Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananlar, bölge halkı üzerinde derin bir travma yaratmış, bu travma Kürt özgürlük mücadelesi içinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Cezaevindeki insan hakları ihlalleri ve işkenceler, Esat oktay şahsında faşizmin kalesine insanlık tarihinin ise en görkemli direnişine dönüşen 5 nolu askeri cezaevi 1980’li yıllarda halk desteği bulması ilede mücadeleyi etkili bir faktör haline getirir. Bu cezaevinde yaşananlar, sadece bir baskı aracı değil, aynı zamanda Kürt meselesinin derinleşmesine yol açan en büyük olaylar zincirinin de başlangıcıdır adeta. Bedenlerini açlığa yatıran ölüm orucu direnişçileri ile tanışır Kürdistan ve Kürt halkı
Zindanlar, insanlık tarihinin en eski yapı türlerinden biri olarak kabul edilir ve uzun bir geçmişe sahiptir. Zindanların amacı, başta suçlular olmak üzere, istenmeyen kişilerin toplumdan izole edilmesi ve cezalandırılması olmuştur. Bu yapıların evrimi, sosyal ve siyasi yapılarla birlikte değişiklik göstermiş, farklı medeniyetlerde çeşitli amaçlar doğrultusunda kullanılmıştır.
Zindanlar, Antik Mısır, Mezopotamya, Yunan ve Roma gibi uygarlıklarda da önemli bir yere sahipti. Antik Mısır’da suç işleyenler genellikle ağır işlerde çalıştırılır, zindanlar ise köleleri ya da savaş esirlerini kontrol altında tutmak için kullanılırdı. Benzer şekilde Antik Mezopotamya’da Hammurabi Kanunları’na göre suçlular ceza olarak hapsedilebiliyordu.
Antik Yunan’da zindanlar, genellikle suçluların yargılanana kadar tutulduğu yerler olarak işlev görürdü. Sokrates’in, Atina’daki zindanda tutulduktan sonra baldıran zehri içerek ölüme mahkûm edilmesi, bu dönemin en ünlü zindan olaylarından biridir. Orta Çağ’da zindanlar, feodal lordlar ve krallar tarafından güçlerini sürdürmek için kullanılan önemli bir araç haline geldi. Şatoların altına inşa edilen bu zindanlar, çoğunlukla işkence odaları ve dar, karanlık hücreler içeriyordu. İşkence, itiraf elde etmek ya da cezalandırmanın bir parçası olarak zindanlarda yaygın bir uygulamaydı.
Bu dönemde suçlular, genellikle savaş esirleri, siyasi mahkûmlar ya da dinsel sapkınlar olurdu. Engizisyon mahkemeleri, dinsel inançlarını sorgulayan veya farklı mezheplere ait kişileri cezalandırmak için zindanları yoğun bir şekilde kullandı. Zindanlar sadece cezalandırma aracı değil, aynı zamanda devletlerin ve kilisenin otoritesini sürdürme mekanizması olarak da işlev gördü.
Rönesans ve Aydınlanma dönemleriyle birlikte zindanların işlevinde bir değişim yaşandı. İnsan hakları ve ceza adaleti konusundaki düşünceler gelişmeye başladı. John Locke, Montesquieu ve Jean-Jacques Rousseau gibi düşünürler, birey haklarının ve adaletin önemini vurguladılar. Bu, cezalandırma sisteminin reforme edilmesine ve zindanların işlevinin sorgulanmasına yol açtı.
Bu dönemde Avrupa’da modern anlamda hapishanelerin temelleri atıldı. Zindanlar artık sadece suçluları cezalandırmak için değil, aynı zamanda onları ıslah etmek ve topluma geri kazandırmak amacıyla kullanılmaya başlandı. Bu düşünce yapısı, özellikle İngiltere ve Fransa’da hapishane reformlarını beraberinde getirdi.19. ve 20. yüzyıllarda zindanlar, modern hapishane sistemine dönüştü. Suçluların ıslah edilmesi ve yeniden topluma kazandırılması amacıyla eğitim ve rehabilitasyon programları zindanların parçası haline geldi. Fakat, özellikle totaliter rejimlerde zindanlar, muhalifleri baskı altına almak için kullanılmaya devam etti. Sovyetler Birliği’nde Gulaglar, Nazi Almanya’sında toplama kampları, Çin’de ise siyasi mahkumlar için oluşturulan çalışma kampları, zindanların bir baskı aracı olarak modern çağda da kullanımının devam edildiği biliniyor. Çağımızda ise devamı olarak bulunduğumuz coğrafyanın Zından izlerini görmek mümkündür.12 Eylül 1980 askeri darbesi, Türkiye tarihinde derin izler bırakan, ülkenin siyasi, sosyal ve kültürel dokusunu kökten değiştiren bir olaydır. Darbenin ardından gerçekleşen insan hakları ihlalleri, işkenceler ve cezaevlerinde yaşanan trajediler, bu dönemin karanlık yüzünü oluşturur. Bu sürecin simgelerinden biri de “12 Eylül zindanları” olarak anılan cezaevleridir. Özellikle Diyarbakır, Mamak ve Metris cezaevleri, bu dönemde yaşanan sistematik işkencelerin, kötü muamelenin ve ağır insan hakları ihlallerinin merkezi haline gelmiştir.
Diyarbakır Cezaevi’nde yaşananlar, bölge halkı üzerinde derin bir travma yaratmış, bu travma Kürt özgürlük mücadelesi içinde önemli bir dönüm noktası olmuştur. Cezaevindeki insan hakları ihlalleri ve işkenceler, Esat Oktay şahsında faşizmin kalesine insanlık tarihinin ise en görkemli direnişine dönüşen 5 nolu askeri cezaevi 1980’li yıllarda halk desteği bulması ile de mücadeleyi etkili bir faktör haline getirir. Bu cezaevinde yaşananlar, sadece bir baskı aracı değil, aynı zamanda Kürt meselesinin derinleşmesine yol açan en büyük olaylar zincirinin de başlangıcıdır adeta. Bedenlerini açlığa yatıran ölüm orucu direnişçileri ile tanışır Kürdistan ve Kürt halkı. Açlık grevlerinin ise şöylesi bir önemi vardır. Açlık grevleri, bireylerin ya da grupların, çeşitli siyasi, sosyal ya da adli taleplerini dile getirmek ve bu taleplere dikkat çekmek amacıyla yiyecek almayı reddetmeleriyle gerçekleştirilen bir protesto yöntemidir. Bu yöntem, insanlık tarihi boyunca farklı dönemlerde ve coğrafyalarda kullanılmış olup, özellikle siyasi mahkumlar ve muhalif gruplar tarafından benimsenmiştir. Açlık grevi, fiziksel bedeni direniş aracı olarak kullanmanın en çarpıcı örneklerinden biridir. Gandhi’nin açlık grevleri, Hindistan halkı üzerinde büyük bir etki yaratmış, İngiliz yönetimine karşı direnişin sembollerinden biri haline gelmiştir. 1932’de İngiliz hükümeti tarafından Hindistan’daki kast sistemine dayalı ayrımcılığı artıracak yeni yasal düzenlemeler getirilmek istendiğinde, Gandhi açlık grevine gitmiş ve bu, kamuoyunda geniş yankı uyandırarak hükümeti geri adım atmaya zorlamıştır. Gandhi’nin açlık grevi yöntemi, sadece Hindistan’da değil, dünya genelinde pasif direnişin bir sembolü olarak kabul görmüş ve diğer bağımsızlık hareketleri ya da toplumsal adalet mücadelelerinde de ilham kaynağı olmuştur. Amed zindan direnişi de tamda böylesi bir karşı duruşun ilhamı ve pratiğidir.
Kemal pir, Hayri durmuş Ali Çiçek, Akif Yılmazların başlattığı tarihi duruşun ve bayrağın taşıcıları olmuştur elbette. 2018 7 Kasım’da başlayan 2019 unu mayıs ayında biten Amed zindanında ruhun yeniden şahlanışı olarak ele alınan grevin bir bölümünde 90 güne yakın süre grevde kalmış biri olarak bedenin dirhem dirhem devrime katık edilmesini hissetmenin kibrin kalesini kumdan kaleler misali nasıl yılıp geçtiğini görmek devrim inancımı bir kez daha perçinledi büyüttü ve güçlendirdi. Faşist cuntaların ruhunu yitirmiş duvarlarına karşı yaşamla hayatın her zerresini örmeye çalışan tutsakların yıkım ve ölüm felsefesinden uzak, ilmek ilmek hayatı ördüğü bir dönemin adı olan bu direniş salt Amed 5 nolu değil, tarihinden günümüze Zından gerçekliğini yıkıp geçen bir sürece imza attı. Yine salt bu coğrafyanın değil inşa edicilerini dahi pişman eden bir sonuca evrilmesi, grev sürecinde fedai eylemcilerin birer birer şahadetiyle anlam gücü ve duygusu yüksek bir direnişe dönüştü. Zülküf gezen Ayten Behçet medya Çınar Zehra sağlam mahsun Pamay Yonca Akıcı Siraç yüksek bedenlerini açlık grevcilerinin etrafında ışığa ve Aydınlığa dönüştürdü.12 eylülden bu yana zindanların tanıklık ettiği tüm devrimcileri selamlayan Ardılı olan şahadetlerle başarıya kilitlenen tüm arkadaşlarla direnişin sonunda zılgıtlar ve sloganlarla, kaybettiklerimize sözler verdik. Omuz omuza Zından duvarlarını ve ikrarın kibir kalesini yıkmanın coşkusu ile bitirdik eylemimizi. Bir kez daha kemallerden Aytenlere Zülküflere direnenlere selam olsun yarım kalan hayalleriniz tamamlamak sözümüz olsun, her yer zından her yer direniş şiarımız olsun…