Irkçı, cinsiyetçi, ayrımcı, ötekileştirici, kutuplaştırıcı söylem ve eylemlerini Öz Yönetimler dönemindeki duvarlar ve evlerdeki cinsiyetçi, ağır hakaretler içeren yazılamalar da gördük. Örneğin; duvarlara “fistanla devlet kurulmaz”, “kızlar geldik neredesiniz”, “aşk bodrumda yaşanıyor güzelim,” “kızlar geldik yoksunuz”, “fistanını al da gel” “fıstık biz geldik” gibi doğrudan kadını ve kadınlığı hedefleyen ırkçı, cinsiyetçi ifadeler yazılmış. Duvar yazılamaları sanal medya hesaplarınca da yaygınlaştırılarak hegemonik erkeklik üzerinden kurgulanan cinsiyetçilik sergilendi
Türkiye de devlet, Cumhuriyetin kuruluşuyla başlayan ama özellikle 1924’lerden itibaren İttihat ve Terakki ideolojisinin bir uzantısı olarak tekçi ideolojiyi egemen kılmaya başladı. Tek etnik kimlik, tek dil, tek din, tek mezhep ve tek kültür, tek cins… Ülkede yaşayan diğer etnik kimliklerin dinlerin ve mezheplerin “tek” çaresi yüceltilen bu Türklük içinde erimek ve bununla birlikte Sünni-Hanefi olmak gerekiyor. Burada asıl unsur Türklük, Sünni olmak ise bu unsurun tamamlayıcı gücü oluyor.
O tarihten günümüze kadar yaratılan, Türklük ruhu ve kişiliği“anti-edebi, anti-kültürel, anti-sanatsal olup sosyaliteye göre değil, devletin politik ihtiyaçlarına göre hareket eden bir ruhtur. Var olan sosyaliteyi tarihsel kültürel ve sosyal hareketlenmeler değil, devlet domine eder. Devlet toplumun bilinç terzisidir…” der. Sömürgeciliğin Psikopatolojisi kitabında Ramazan Çeper. Çeper’in bahsettiği “Devlet toplumun bilinç terzisi” burada önemli olup, devlet ve onun temsilcisi iktidar-lar insanların görme, düşünme, algılama biçimlerini şekillendirip, siyasi ve politik tercihlerini, beklentilerini sınırlayıp yön verir. Bireylerin nasıl düşünmeleri, görmeleri, konuşmaları hissetmeleri ve en nihayetinde nasıl hareket etmeleri gerektiğinin tarihsel, toplumsal siyasi ve simgesel yol haritasını oluşturur.
Nitekim uzun bir dönemdir iktidar ve muhalefetin cinsiyetçi, dinci, milliyetçi ve ırkçı söylemleri sonrası gelişen toplumsal reflekslerle; ötekileştirme, kutuplaştırma, yok sayma, kendinden görmeme gibi kavramlarla tanımlanan; Etnik,kültürel, bölgesel ve inançsal farkları nedeniyle tarihsel olarak Kürtlere, Ermenilere, Alevilere yapıldığı gibi şimdi de göçmenler, mülteciler eklemlenerek ırkçılık yeniden devreye sokuluyor.
Kayseri de Suriye uyruklu bir erkeğin yine Suriye uyruklu bir çocuğa cinsel tacizde bulunduğuna dair iddia sonrasında mülteci karşıtı ırkçı söylemler dijital medyada yayılırken, Antalya, Bursa, Hatay, Antep, Konya ve İstanbul Sultanbeyli de sokağa çıkan ırkçı, linçi erkek güruh bir çocuğu katletti. Algı yaratma, linç edilme, katletme, küçük düşürme… Şaşırdığımız ya da yabancısı olduğumuz bir durum değil zira devletin bu konuda sicili hayli kabarık. Ermenilere yönelik 6-7 Eylül olayları, Rumlara ve gayrimüslimlere yönelik pogrom, Kürtlere ve alevilere yönelik Dersim, Çorum, Maraş, Sivas, Roboski, Cizre Bodrumları, Efrîn…
Bu coğrafyada yaşayan halklara karşı işlenen suçlar sadece bir partinin sorumluluğunda değildir elbette. Yaşanan tüm vahşeti genel bir devlet politikası olarak ele alıp değerlendirmemek yanılgılı bir yaklaşım olur. Medyası, sivil toplum kuruluşları,siyasi partileri ve onları destekleyen geniş halk yığınları da işlenen suçun ortağıdır. Evet, tabii ki; yönetimdeki iktidarların bakış açılarına ve düşünce sistemine göre topluma uyguladığı politikalarda esneklik olur. Mesele Türklük ve devletin “bekası”na geldiğinde demokratı, liberali, muhafazakarı…aynı mayadan beslenir.
Devlet eliyle yaratılan ve halklar üzerine boca edilen ırkçılık farklı ayrımcılıkları da birbirine eklemliyor. Cinsiyet temelli farklılıklar, sınıf, ırk, din ve etnik temelli ayrımcı uygulamalarla da birleşerek kadınlar ırkçılığın en kolay ve en çok ayrımcılığa uğrayan aktörleri haline getiriyor.
Jin Dergi 66’ncı sayısında “Erkeklik ve manipülasyon” başlığında devlet eliyle, medya aracılıyla, yanı başımızdaki çalışma arkadaşlarımız tarafından “yeni-den üretilen erkekliğe” mercek tutmuştu. Derginin yazarlarından Ruşen Seydaoğlu, “…Erkeklik kurumsallaşmış, bunu diri tutan erkek davranışları çeşitlenmiştir… Tarihte sürekli karşılaştığımız bir diğer var olma biçimi ise tahakküm mekanizmalarının; monarkların, oligarkların, ulus-devletlerin, bu devletlerin kurumlarının, sermayeyi elinde tutan tekellerin birbirine doğru çekilen yaşamları birbirinden koparmak için tüm aygıtlarını devreye koyduğudur…” der. (1)
Kürt Kadın Hareketi’nin 50 yıllık mücadele birikimi ve tarihsel toplumun kadın deneyimlerinden aldığı külliyatla ciddi bir yol aldı. Bu külliyat yaşamsal, düşünsel, bireysel ve toplumsal olarak yaratıcı, oluşturucu, dönüştürücü ve iradeli bir kadın profili açığa çıkardı. Seydaoğlu’nun bahsettiği kurumsallaşmış erkekliğin söylem, eylem ve davranışlarda kendini nasıl çeşitlendirdiğine, özellikle devletin sermaye gücüyle zor aygıtını nasıl farklı ve ince yöntemlerle kullandığını deneyimliyoruz. Diri tutulan erkekliğin Kürt kadınını yenemeyince farklı ayrımcı söylemler ve eylemler devreye koyduğuna tanıklık ediyoruz. Maalesef, Kürt kadınlarına yönelik söylemlerin süreklileşerek çeşitlilik arz etmesi, diğer ötekilere yönelen ayrımcı söylemleri de belirleyen düğüm noktasını oluşturuyor.
Irkçılık bir tür iktidar egemenlik kurma, egemenliği yayma biçimi ve aracı olduğuna göre, ırkçılık ne denli yapılandırılmış ve yayılmış ise; ırkçı şiddet ne denli meşrulaşmış ve genelleşmiş ise egemenliğin iktidarın tesisi de o denli yoğun ve derindir.
Irkçı, cinsiyetçi, ayrımcı, ötekileştirici, kutuplaştırıcı söylem ve eylemlerini Öz Yönetimler dönemindeki duvarlar ve evlerdeki cinsiyetçi, ağır hakaretler içeren yazılamalar da gördük. Örneğin; duvarlara “fistanla devlet kurulmaz”, “kızlar geldik neredesiniz”, “aşk bodrumda yaşanıyor güzelim,” “kızlar geldik yoksunuz”, “fistanını al da gel” “fıstık biz geldik” gibi doğrudan kadını ve kadınlığı hedefleyen ırkçı, cinsiyetçi ifadeler yazılmış. Duvar yazılamaları sanal medya hesaplarınca da yaygınlaştırılarak hegemonik erkeklik üzerinden kurgulanan cinsiyetçilik sergilendi.
Çatışmaların olmadığı mahallelerde bile, girdikleri evlerde özellikle çiftlerin yatak odalarına girip, dağıtıp duvarlara cinsiyetçi yazılar yazarak bu yazıların önünde çekilen resimler. Eril zihniyetin ürünü cinsiyetçi uygulamalar sadece duvar yazılamaları ile sınırlı kalmadı. Örneğin; ablukaya alınan kentlerden biri olan Silvan'da devlet güçleri zırhlı araçlarla sokaklara girip, “Gerilla kalleştir, analarınız bacılarınız bize beleştir” anonsları yapıldı.
Yine 4 ayı aşkın süre boyunca abluka altında kalan Sur ilçesinde, tahliye edilen erkek sivillere zorla kadın kıyafeti giydirilerek resimleri çekilmiş ve bu resimler basına servis edildi.
Devletin yürüttüğü savaş sonucu Türkiye kentlerinde çalışmak zorunda kalan 16 tarım işçisine yönelik Sakarya’da saldırı gerçekleştirildi. Babasını saldırganlardan kurtarmak isteyenkadına patronun oğlu tarafından atılan yumruğu, 14 yaşındaki Tuba Demir, bahçe sahibi için, “Bize nefretle bakıyordu. Bahçe sahibi yanımıza gelerek ‘İt sürüsü’ diye hakaret ederekağza alınmayacak küfürler etti” diyerek yaşananları anlatması.
Şeyh Said’in torunlarından Ruşen Fırat’a, Facebook’ta yapmış olduğu paylaşımlarından kaynaklı Hınıs Sulh Ceza Hakimliği tarafından 30 gün boyunca Türk bayrağını sanal medya hesaplarından paylaşma cezası verilmesi.
Yıllardır Adaletin simgesi haline gelen Emine Ana’ya, Adalet Bakanlığı girişinde güvenlikten sorumlu olduğunu söyleyen polis tarafından, Kürtçe konuştuğu için ‘sus konuşma, seni anlamıyorum, muhatabım sen değilsin’ şeklinde birçok söylemde bulması.
HDP Genel Merkezi binasını ablukaya alan polisin, HDPBatman Milletvekili Ayşe Acar Başaran'a "Seni çivilerim" diyerek tehdit etmesi.
Amedsporlu Oktay Aydın’ın annesi Fatma Aydın, “İstiklal Marşı okunduğu sırada ayağa kalkmadığı” gerekçesiyle gözaltına alınması.
Muğla’da HDP'li olduğu için işten çıkarılan Rabia Öz, işverenin kendisine “Ben Türk’üm, devletimin karşısında duranı yanımda barındırmam" demesi… gibi binlerce olayı sıralamak mümkün. (2)
Örneklerden de anlaşılacağı üzere “cinsiyetçileşmiş ırkçılık” sadece kadına değil yaşadığı topluma, sınıfa, ulusa ulusun kültürel ve kimlik yapısına da yöneliyor. Şiddet, ırkçılık, linç sadece Kürt kadını ile sınırlı kalmayıp tüm “ötekilere”, feministlere, sokakta yürüyen sıradan bir kadına kadar dalga dalga yayılan bir militarizmle karşılaşıyoruz.
Yine yukarıdaki örneklerin bize işaret ettiği başka bir şey ise; “cinsiyetçileşmiş ırkçılığın”şiddeti ile Kürt Kadın Hareketinin yarattığı etki gücü arasında doğrudan bir ilişkinin var olduğunu gösteriyor. Bu paralelliği bozacak olan temel şey ise, kadınlarına katliamlarına, ırkçılığa, yaşam alanlarımız yok edenlere karşı ortak mücadele alanları yaratmak birleşik, örgütlü mücadele ağları kurmaktır. Tüm yönelimlere rağmen eylem ve söz kurabilen Türkiye kadın hareketi ile Kürt kadın hareketinin buluşan, kesişen birbirini güçlendiren mücadelesi Türkiye'de ki ırkçılık ile mücadelede en büyük şans olmayı sürdürmekten geçiyor.
1-https://jindergi.com/detay/beraber-yasamayi-imkansizlastiran-yeniden-erkeklik/