Kadın Devrimi ve kazanımlarını öz savunmadan ekonomiye, siyasetten sosyal yaşama her alanda savunan kadınlar bu devrimi Suriye’nin her köşesindeki kadınlarla ortaklaştırmanın yol ve yöntemlerini tüm baskılara rağmen geliştirdi
Suriye’de 2011 yılından bu yana farklı yoğunluklarda devam eden iç savaş yalnızca coğrafi sınırları değil, halkların yaşamını da köklü şekilde değiştirdi. Bu dönemdeözellikle kadınlar, savaş sürecinin hem hedefi oldu hem de dönüştürücü özneleri olarak önemli rol oynadılar. Kadın öncülüğü aslında Suriye toprakları için yabancı bir durum değil. Milattan önce 2330’da bugün ki İdlib kentinin Tell Mardix bölgesinde bulunan Ebla antik kentinin kraliçesi Şahbanu Şems-ili’den, Palmira kraliçesi Zenubya’ya, Fransız işgaline karşı mücadele yürüten Nazik El Abid, Munira El Salh’e kadar ve daha sayamadığımız onlarca farklı alanda öncülük yapmış kadın Suriye tarihinin tozlu sayfalarında karşımıza çıkmaktadır. Tozlu sayfalar diyoruz, çünkü çoğu öncü kadın, iktidarların tarih yazımlarında ya kralların eşleri ya da anneleri olarak yer alıyor. Bazılarının isimlerine dahi rastlamayız. Suriye, Fransa işgalinden kurtularak bağımsızlığını ilan ettiği 17 Nisan 1946’dan sonra uzun yıllar sürecek siyasal bir istikrarsızlık sürecine girdi. Peş peşe gelen darbeler ülkeyi iyice bilinmez bir dehlize doğru çekerken, Fransız işgali sürecinde mücadeleleri ile ön plana çıkan kadınlar; sanat, edebiyat, hukuk gibi birçok yerde kendilerini gösterdi. Ve 8 Mart 1963’e gelindiğinde sadece kadınlar için değil halklar mozaiği Suriye için 61 yıl sürecek baskı altında zorlu bir sürece girildi. Baas darbesinin yapıldığı 8 Mart, sonraları Baas Devrimi’nin yıl dönümü olarak, ulusal bir gün gibi kutlanmaya başlandı. Darbenin 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne denk gelmesi bir tesadüf olsa da Esat rejimi, sonradan bu tesadüfü 8 Mart’ı manipüle etmek için değerlendirdi. Suriye’de kadınlar farklı dönemlerde öncülük yapmış olmalarına rağmen direnişi güçlü bir örgütlülüğe dönüştüremediler. 8 Mart dahi ‘Baas Devrim’ kutlamalarının gölgesinde kaldı. Kadının ne ihtiyacı varsa o iktidar tarafından ‘karşılanıyordu’. Kadınlar eğitim, sosyal hatta askeri alanda bile var olabilirlerdi. Kadınlar daha ne isteyebilirlerdi ki? Onlara sunulan bu nimetler karşılığında Esad’a bağlı askerler yetiştirmeleri ve çok soru sormamaları beklendi. İktidarın bu küçük isteği bir takım ‘nankör’ kadın tarafından tepkiyle karşılansa da güçlü ve ortak bir sese dönüşemedi. Ta ki tarih Mart 2011’i gösterene kadar. 2010’da Tunus’ta başlayan Libya, Mısır ve diğer Arap ülkelerine yayılan ‘Arap Baharı’ olarak tanımlanan halk isyanları, Baas darbesinin yıl dönümü olan yine bir Mart’ta Suriye’nin güney kenti Dera’dan ülkenin dört bir yanına dağıldı. Bu ayaklanmaların öncülüğünü ise sesleri cılız çıkan ‘nankör’ kadınlar üstlendi. Her kentte kadınlar sokaklara çıkarak, rejimin; baskıcı, tekçi ve cinsiyetçi politikalarını protesto ettiler. Rejim, Suriye halkları ve kadınlarla ortaklaşmak yerine askeri güç kullanarak, halkı katletmeyi seçti. Protestolara katılan binlerce kadın gözaltına alındı, işkenceye ve tecavüze maruz kaldı. Esad rejimi ayaklanan halkın iradesini kadınlara tecavüz ederek kırmak istedi. Resmi rakamlara göre; 55 kadın sadece işkence sırasında yaşamını yitirdi. Elbet bu rakam gerçeklikten çok uzak. Daha onlarcası da kaçırıldı ve hala akıbetleri bilinmiyor. Bu kadınlardan biri de ayaklanmaya katılan Yerel Koordinasyon Komiteleri kurucusu Avukat Razan Zeytuni. Razan Zeytuni’den kaçırıldığı 9 Ocak 2013’ten bu yana hiçbir haber alınamadı. Kadınlar, cezaevlerinde, sokaklarda, evlerinde ağır bedeller ödese de üzerlerindeki ölü toprağını atmışlardı. Yeniden doğmuş bir kadının artık durması mümkün müydü?
Kürt Kadınlar Devrim İçinde Devrim Yaptı
Suriye kadın mücadelesi içerisinde Kürt kadınların yerini ifade etmek için burada bir parantez açmak istiyorum. Kürt kadınlar bu süreç içerisinde diğer bölgelerdeki kadınlara göre daha örgütlü bir mücadele yürüttü. 15 Ocak 2005 tarihinde kurdukları Yekîtiya Star ile gizlice örgütlenmeye başlayan Kürt kadınlar, o dönem açısından gözaltı, tutuklanma hatta katledilme pahasına mücadelelerini büyüterek, 19 Temmuz 2012’de gerçekleşen Kadın Devrimi’nin öncülüğünü yaptılar. Devrim sonrası Kuzey ve Doğu Suriye’de iç içe geçmiş onlarca devrimi ve inşayı da yine kadınlar üstlendi. Yekîtiya Star, 2016 yılında gerçekleştirdiği 7. Kongresinde, isim değişikliğine giderek, Kongra Star adını aldı. Kurulduğu günden itibaren Kuzey ve Doğu Suriye’deki Rojava Devrimi’nin inşasında aktif bir rol oynayan Kongra Star; eğitim, diplomasi, adalet ve ekonomi gibi alanlar dahil olmak üzere toplam 12 komite ile çalışmalarını sürdürüyor. Bu devrimin dünya kadınları açısından en büyük kazanımı ise Kadın Savunma Birlikleri (YPJ) oldu. Kadınlar, profesyonel bir öz savunma geliştirerek, IŞİD’e karşı kazandıkları başarılar ile tüm dünyanın dikkatini üzerlerine çekti ve kadınlara cesaret verdi. Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen Rojava Ulusal Kürt Kadın Konferansı ile de Kürt kadınları olarak kolektif bir irade açığa çıkarmak için güçlü çaba ortaya konuldu.
Ortak Mücadele Zemini Oluştu
Parantezi kapatıp, ‘Yeniden doğmuş bir kadının artık durması mümkün müydü?’ sorusuna dönecek olursak, elbette bu sorunun cevabı ‘mümkün değil’ olacak. 21. yüzyılın ilk devrimi kadınların eliyle yanı başlarında gerçekleşen Suriyeli kadınlar, bu devrimden ilham alarak mücadelelerini Esad rejiminin baskılarına karşı büyüttü. Kuzey ve Doğu Suriyeli kadınların öncülüğünde kurulan Suriye Kadın Meclisi ve Suriyeli Kadınlar Siyasi Hareketi gibi oluşumlarda ortak mücadelenin zeminlerini yarattılar.
Baas rejiminin yıkılması ve cihatçı HTŞ’nin kurduğu geçici yönetimle birlikte kadınların kamusal alanda, karar alma mekanizmalarında rollerini sınırlayan, eğitimden yaşam hakkına birçok hakkı yok sayan, kadının lehine olan yasaları yürürlükten kaldıran politikalar geliştirildi. Sağ Baas politikalarla karşı karşıya kalan kadınlar, Suriye’nin geleceğinde nasıl bir rolleri olacağını yaptıkları güçlü çalıştaylarla ortaya koydu. Şam’da Suriye Kadın Meclisi ve Suriyeli Kadınlar Siyasi Hareketi çatısı altında başlattıkları çalıştay ve toplantıları işgal altında olan Efrin’den İdlib’e birçok alana taşıdılar. Bu tartışmalar sonucu Suriye Kadın Meclisi, 13 Maddelik bir deklarasyon sunarak, nasıl bir ülkede yaşamak istediklerini belirtti.
‘Demokrasi’ Kendini Kabul Ettirmenin Sözlü Anahtarı
Şam’da her fırsatta vurgu yapılan ‘demokrasi’, yönetim biçiminden çok HTŞ tarafından, kendini kabul ettirmenin anahtarı olarak kullanıldı. Bunun somut adımları da 29 Şubat’ta Colani’nin geçiş sürecinin ‘cumhurbaşkanı’ olarak atanması, hemen ardından 12 Mart’ta geçiş anayasa taslağının imzalanması ve 30 Mart’ta kabinenin ilanı oldu. Suriye halklarının, kadınlarının iradesini temsil etmeyen bu adımlar, tam da on binlerce Alevi’nin katledildiği bir süreçte atıldı. Katliam, kadınlara yönelik kaçırma, baskı, tecavüz HTŞ’nin geçiş yönetiminde olağan üstü arttı. Bunda yönetimin dini örtülerle yürüttüğü politikaların yarattığı zemin en büyük etki oldu.
Gelelim imzalanan geçiş anayasasına, 55 maddeden oluşan anayasa taslağında ‘İslam ve Arap’ kelimeleri taslağın kilit kelimelerini oluşturuyor. Dürzi, Hıristiyan, Alevi, Kürt, Süryani ve Ermeni onlarca halk ve inançtan Suriyeli, bu tekçi anayasanın içerisine sıkıştırıldı. Her ne kadar 10. Madde’de “Vatandaşlar, ırk, din, cinsiyet veya soy bağı gözetilmeksizin, yasalar karşısında eşittir” denilse de sonucun öyle olmadığı ve olmayacağı açık. Yasalar karşısında eşit olan halklar, silahlar karşında aynı eşit güce sahip değil. Tartus, Lazkiye gibi kıyı kentlerindeki Alevi katliamının boyutunu bir Nusayri arkadaşımızın “Yavuz Sultan Selim’den sonraki en büyük Alevi kıyımı” sözleri açıkça ortaya koyuyor. Bu katliam yönetiminin hazırladığı Şeriat ve tekçi, milliyetçi anayasa ileride oluşturulacak Arap İslam Cumhuriyeti tezinin ön hazırlığı, getirilecek Şeriat kanunlarının liberalize hali olarak yorumlanabilir.
Büyük sözlerin edildiği bu anayasa taslağında kadınlara da vaatler bulunuyor. 21. Madde’de “Devlet, kadının sosyal statüsünü korur ve onun toplum içindeki rolünü, onurunu güvence altına alır. Kadının eğitim ve çalışma hakkı sağlanır. Devlet, kadının sosyal, ekonomik ve siyasi haklarını güvence altına alır ve onu her türlü baskı, zulüm, şiddet ve ayrımcılıktan korur.” Buradan şunu okumak gerek, siz evinizde oturun toplumsal görevlerinizi yerine getirin gerisi devletin işi. Kadınların itirazı ile karşılanan bu maddenin kadınların toplumsal cinsiyet rollerini pekiştirmek amacı taşıdığı ifade ediliyor. Kadınlar, bu konuda haksız sayılmaz çünkü hemen bir ön maddede yani 20. Madde’de “Aile, toplumun temelidir ve devlet onu korur” ibaresi, kadının aile içindeki konumunun korunduğu statüden kastın bu olduğu açıkça görülüyor. Yine 23 bakanlıktan oluşan kabinede sadece bir bakanın kadın olması, kadına biçilen rolün ‘sembolik’ olduğunu ortaya koyuyor. Burada şunu belirtmek istiyorum; tüm bakanlar kadın da olabilirdi. Bu HTŞ yönetiminin ‘kadın özgürlükçü’ yanıdır demezdik elbette. Tarih kadın eliyle katliamları ve baskıları hayata geçirmiş iktidarlarla dolu. Bu bakımdan salt kadın olması da yeterli değil elbette.
Feminist Bir Bakan ‘Sembol’den Daha Mı Fazlası?
Kabinedeki tek kadın olan Sosyal İşler ve Çalışma Bakanı Hind Kabawat, kabinede en dikkat çeken isim. Neden mi? Birçok nedeni var öncelikle Hıristiyan ve feminist kimliği ile tanınıyor. Hind Kabawat’ın elbette bir Suriyeli kadın olarak değil de dış güçlerin, özellikle de NATO’nun, görevlendirmesi ile geldiği biliniyor. Peki bu görevlendirme ile ne amaçlanıyor. Sanırım yıllarını kadın mücadelesine veren hiç kimse feminist bir kadının DAİŞ gibi vahşi bir çete örgütünün devamı olan HTŞ’nin yönetiminde yer almayacağını bilir. Feminizmin militarizm karşıtlığı ve mücadelesi de biliniyor. Hind Kabawat öncelikle HTŞ’nin kadın düşmanlığı ve katliam yüzünü batıya karşı saklayacak bir isim. Yani HTŞ’nin Batı vitrini. Bunun yanında, ülke içinde gelişen kadın mücadelesinin önüne geçemeyen HTŞ, Hind Kabawat ile denetime almayı, bastırmayı amaçladığı kanaatindeyim. Kadın Devrimi ve kazanımlarını öz savunmadan ekonomiye, siyasetten sosyal yaşama her alanda savunan kadınlar bu devrimi Suriye’nin her köşesindeki kadınlarla ortaklaştırmanın yol ve yöntemlerini tüm baskılara rağmen geliştirdi. Yani önü alınamayacak bir kadın örgütlülüğü söz konusu. Hind Kabawat’ın feminist kimliğinin burada devreye girerek değerlendirilebileceği düşünülmüş olabilir.
Sonuç Olarak;
HTŞ sonrası Suriye’deki kadın mücadelesi, sadece savaşın mağduriyetlerine karşı bir direnç değil, aynı zamanda toplumsal dönüşüm için atılan adım. Kadınlar, savaşı, baskıyı ve kültürel engelleri aşarak, kendi hakları ve özgürlükleri için mücadele etmektedirler. Eğitim, sağlık, ekonomik katılım ve siyasi temsildeki ilerlemeler, kadınların güçlü bir şekilde toplumsal yapıyı yeniden inşa etme yolunda attıkları somut adımlardır. Suriye’deki kadın mücadelesi, bir yandan toplumsal adalet ve eşitlik arayışı iken, diğer yandan kadınların kendi geleceklerine sahip çıkma yolundaki kararlılıklarının da bir göstergesidir.