22 yıllık AKP iktidarı döneminde kindar ve dindar nesillerin üretiminin garantisinin ailede -ve eğitimde- görüldüğünün göstergesi “rapor” ya da “taslak” adı altında hazırlanan saldırı adımları oldu. “Ailenin bütünlüğünü olumsuz etkileyen unsurlar”, “boşanma olaylarının araştırılması” diyerek ve herbirini bir komisyona havale ederek- kadınlar ve çocuklar için kazanılmış, yasaya da giren hakların geri alınmaya çalışıldığını gördük. Ailenin güçlendirilmesi dedikleri, kadınların aileye daha sıkı bağlarla zincirlenmesidir
9. Yeni Yargı Paketi’ne, “ailenin önemi düşünüldüğünde” diyerek sıkıştırdıkları “kadınlar evlendikten sonra bekarlık soyadlarını tek başına kullanamayacak” ibaresi ve AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla 15 Mayıs’ta Resmi Gazete’de yayınlanan şaşaalı başlığıyla “Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Plânı” hep kadınları koruyup kollamak istedikleri için, aileyi güçlendirmek istedikleri için, çocuklar travma yaşamasınlar… diyeymiş. Biz bu yavelere yabancı değiliz, öncesi de bir yana son 22 yılda bunlara talim etmemiz istendi.
Vazgeçmedikleri, vazgeçemeyecekleri bir hedef, onlar açısından hayat memat meselesi bir iş bu. Ölçüp biçiyor kadına yeni prangalar getiriyor, aileyi yeniden yeniden tanımlıyor, sadece bugün açısından değil gelecekte de “risk” yaratacak bütün boşlukları tıkamaya çalışıyorlar. Hayat memat meselesi, çünkü kapitalist sistemin en küçük çekirdeğinin çelikleştirilmesi, varlığının ve tıkır tıkır işleyişinin de garantisi niteliğinde.
Kadınların adeta değişmez yazgısı haline gelmiş taciz ve tecavüzler, evin duvarlarıyla çevrili mahremiyet alanına gizlenmeye çalışılan şiddet biçimleri kadınlar tarafından eskisi kadar sineye çekilmiyor; itirazdan öz savunma ve isyana kadar zahmetli bir yol yürünüyor. Bütün bunları görmezden gelmesi istenen polis ve yargı, siyasetin kendisine verdiği cezasızlık ödülünün hakkını vermekle yükümlü. Meşrutiyete gerek duymuyor fakat toplumsal kodlara oynamayı, onları her vesileyle kaşımayı ihmal etmeden ailenin temel dayanağı olarak nitelenen kadına yönelik suçlarda “hak etmiştir” şartlanmasını kışkırtarak kadına yönelik saldırıları olağanlaştırmaya çalışıyor.
Yasalar önünde eşitliği dahi fiilen ortadan kaldıran yeni baskı ve sömürü yasaları birbiri peşi sıra devreye sokuluyor. Bunun zemininde toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin toplumun en ücra köşelerine kadar yerleştirilmiş olması yatıyor. Çünkü toplumsal cinsiyet rolleri sırf bir kültürel devamlılığa işaret etmez, ekonomik-siyasi-kültürel-ideolojik bütünlük oluşturan bir sistem olarak iş görür. Toplumsal ilişki biçimleri kendinde şeyler değildir, herbiri bir üretim biçiminin belirlenmiş ve çatışmalı ilişkileri bağlamında var olur, hayatiyetlerini de ancak kendilerini yeniden üretebildikleri oranda koruyabilir.
Toplumsal cinsiyet demişken, şunların altını çizelim:
Toplumsal cinsiyet, kadın ve erkekler için toplumsal olarak oluşturulmuş roller, öğrenilmiş davranış ve beklentilere işaret eder. Kız veya erkek olarak dünyaya gelen bebekler kültürel olarak yerleşmiş kalıplar temelinde şekillendirilerek kadınlık ve erkekliği öğrenirler. Yani temel toplumsal-kültürel ve ahlâki kodlar gibi toplumsal cinsiyet kodları da doğuştan getirilmez, sonradan enjekte edilir.
Toplumsal cinsiyet ideolojik-kültürel bir yapıdır, maddi pratikler sırasında yeniden üretilir ve bu pratiklerin sonuçlarını etkiler. Kültürler arasında ve zaman içindeki değişimlere karşın tüm dünyada toplumsal cinsiyet ilişkileri yaygın bir şekilde kadınlar ile erkekler arasında asimetriye neden olur. Üstelik bu sadece ezme-ezilme çerçevesinde ele alınabilecek bir darlıkta da değildir, kapsama alanı çok daha geniştir.
“Toplumsal cinsiyet” rolleri, kadın ve erkeğe dayatılan, adeta genetik kodlarına işlenen ezici bir handikaptır. Toplum, bütün temel alanları ve mekanizmalarıyla, yıllar içinde içselleştirilmesi sağlanan bu kalıplarla okumaya yönlendirilir. Sistemin sorunsuz işlemesi, kapitalizmin çekirdek üretim ve iktidar birimi olan ailenin verili işbölümü çerçevesinde en “elverişli” ve “işlevli” parçası olarak rolünü oynayabilmesi vazgeçilmez önemdedir; dolayısıyla önündeki bütün “engeller” bertaraf edilmelidir. Bu, kadının köleleştirilmesi ve hem erkeğe hem sisteme bağımlı hale getirilmesinin adıdır. Bütün sömürücü sistemler açısından ailenin temel işlevi burada düğümlenmektedir.
Erkeğin, devletin ailedeki egemen eli olarak kullanılması da yeni değil; dolayısıyla bireysel gibi gösterilmek istenen erkek şiddeti, bu egemenliğin toplumsal bir hizmetlisi olarak iş görüyor. Kadına yönelik erkek şiddeti bu nedenle politik ve tarihseldir. Farklı üretim ilişkilerinin belirlediği toplumsal ilişkilerde kadın erkek eşitsizliği biçim değiştirse de yakıcılığını ve keskinliğini koruyarak devam edegelmiştir. Gerek asimetrik kadın-erkek ilişkisi gerekse “kutsal” aile kurumu özel mülkiyet, sınıf ve devlet üçlüsünden bağımsız ele alınamaz. Adı üstünde, “kutsal” olana dokunulmaz, kol kırılır yen içinde kalır ama her şey onun “hale”lerini ve yaptırım gücünü korumak içindir.
Kutsallık atfedilen aileyi var etmek, bunu kadının varlığını, kimliğini ve geleceğini inkâr ederek yapmaktan başka yol da yoktur! Erkek işgücünü bir sonraki gün için hazır etmek, nesiller doğurmak, evdeki hayatı kolaylaştırmak onun sırtındadır. Bu asimetri, kapitalizmin ihtiyaçları doğrultusunda geniş kadın kitlelelerinin üretime akışıyla daha da derinleşir. İş öyle bir noktaya varır ki, kadınların nispi özgürleşmesiyle aile eski aile olmaktan çıkar. Erkekler eski konfor alanlarını kaybetmeye başlar. Aile iplik iplik çözülmeye koyulur. Kapitalizm açısından erkek egemenlik sisteminin çözülmesi, toplumun yarısını oluşturan kadınların evden başlayarak diklenmeleri, olmazlanmaları, itirazları tehdit edici noktalara varabilir endişesi büyür. Üstelik son on yıllarda dünyanın dört bir yanında karşımıza çıkan gerçeklik budur.
Özel mülkiyet sisteminin temel dayanağı olan aile kurumunu çözme pahasına kadın kitlelerini üretimin bir parçası haline kim getiriyor peki? Kim çözüyor aileyi? Kapitalizmin niyetler ve isteklerle önüne geçilmez yasaları!
Kapitalizmin krizinin derinliği ve yaygınlığı işçi sınıfı ve emekçi halkların yoksullukla açlık sınırı arasında çaresizce salınmaları şeklinde seyrediyor. Krizin bedelleri hep onların sırtına yıkıldığı için hep daha dibe doğru itiliyorlar. Kadınlar bu uçurumun en diplerinde aileyi ve çocukları var etmek için debeleniyor. Evin çekip çevrilmesi de tencerenin kaynatılıp ailenin beslenip bakılması da onların omuzlarında çünkü.*
22 yıllık AKP iktidarı döneminde kindar ve dindar nesillerin üretiminin garantisinin ailede -ve eğitimde- görüldüğünün göstergesi “rapor” ya da “taslak” adı altında hazırlanan saldırı adımları oldu. Nabız yoklayıp ona göre yüklenmeye çalıştılar.
“Ailenin bütünlüğünü olumsuz etkileyen unsurlar”, “boşanma olaylarının araştırılması” diyerek -ve herbirini bir komisyona havale ederek- kadınlar ve çocuklar için kazanılmış, yasaya da giren hakların geri alınmaya çalışıldığını gördük. Ailenin güçlendirilmesi dedikleri, kadınların aileye daha sıkı bağlarla zincirlenmesidir. Kâh istismar edilen çocukların tecavüzcüleriyle evlendirilmesini gündeme getirirler, kâh boşanmanın zorlaştırılmasını…
“Aile olun, bu silsileye siz de katılın” buyruğuna uygun olarak evlenip aile kurmanın özendirilmesi için akıllarına gelen çeyiz parasıdır, 25 yaşından erken evlenenlere kredi teşvikidir… Bütün bunlar kadınları o “kutsal” hapishanelere, ölüm evlerine sokmak içindir.
Evliliğin teşvik edilip boşanmanın zorlaştırılması, kadının nafaka hakkının süreye bağlanması, mal paylaşımında dava açma süresinin kısaltılması, eşin ölümünde kadının payının verilmek istenmemesi kadın yoksulluğunun derinleştirilerek ekonomik olarak erkeğe ve eril iktidara mecbur bırakmak içindir.
Bedenleri muhasara altındaki kadınlar “Her kürtaj bir Uludere’dir” diyen faşist şefin yönlendirmesi ve toplumda yarattığı algı nedeniyle bedava ve güvenli kürtaj hakkına erişemiyor. Sözde kürtaj yasal, fakat gerçekte yasaklı!
Türkiye’de 2001’de 2,38 seviyesinde olan doğurganlık hızının, 2023’de 1,51’e gerilemesi üzerine AKP bir kez daha kolları sıvadı. Doğurganlığı arttırmak için dört ay olan ücretli doğum izninin süresini çocuk sayısına göre kademeli olarak artırmak düşünülüyormuş. Anlayacağınız her şey ailenin yani kapitalizmin ve devletinin bekası için!..
Erkeklere tanınan ayrıcalık ve üstünlük, toplumsal cinsiyet rollerinin hükmünü yürütmesinin neredeyse garantisi durumunda. Sınıf egemenliğinin en küçük örgütlü birimi olan aileyi korumak, “güçlendirmek” ve verili kadın erkek ilişkilerinin sorunsuz devamını sağlayacak “önlemleri” sektirmeden almak sistem açısından vazgeçilmezdir. Kadına aile dışında hayat hakkı tanımamak, bunu sonraki nesillere aynen böyle belletmek adeta varlık nedenidir.
Yalnız dünyada da Türkiye’de de kadınlar artık eski kadınlar değildir. Kendilerine biçilen toplumsal cinsiyet rollerini uysalca benimsemiş kadın tipolojisinin yerini itiraz eden, karşı çıkan, mücadeleye atılan kadınlar almaktadır. Erkek egemen sistemin saldırganlığındaki tırmanış da bunun sonucudur. Lakin sistem ne yaparsa yapsın, Aşık Veysel’in dediği gibi “harekete kimse mani olamaz!”
(*) 2021’de soğan 1 lira 88 kuruşken, 2024’te 17 lira oldu.
1 kilo patatesin fiyatı 1 lira 88 kuruştan 21 liraya, domatesin kilosu da 5 liradan 34,9 liraya çıktı.
1 kilo pirinç 7,6 lirayken, 2024’te 48,5 liraya ulaştı.
Türkiye’de son bir yılda 190 bin kişi daha yoksullaşırken yoksulluk oranı yüzde 21.7’ye ulaştı. Türkiye’de çalışanların yüzde 15’i yoksul durumda.