da kazanımcı olur. Toplumun içinde her birey, yeni doğuşun sancılarını mutlaka yaşar. Her yaşanan zorluk, her yaşanan acı, gelişmenin; yaşamda kök salmanın, yaşam ve insanlık sevdasını derinleştirmenin basamağı olur. Yeniden canlanır yürek ve duyular. Tek yürek atışlarıyla daha bir anlam kazanır bireyin dirilişi. Toplumun tüm köhnemişliğinin ve çirkefliğinin rafineye uğradığı ve başlı başına gelişen temizlik, özgün ve özerk örgütlenmenin doğru bir düzeyde topluma yansıması ile mümkündür. Nedir bu doğru düzeyde topluma yansıması? İncelik ve derinliğin yakalanarak, daha köklü, daha seçkin, daha özgün olanın yaratılmasıdır. Yaşamı farklı bir bakış açısı, yaşam tarzı ve ilkeleriyle ele almaktır.
Kendini özgün ve özerk örgütlenme içerisinde tanıyan kadının, cins bilinciyle birlikte cinsine karşı sevgisi de gelişmiş; bununla daha derin bir örgütlülük kazanmıştır. Bununla da “Yeni bir toplumu oluşturmanın öncü modelinin değişim ve dönüşüm gücü” olmuştur.
Özgün-özerk örgütlenme çalışmaları, “salt kadın olsun” amacıyla gerçekleşmez; daha derinlikli ve köklü amaçlara dayanır. Özünde sistem değişimi amaçlanır. Kadınla yaratılan sistem, genel bir toplumun sistem anlayışı hâline getirilmeye çalışılır. Özgün-özerk örgütlenme, eşitsizliğin nedenini ortadan kaldırma özgürleşme örgütlenmesidir. Dolayısıyla bu örgütlenmeden anlaşılması gereken; ideolojik, siyasal, kültürel, politik, günlük yaşamda ve toplumda yarattığı değişikliklerdir.
Kadın, yaşamın yeniden düzenlenmesinde bizzat karar gücü olmalıdır. İçinde yaşadığımız toplum, erkek egemenlikli bir toplumdur. Bu toplum, erkeğin istemlerine, tutkularına, egemenlikli anlayışlarına göre şekillenmiştir. Dolayısıyla kadının karar gücü olduğu ve kendi anlayış ve bakış açısını temel olarak oluşturacağı kadın eksenli toplumsal bir sisteme ihtiyaç vardır. Kadın eksenli toplum, erkek egemenlikli toplumun tam zıddını içeren bir karaktere sahiptir. Bu sistemde insanın istemleri, tutkuları esas alınır. Son derece eşitlikçi ve özgürlükçü olup, bireylerin iradesel katılımına dayanan bir toplum sisteminin yaratılmasını esas alır. Bütün baskıcı sistemlerin ve militarist kurumların ortadan kalktığı, her iki cinsin de eşit ve özgür bir biçimde yaşama katıldığı bir toplumsal sistemi oluşturmak temel amaçtır. Bu toplumsal sistemde kadın kendi doğasına döner, erkek de insani özünü yakalar. Toplumsal değişime daha elle tutulur, somut hedeflerle ulaşabilmek açısından öncelikle kadın ve erkek imgelerinin ve verili kalıplarının değişmesi, bunların yerine yenilerinin konulması gerekir. Çünkü hem kadınlar hem de erkekler, egemen kültürün oluşturduğu kalıpları kendi içlerinde, hatta bilinçlerinin en derin katmanlarında taşırlar. Toplumsal değişim yolunda ilerlerken de yalnızca dışsal baskı ve engellerle değil, insanların içinde bulunan bu egemen kültür tanımlamalarıyla da mücadele etmek gerekir. Toplumsal değişimin sürekli ve kalıcı olması açısından bu bir gerekliliktir. Bir sisteme kavuşan özgün-özerk örgütlenme, aynı zamanda toplumu da yeni bir sistem hâline getirecektir. Özgün özerk örgütlenmenin toplumsal gerçeğinin ve bireyin şekillenişinin temelinin kadın düşünce çerçevesinde toplumdaki tüm bireylerin üzerindeki etkisini yansıtan bir sözle bitirmek isterim:
Sosyalizmi esas alan EZLN içinde yer alan kadın militan Annie Marie şöyle der: “Suratımıza geçirdiğimiz maskenin altında dıştalanmış tüm kadınlar, unutulmuş yerli halklar, zulüm altındaki tüm eşcinseller, hakarete uğramış tüm güçler ve onuru kırılmış göçmenlerin yüzleri var. Maskemizin altında sen, yani tüm dünya yoksulları var.”